20 yy.’ın en önemli düşünürlerinden olan, akademisyen ve yazar Edward Said 18 yy.’dan günümüze uzanan oldukça geniş bir zaman yelpazesinde, Batı’nın doğuyu algılayışı, şekillendirişi ve de yönetimi üzerinden şarkiyatçılık melesini 400 sayfa boyunca tartışmaya açar. (bkz. Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Metis yay. 2006). Aslında akademik bir kıstas olarak nitelendirdiği Şarkiyatçılığı, batının coğrafi-siyasi ve kültürel emparyalizmine paralel bir akışla ele alan Said’in ilk kez 1978’de yayınlandığı bu çalışması, 40 yıldır aynı mevzu üzerinde pek çok yeni okumaya ve yoruma zemin açmıştır. Özellikle birinci dünyanın yani batının doğusunda yer alan ülkeler ve toplumlar açısından Şarkiyatçılık, toplumların içinden geçtiği her tarihi düzlemde tekrar gün yüzüne çıkmış, yeni anlamlar doğurmuştur. Farklı akademik görüşler tarafından modern oryantalizm, gizli oryantalizm ya da içselleştirilmiş oryantalizm olarak yorumlanan self-orientalism kavramı da farkında olsun olmasın doğu coğrafyasına ait olan toplumun/bireyin kendi kendisine doğrulttuğu sivri uçlu bir mızraktır; belki de çuvaldız…

Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta doğan, Beyrut Saint Joseph Üniversitesi’nde eğitim görmüş olan, Arapça dışında Fransızca ve İngilizce bilen oyuncu-senarist ve yönetmen Nadina Labaki 2007 tarihli ilk uzun metrajlı filmi Karamel (Layale)’den bu yana batı festival dünyasının odağında. İlk filmini büyük ölçüde tek mekan olan ve kadınların kalesi olarak da nitelendirebileceğimiz bir kuaför-güzellik merkezi çevresinde inşa eden Labaki, ülkesinin toplumsal ve politik meselelerine bu kadınların hikayelerinin izin verdiği ölçüde dahil oluyordu. 2011 tarihli ikinci uzun metrajı Peki Simdi Nereye? (Et maintenant on va où?) filmi Cannes’da aynı yıl Belirli Bir Bakış bölümünde övgüyle karşılandı ve biri Ekümenik Jüri Special Mention olmak üzere iki ayrı ödüle layık görüldü. İkinci filminde politik söylemini genişleten ama dramtikomedi unsurlarından yine beslenen Labaki’nin kamerası üçüncü ve son filmi Capharnaüm’da tamamen dramatik ve politik bir kimliğe bürünüyor.

Lübnan’ın kelimenin tam anlamıyla en sefil – çünkü Labaki belli ki öyle nitelememizi istiyor- mahallelerine konumlanan hikaye, eğitimsiz, işsiz, bol çocuklu sıfır gelirli, her günü bir öncekinden kötü geçen ailelerden birini merkezine alıyor. Bu ailenin en büyük çocuğu olan – muhtemelen 12 yaşındaki- Zain’i başrole koyan Labaki, ülkesinin ve dahası Şark coğrafyasının çok genel bir problemi olan “Allah rızkını verir” diyerek bakabileceğinden çok daha fazla çocuk sahibi olan, fakir aileleri görünür kılıyor. Peki kimin gözünde?

Önceki iki filmi gibi yine dünya prömiyerinde Cannes Film Festivali’ni hedefleyen Capharnaüm’un festivaldeki basın gösteriminden çıktığımda, pek çok basın mensubu ve seyirci gibi ben de Zain’in çaresizlik içerisindeki hikayesinden çok etkilenmiştim; yönetmenin sert gerçekliklerle suratımıza çarptığı tokat uzun bir süre aklımdan çıkmadı. Sonrasında film üzerine daha derin düşününce Labaki’nin politik kamerasının safi bir gerçeklikten beslenmediğini, bu dramatik öyküye bolca su katıldığı fikri ağır basmaya başladı.

Yukarıdaki Edward Said ve şarkiyatçılık temalı girizgahta da değindiğimiz üzere Labaki’nin içselleştirilmiş oryantalizmini en çok temsil eden filmi Capharnaüm. Önceki iki filmine dair geçmiş kaynakları tararken, Peki Şimdi Nereye filmini de oryantalist dinamikler ve tabii ki Said üzerinden referanslarla inceleyen bir akademik makale ile karşılaşınca çok da yanlış yolda olmadığıma dair inancım arttı.*

Festival gösterimi sonrası Capharnaüm için yazılan batı kaynaklı sinema eleştirileri filmin gerçekliğini överken, Labaki sinemasının geldiği yetkinliğe de ayrı paragraflar ayırıyor. Bu noktada filmin sinemasal artistiğinin hakkını vermek lazım, evet Labaki göstermek istediği fukaralığı estetize etmeden -ki bazı yorumlarda fakirliğin pornosu dendiği de oldu- ama başkarakter Zian’e bolca acımamızı istercesine bir özdeşlikle perdeye taşıyor. Sanat yönetimi ve profesyonel olmayan oyuncuların yönetimi de bu anlamda kusursuz.

Kusur, Labaki’nin kendi toplumundaki alt sınıf insanlara ders vermek isteyen kibirli tutumu aslında. Belli ki kendi geldiği ve yetiştiği kültür düzeyi, hayatı algılayışı, içinde bulunduğu toplumun alt kesimlerine karşı hınç dolu. Filmde kendi canlandırdığı kısacık avukat rolünde gözlerinden okunan hınç boşuna değil gibi… Gerçi basın toplantısında Labaki probleminin sistemin kendisiyle olduğunu ifade ederek, “Üzerinde adınızın yazdığı bir kağıt parçası ülkedeki statünüzü belirlemeye yetiyor” sözleriyle derdinin daha geniş çapta olduğunu belirtti. Belirtti belirtmesine ama Zain’in ailesinin -ve benzerlerinin- film boyu neden bunca sevgisiz, kaderci ve kötücül çizildiğini sormak da bizim hakkımız olmasın mı? Kızlarını ergenliğe ulaştığı ilk günde 3 tane tavuk karşılığı satmaktan başka hiç umutları olmayan, belli ki devletin çoktan unuttuğu, sistemin lağım çukuruna atılan insanları birazcık da olsa hümanistik yönlerle, mesela bir nebze anne sevgisiyle göstermek olası değil miydi? Filminin gerçek kahramanlarını beyazperdeye taşıyıp, onların çığlığı olmak isterken kendi toplumunu batıya şikayet etme gafletine düşüyor! “Bak!” diyor, “Dini tek can simidi olarak gören, bu eğitimsiz, kültürsüz insanlar bu denli aptal, sistem onlardan da aptal hale gelmiş biçimde -kısa mahkeme sahnesinde hakimin basiretsiz diyaloglarından akılda kalanlar ve hapishane sahneleriyle-; bu filmi onlar için değil, sizin için yaptım!” dercesine…

Nadina Labaki ülkesine -ve belki de Arap coğrafyasının geneline- dair oldukça ciddi bir derdi, uluslararası camiada duyurmaya çalışırken, çuvaldızı kendi vatandaşlarına sokup, bir de içeride çevirmekten geri kalmıyor zannımca. Keşke önceki filmleri gibi daha dengeli dağılan bir senaryo ve de anlatım dilini tercih etmiş olsaydı… Filmin ülkemizde vizyona girdiğinde daha üzerinde tartışırız…

*İncelemek isteyenler için makalenin orijinali şu adreste, pdf olarak yer alıyor: http://www.alraidajournal.com/index.php/ALRJ/article/view/97/96

twitter.com/duygukocabayli

 

Duygu Kocabaylıoğlu
Egeli bir ailenin ilk kızı olarak 1984’te İstanbul doğan Duygu Kocabaylıoğlu Arazlı, lise eğitimini İzmir Bornova Anadolu Lisesi’nde tamamladı. Lisans eğitimindense, İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden 2007’de Edebiyat Uyarlamalarının Sinemadaki Yansımaları üzerine hazırladığı bitirme projesi ile mezun oldu. İlkokul çağında başlayan edebiyat sevgisini görsel sanatlarla birleştirdi ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini sürdürdü. Türkiye’de ilk kez ele alınan Polonya Sinemasında Ahlaki Kaygı Sineması bitirme projesi ile 2010’da yüksek lisans eğitimini tamamladı. Kısa film senaryo ekiplerinde, web sitesi projelerinde yer aldıktan sonra 2010 Ekim ayında Beyazperde.com sitesinin editör kadrosuna katıldı. 6 yılı aşkın süre dizi, sinema editörlüğü, proje yönetimi ve genel yayın yönetmenliği pozisyonlarını sürdürdüğü Beyazperde.com’dan 2017 Mayıs ayında ayrıldı. Sinema yazılarına Beyazperde’nin yanı sıra Popüler Sinema, Cine Dergi ve Öteki Sinema gibi farklı yayın organlarında sürdürmektedir. Sinema dışında en çok bisiklet sürer, koşar ve Heybeliada’nın tadını çıkartır. Evli ve bir ayağı İzmir’de olan Arazlı, sinema-kültür projelerine çok yönlü devam etmektedir.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.