Banu Bozdemir
Geçtiğimiz yıl 24. Adana Film Festivali’nde karşımıza çıkan Kar kişisel dertlerinin içinde kaybolup, birbirlerinin iç içe geçmiş yaşamlarında hayat bulmayı uman yitik bir gençlik hikayesi… Aslında bu tarz banliyö bizdeki adıyla varoş hikayeleri her daim seyircinin gözünde bir ışıltı yakar, kaybetmişlik sendromunun içte ve arada sırada sokaklarda patlayan tepkisi iyi gelir seyirciye… Kar’ın da öyle bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Arka planda ise geç tanışan iki kardeşin birbirlerine ömür biçme, birbirlerine şans tanıma durumu anlatılıyor.
Müzeyyen karakteri üzerinden ‘birlikte’ hareket etmeye övgü var ama birlikte hareket etme eyleminin adı biraz daha dibe vurmak! Hala uyuşturucu içip, hayatı iplemeyip, seks yapmanın hayatın acısını çıkartmak olarak yansıtılması bana biraz kolaycılık olarak geldi kusura bakılmasın! Ya da cesur bir şey olarak sunulması! Buradan bakınca filmi sevemedim ama iki kardeşin birbirini öteleyen hayat hikayeleri içinde aslında birbirlerini çekip çıkartmaya çalışmaları daha doğrusu Ali’nin bu konuda çabalaması sahici ve azimli geldi bana. Onun dışında getto denince güvercin uçurtmanın (filmde yoktu)dışındaki klişeler pek bir yerli yerindeydi…
Filmi izleyince aklımıza Başka Semtin Çocukları ve Kara Köpekler Havlarken geliyor elbette, ama onların tarzı daha sert ve toplumsaldı. Bu da filme katılan derde bir anlam biçiyordu ama Kar ortaya serpiştirdiği dert kıvamındaki şeyleri karakterlerin üzerine serpiştirmiş adeta. Bu da filmi biraz aşağıya çekiyor. Gerçi Bekir’in solcu abisi var ama o da sürekli bastırılan bir karakter!
İki kardeşin zıt hayatları, Müzeyyen’in babasının onları Ali’nin annesinin hamile olduğunu öğrenince terk etmesi ve ortada büyük çatlak yaratması! Tabii Müzeyyen ve arkadaş tayfasının kendi grupları dışında herhangi birinin varlığına tahammül edememeleri; kardeş Ali’nin epey hırpalanmasına yol açıyor. Ali’nin bu kendisine yabancı ortamda yolunu bulmaya çalışması, ısrarlı bir şekilde ablasının çevresine dahil olma çabalarının filme farklı bir hareket kattığını söyleyebiliriz. Bir yandan da Ali’nin tavırlarının daha yapıcı olması diğer grup adına endişelerimizin ne kadar doğru olduğunu kanıtlıyor. Çünkü Ali’nin ablasını Bolu’ya götürmek ve babası gibi olmadığını kanıtlama amacı var. Yani küçük burjuva diyeceğimiz çocuğun amacı var, diğerleri ise daha çok amaçsızlık noktasına koca bir duman üflüyor! Buraya cinsiyet açısından baktığımızda erkeğin toparlama gücüne karşılık kadına daha dağınık bir hayat kaygısı çizdiğini de söyleyebiliriz ya da yönetmen burada kadına tersine güç de biçmiş olabilir. Orası biraz kafa karıştırıyor!
Filmin Emre yönetimi ve oyunculukları iyi. Hazar Ergüçlü ve Halil Babür büründükleri karakterleri iyi yansıtıyor ve filmin kişisel sertliğini iyi bir dozda karşımıza çıkarıyorlar. Onun dışında dediğim gibi hayatın ittiği hayatların izdüşümüne tanıklık ettiğimiz bildik bir hikaye Kar! Umudun küçük bir erkek kardeşten gelmesi üzerine çabalama fikri bana göre filmin sıçrama noktası. Kameranın aktüel çalışılması filme farklı bir gerçeklik ve duygu katıyor, dar alan duygusu ise iyi bastırıyor üstümüze!