Bir Marvel karakteri olan Frank Castle çizgi roman dünyasının en düz, en kafasının dikine giden ve intikam coşkusu ile dünyaları yıkan ilginç ve kült karakterlerinden biridir. Daha önce sinemalara 1989, 2004 ve 2008’de konuk olan Castle(The Punisher) biraz prodüksiyon problemleri biraz da senaryo sorunları nedeni ile gerekli ilgiyi görememiş ve maceralarına çizgi romanlarda devam etmişti. Ancak bu filmler çoktan kendi izleyicisini de yarattı ve Castle’ı daha geniş bir kitleye tanıttı.

Netflix-Marvel işbirliğinin ilk ürünlerinden, Daredevil’in ikinci sezonunda ilk defa görünen Frank Castle veya süper kahraman ismi ile “The Punisher”, aslında süper gücü olmayan bir asker emeklisi olarak karşımıza çıkmıştı. Castle ve Daredevil arasındaki sevgi nefret ilişkisi ikinci sezonun popüler konularından biriydi. The Punisher aslında Daredevil’ın olmadığı her şeyi yansıtıyordu. Bu ilgi tabi Netflix’e hemen “The Punisher” dizisinin temellerini attırdı ve böylece Marvel külliyatının seyri en güzel işlerinden biri ortaya çıktı.

Castle’ın kurukafa işlemeli siyah tişörtlü alter ego’su “The Punisher” suçluların cezalarının ölüm olduğunu düşünen ve bunu kendi elleri ile yapmaktan çekinmeyen bir tür vigilante. Castle Afganistan’da bir grup asker ile gerçekleştirdiği “Operation Cerebrus” adlı gizli görevinden yaşadığı savaş travmaları yüzünden ayrılır ve eve geldiğinde ise asla savaştan kaçamayacağını görür. Daha savaş sonrası travmaları yaşamaya başlarken ailesi bir operasyon ile yok edilir ve Castle böylece suçluların peşinde amansız macerasına başlar.

Franc Castle’ın bu hikayesi klasik bir intikam hikayesi olarak çizgi roman tarihindeki yerini uzun süredir koruyor. Netflix’in “The Punisher”ı bu basit hikayeyi cilalamayı ve Castle’ı tek boyutlu bir intikam savaşçısı olarak göstermek yerine kendisini sorgulayan, düştüğü karanlıktan zaman zaman kurtulmaya çalışan bir anti kahraman olarak vermeyi başarıyor. Return to Big Nothing, Welcome Back, Frank ve Born gibi pek çok çizgi romanı hikayenin yazılmasında yardımcı olmuş.

Daha ilk bölümden sinirlerine hakim olmak için bir inşaatta sabahlara kadar amelelik yapan, çekiç ile duvarları kırarak rahatlamaya çalışan ve artık cezalandırmaktan bıkmış ve yorulmuş bir Frank Castle ile karşılaşıyoruz. Ancak tabi olaylar onu buluyor ve ailesini yok edenlerin izinde bir anda kuru kafalı tişörtünü üstüne geçiriyor.

The Walking Dead’in Shane Walsh’ı olarak dikkatimizi çeken Jon Bernthal’ın canlandırdığı Frank Castle çizgi romana oldukça sadık kalıyor. Öyle ki Marvel evreninde hiç alışık olmadığımız kadar çok şiddet, kan, seks, işkenceye onunla beraber tanıklık ediyoruz.

Bernthal’ın Castle’daki başarısı yan rollerdeki oyuncuların başarılı performansları ile de alakalı. Ajan Dinah Madani (Amber Rose Revah), Analist David Lieberman/Micro (Ebon Moss-Bachrach), askerden gelenlere destek toplantıları düzenleyen Castle’ın silah arkadaşı Curtis Hoyle (Jason R. Moore) ve tabii ki Daredevil ve Defenders’dan tanıdığımız Karen rolü ile Deborah Ann Woll dizinin ve Punisher’ın yardımcı karakterleri olarak karşımıza çıkıyor ve dizinin kimyasını güçlendiriyor. Özellikle Micro’nun Castle’a yakın olan hikayesi ve aralarında kurulan bağ, Karen ve Castle arasında gelişen duygusal yakınlaşma diziyi sürükleyen ve eğlenceli kılan unsurlar.

The Punisher’ın onca kan, çatışma ve patlama içinde günümüzdeki şiddeti özendirdiğini düşünmek haksızlık olur. Evet Castle bir silah uzmanı ve kullanmaktan da çekinmiyor. Ancak dizi savaş sonrası yalnız bırakılan askerlerin sivil yaşama adapte olamaması gibi daha derin mevzulara da odaklanıyor. Bunca çatışma içinde “Asıl suçlu kim? Uzak diyarlarda gerçekleştirilen insanlık suçlarına sessiz kalarak biz de suç işlemiyor muyuz? Suç nasıl cezalandırılmalı?” gibi soruları da seyirciye sorduruyor.

Bernthal’ın Castle’ı yolundan ayrılmasa da, arkadaşları için zaman zaman ödünler veriyor ve kendini de sorguladığı anlar oluyor. Dizinin şiddet içeriği geniş kapsamlı ve sömürüye açık olsa da gereksiz yere kullanıldığını düşünmüyorum. Çoğu zaman Castle yapmak zorunda olduğu şeyleri yapıyor ve kendisi de durumdan rahatsız olduğunu gösteriyor.

Dizinin bir başka güzelliği ise kesinlikle müzikleri. Tyler Bates’in tema müziği dinlediğim en güzel dizi açılış müziklerinden biri. Bates’in eserleri Castle’ın sorunlu karakteri üzerine ve dizinin duygusal yapısını çok iyi sırtlıyor. Uzun süredir albümün spotify listemde döndüğünü de itiraf etmem gerekir.

The Punisher sonuç olarak 80’li 90’lı yıllar sansürsüz aksiyonlarını, çizgi romanları seven, şiddetin resmedilmesinden rahatsız olmayan 18+ bir izleyici kitlesine hitap ediyor. Tabi zamane çocukları şiddete alışkınlar ama gene de dikkatli seyredilmesinde fayda var.

Masis Üşenmez
1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. Biriktirdiği haftalıklarıyla Star Wars oyuncakları alıp kendi serüvenlerini yazmaya başladığı yıllarda ailesi tarafından Rus edebiyatına yönlendirilmeye çalışsa da orada da Stanislaw Lem, Asimov gibi yazarlarla takılarak bu türden kopamayacağını anlamış, lise yıllarında Arthur C. Clarke, Stephen King gibi yazarları hatmederek …

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.