Bazı filmlerin salt ve saf bir duygusu oluyor ve film bütün bileşenleriyle buna hizmet ediyor. İsabel Coixet, Penelope Fitzgeral’u-ın aynı adlı romanından uyarladığı Bookshop’da bir sahil kasabasında kitap dükkanı açan azimli kadın Florence Green’in izini sürüyor. 1950’li yılların sonunda geçen film umut etmenin hüzünle karışık halini her daim hissettiriyor. Filmin başrol oyuncusu Emily Mortimer’in yüzünden yansıyan hüzün de ayrı bir tat katıyor filme…
Film derdini o kadar sakin, dingin ve sessiz bir çığlık olarak ortaya koyuyor ki her daim kendinizi Florence’in yanındaki yardımcı küçük kız gibi hissediyorsunuz. Bu iyi niyet karşısında siz de bir şey yapmak, bu küçük kitapçı dükkanının ayakta kalması için çabalamak istiyorsunuz. Ama karşı tarafta, tarihi binayı ele geçirmek isteyen kadının hatırlı güçleri nedeniyle Florence Green’in elleri kolları bağlı kalıyor.
Yalnız, kitapların dünyasında geçen hayatların gerçek dünyaya uyumu da zor oluyor gibi. Çünkü içinde en ufak bir kötülük, kurnazlık barındırmayan, safiyane bir duyguyla sadece insanların kitaplara yakın olmasını isteyen duruş eriyip bitebiliyor. Kötülük kurnazlıkla eşdeğer olduğu için çeşitli yollar denemeye devam ediyor.
Film karısıyla ayrı olan ama kasabada karısının öldüğüne dair dedikodularla yas tutmaya zorlanan Edmund Beundish’i Florence’e yardımcı olacak bir melek kıvamında yanında tutuyor. Kitap okumayı çok seven, evinden çıkmayan, insanların ikiyüzlülüğü karşısında evde ve kitapların dünyasında kalmayı seçen adamın desteği, kalbi ve dünyası tam Florence’e göre… Ama bunca kötülük içinde o da eriyip gidiyor.
Florence kütüphane kıvamındaki kitapçı dükkanı dışında kendisini şehrin dışındaki alana atıyor, denize bakıyor, kitap okuyor ve hayatın anlamını sorguluyor. Sonra yeniden özene bezene açtığı kitap dükkanına dönüyor ve insanların kitap okuması için elinden geleni yapıyor. Aslında film günümüze dair de çok şey söylüyor. Eski, metruk bir binayı yıllarca değerlendirmeyen kasabalının, dışarıdan gelen birisi karşısındaki tepkisi, onu orada barındırmak istememe duygusu. Tutkusu dışında ya da tutkusunun ifade değiştirmiş anlamı dışında biraz Çikolata filmini hatırlatmıyor değil. Bir kadının kendisine yeninden bir yaşam kurmasına izin vermeyen o önyargılı, bencil ve kıskanç dürtüler…
O yüzden filmi biz de kırılgan bir yapıyla izliyoruz, küçük kızın Florence için yapmaya çalıştığı son bir iyiliğin izleriyle, yalnız başına bavuluyla kasabayı terk eden kadının suskunluğu ve sessizliğiyle filmin sonuna geliyoruz. Sonunda hala küçük kızın el sallamalarını görmek umut verici oluyor.
Bookshop iyi duygularla insanı sarıp sarmalayan filmlerden, iyi bir şey yapmanın, yılmamanın ve onurlu bir hayata yelken açmanın acı bir tarifi…