SAMSUNG CAMERA PICTURES

“Sadece “belgesel sinema” değil herhangi bir kavramı tanımlamak oldukça zor ve ciddi bir sorumluluk gerektiriyor.”

Biliyorsunuz, zaman zaman buradan belgesele gönül ve emek vermiş, belgesel sinemamızın gelişimine katkılar sağlamış kişilerle söyleşiler yapıyorum. Bugünkü konuğum Yrd. Doç. Dr. Hakan Aytekin. Bir yönetmen, senarist, yazar ve akademisyen. Belgesel Sinemacılar Birliği kurucu ve aktif üyesi. Benim 22 yıllık arkadaşım. O, Maltepe Üniversitesinde ders veriyor ama bu söyleşi için doktora jürisinde yer aldığı İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde buluştuk. Akademi ile sektörün birlikte çalışmasının gerekliliğinden, festivallerden, sinemadan, özellikle belgesel sinemadan, yeni projelerden, kitaplardan, araştırmalardan söz ettik fakat Cine Dergi’de bize ayrılan yerin sınırlılığı nedeniyle sohbetimizin sadece bir bölümünü sizinle paylaşabiliyorum.

Belgesel Sinema alanında pek çok kimliğin ile yer aldın. Hem teori hem pratiği içi içe götüren biri olarak, belgesel sinema tanımının nasıl? 

Sadece “belgesel sinema” değil herhangi bir kavramı tanımlamak oldukça zor ve ciddi bir sorumluluk gerektiriyor. Akademisyenlerin ve sinema yazarlarının çoğunun bu zorluğa ilişkin serzenişte bulunduğunu ama neyin belgesel sinema olmadığı konusunda bazı kıstasları sıraladığını görebilirsiniz. Yani tanımlar eleştirilerin içinde örtük olarak yapılıyor. Ben de tanımdan çok bir yorum yapıyorum. Sinemanın iki temel türünü “belgesel” ve “imgesel” olarak ikiye ayırırken, iki türün temel çıkış kavramlarını ve görüntülenenin “ne” olduğunu esas alıyorum. İmgesel filmlerde “imge”den yani düş ya da yönetmenin hayal ürününden, belgesel filmlerde ise “belge”den yola çıkılıyor. “Belge” belgesel sinemacı tarafından yaratılmamış olandır; onun dışında, ondan önce ve ona rağmen var olan, bir gerçeğe tanıklık eden, bir gerçeğe karşılık gelen insandır, mekândır, olaydır, yazıdır, sözdür, görüntüdür, resimdir, vb. Belgesel sinemacının yaptığı iş bu “belge”ye bir yorum getirmektir. “-sel” eki kadar bizim varlığımız. Yaptığımız yorumla kendimiz dışındaki gerçekliği kendi gerçekliğimize dönüştürüyor ve yarına aktarabiliyoruz.

Belgesel sektörü içinde hem akademik hem de pratik anlamda yer almak nasıl bir duygu? Sana ne sağlıyor?

Akademide olmak tedirgin bir özgürlük sağlıyor. Yaptığından emin olmamak, kuşku duymak ile yenilik peşinde olmak iç içe geçiyor. Akademide olmanın en kötü yanı insanı üretimden kopartması, biraz da yönlendirmesi. Araştırma, sorgulama, yorumlama, eleştirme yanımızı geliştiriyor ama bakışımızı ya da yaklaşımımızı disipline de ediyor. Akademi üretime değil, üretilmişe kafa yormayı öncelikli kılıyor. Belgesel sinema alanındaki akademik çalışmaların ciddi bir kısmı olgular, kavramlar, filmler ve yönetmenler üzerine yapılan yorumlardan oluşuyor. Bu anlamda, alan açıcı değil, alan yorumlayıcı bir işlevi var akademinin. Üretmekle yorumlamak önemli bir çatışma alanı ve ben ikisini de bir arada yaşıyorum. Umarım eğrisi doğrusuna denk geliyordur.

Seni anlıyorum. Peki, yakın bir zamanda Hakan Aytekin imzalı bir belgesel izleyebilecek miyiz?

Yarama fena halde parmak bastın… Vakit yok, nakit yok… Yapamıyorum ama yapmak istiyorum. Bir projeyi epeyce olgunlaştırdım. Her an çekebilirim. Lakin kar yağmasını bekliyorum. Bizim yapım koşullarımız da iklim gibi değişti… Öz kaynaklar ve cesaretimizden başka sermayemiz kalmadı. Bakalım; her an kar yağabilir ve ben her an deklanşöre basabilirim.

Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Belgesel Sinema kitabı nasıl doğdu? Bu kitabı yazmaktaki motivasyonunun neydi?

Belgesel sinema alanında ne yazık ki literatürümüz zayıf. Akademik alanda yapılan tezlerin yanı sıra makaleler de olmasa, neredeyse yayın yok. Çalışmaların azlığı ve ister istemez sınırlılıkları nedeniyle Türkiye’deki belgesel sinemaya bütünlüklü bakışın yeterince yayınlara dönüşmediği bir gerçek. Türkiye’deki belgesel sinemanın tarihi henüz yazılmadı, bu sinema henüz dönemselleştirilmedi. Oysa “tarihsiz” değil, “talihsiz”iz. Benim kitabım bu boşlukta doğdu; hem bir tarih denemesi yapmaya, hem de belgesel sinemacıların kendi alanlarına nasıl baktıklarını ele almaya çalıştım. “Talihsizliği” giderme konusunda bir başlangıç yapmak istedim. Belgesel sinemayı var eden toplumsal koşulların, özellikle de toplumsal değişmenin Türkiye’deki belgesel sinemayı nasıl etkilediğini, dönemsel olarak ne tür temaların ve yaklaşımların belirginleştiğini incelemeye ve kavramsallaştırmaya çalıştım.

Türkiye’de belgesel sinemanın bugününü nasıl değerlendiriyorsun?

Sanat ekonomik ve toplumsal koşulların bir ürünü ya da yansıması. Hele ki belgesel sinema için bu durum birçok sanattan çok daha belirgin. “Gerçek”le varlığını ortaya koyan belgesel sinema, son yıllarda önemli bir “gerçek”le yüz yüze: Yapılamıyor, yayınlanamıyor. Ciddi bir bocalama içindeyiz. Belgesel sinemamız yapımcısız bir sinema; kâr amacı güdülmeyen, ekonomik döngüsü seyirci ya da yayın üzerinden yapılmayan bir sinema. 1990’lardan itibaren hem kamu hem de özel kurumların artan desteği; siyasal, toplumsal ve kültürel alanlardaki özgürleştirici, yüreklendirici ortamlar belgesel filmlerin üretimini ve seyredilmesini önemli ölçüde artırmıştı. Ancak son yıllarda kamunun mali desteği iyice azaldı, televizyonlarda haber belgeselleri dahi kendine yer bulamıyor. Festivallerin hali içler acısı… Özel gösteriler dışında seyirciye ulaşamayan belgesel filmler şu an için arşiv dışında bir değer ifade edemiyor. Bu sınırlılıklar belgesel ekiplerini ve projelerini ya minimalleştiriyor ya da “ticari” yaklaşımları cazipleştiriyor. Bu yanıyla umutsuz bir ortam. Ama bir yandan da belgesel sinemanın en önemli malzemesi olan “gerçek”in işlenmesi için pek çok çelişki belirginleşiyor. Muhtemelen bir süre sonra bu koşulların ürünü olarak çok sayıda belgesel film ortaya çıkacak.

Akademi dünyasında belgesel eğitimi  nasıl yürüyor?

Türkiye’de sinema ya da sanat eğitimi nasıl yürüyor?” diye sormak daha yerinde olur.

Öyle sormuş olayım o zaman.

Yürümüyor Semra. Niye dersen?

Niye?

Çünkü bilginin ve estetiğin değeri “metalaştığı”, “pazar”la ilişki kurduğu oranda kabul görüyor. Yani genel bir sistem sorunu bu… Belgesel sinemaya bakıldığında ise metalaşması pek mümkün olmayan bu alanın durumu daha da trajik. Sinema ile ilgili fakülte ya da bölümlerde bile bir eklenti gibi duruyor. Ders programlarında sinema tarihinin pek çok türünün, akım ve kuramlarının anlatıldığı derslere rastlarsınız; belgesel sinema ise sadece bir derstir… Ama belgesel sinema aynı zamanda bir “inat alanı”. Bir biçimde çatlaklardan sızıyor, duvarın ardına geçiyor, perdeyi aralıyor, kendini var ediyor. Bu var olma biçiminde öğretim planlarından çok öğretim kadrosu belirleyici oluyor, bir de atölyeler. Bazı üniversitelerin sinema atölyeleri çok çok önemli bir üretim merkezi. Zaten son yıllarda öğrenciler hem “profesyonel”lerden daha çok belgesel film üretiyor, hem de gözden ırak pek çok olguyu, temayı, kahramanı görünür kılıyor.

Belgesel film festivallerinin geldiği noktayı nasıl yorumluyorsun? Festival ve ödülleri nasıl okumak ve organize etmek gerekir sence?

 Belgesel sinemanın en önemli seyir ortamlarından biri olan festivaller yapılamıyor, yapılanlar sönükleşiyor ya da belgesel sinema bazı festivallerden kapı dışarı ediliyor. Kamu desteği olmadan herhangi bir festival yapmak çok zor. Süreç içinde bir bağımlılık ilişkisi geliştirildi. Genel olarak seyircinin sinemayla ilişkisi gişe filmleriyle yürüyor. Art house işler küçük bir kitlenin, küçük organizasyonların, küçük salonların ötesine taşamıyor. Bu durum belgesel sinema için çok daha belirginleşti. Uluslararası birkaç festivalde, bir eklenti olarak belgesel sinema varlığını kerhen sürdürüyor. Kamu desteği ile yapılan festivallerin organizasyon şeması, jürileri, konseptleri giderek “resmi”leşiyor… Kamusallaşamıyor. Oysa belgesel sinema kamusal bir sinema. Kamu yararına hayatımızın farklı yönlerini, yüzlerini, “gerçeklerimizi” sorgulayan, egemen aklın ve yaklaşımların ötesine geçen bir sinema türü. Bu yanıyla politik bir sinema. Politika ve propagandanın bakış açısına göre yer değiştirebildiği bir alan. Toplumsal koşullar bu sınırları iyice bulanıklaştırdı. Sonuçta festivallerin içerikleri yoksullaştı. Ödül olgusu ise ayrı bir sorun. Ödüller bir yandan motivasyon kaynağı oluyor, az da olsa yapım desteği sağlıyor ama bir yandan da bir manipülasyon ortamı yaratıyor. Tema ve yaklaşımları önceleyen festivaller alanın dinamiklerini de belirliyor son yıllarda…

Hakan bir de üretmek ve ürettiğini paylaşmanın coşkusunun yerini ödül avcılığı almış. Festivallerin en önemli katkılarından biri sinemacılarla seyirciyi bir araya getirmesi. O buluşmanın büyüsü bambaşka ama sadece ödüle yoğunlaşmış bir “belgeselci” grubu da oluşmuş durumda.

Maalesef öyle bir durum da var. Hatta festivale gelip sadece kendi filmini izleyip giden yönetmenler de var. Genel olarak ne üretildiğinden çok kendisinin ne kazandığına bakıyor. Sekterleşen bir yönetmen modeli belgesel sinemanın doğasına uygun değil ve olmamalı da.

Her şey bir yana, öte yandan belgesel sinema ile ilgilenenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bu durumu belgesel sinema ekolü yaratma ve kalite açısından nasıl değerlendiriyorsun?

Sevgili Hayri Çölaşan’ın kameraarkasi.org verilerinden hareketle belgesel film üretmiş üç bine yakın yönetmen, dokuz bine yakın film adına ulaşıyoruz. Nicelik olarak inanılmaz bir büyüklük bu. Ama bu ürünlerin büyük çoğunluğu içinde belgesel unsurlar barındıran ancak yeterince sinemalaşmamış ürünler. Bir kısmı kültürel envanter oluşturan, bir kısmı olguları yüzeysel olarak ve sese dayalı biçimde ele alan belgeler… Araştırma, finans, zaman ve hepsinden önemlisi bir sanatçı olarak belgesel film yönetmenin varlığı gibi kısıtlar niteliği olumsuz yönde etkiliyor. Ekol denilince benzer yaklaşım ve yöntemleri kullanarak diğerlerinden ayrışanlar akla geliyor. Belgesel sinemamızda Suha Arın Ekolü dışında böyle bir oluşum olduğunu düşünmüyorum. Biraz da 1990 sonrasındaki haber belgeselciliğinde bir tür ekolleşmeden söz edilebilir. Belgesel sinemada benzerlik deyince bir de “konuşan kafalar” gibi ortak noktalarımız var, çokça. Tabii bunları kastetmiyoruz…

Aslında insanların belgesel üretmek istemesi çok güzel. Bu beraberinde düşünmeyi, sorgulamayı da getiriyor. En azından belge – bilgi üretimini arttırıyor. Evet seninle aynı fikirdeyim pek çoğu bir belgesel film değil ama bu yönelimin yine de toplum için hayırlı olduğunu düşünüyorum.

Belgesel film her durumda değerli bir ürün. Değeri belgeden, belgenin yaşam tanıklığından geliyor. Ancak yeni belgesellerde, daha doğrusu genç belgeselcilerde ele alınan olgudan çok tema, derinlikten çok yüzey, sinemadan çok teknoloji öne geçiyor. Birbirlerine sordukları “Filmi hangi kamerayla çektin?” sorusuna o kadar çok rastlıyorum ki. Kuşkusuz teknik olarak seyir zevki yüksek ürünler bunlar ama içleri araştırma, bilgi ve sinema estetiğinden giderek daha uzaklaşan ürünler…

Söylediklerine katılmamak mümkün değil. Şu soruyu sorayım o zaman: Belgeselde aradığın özellikler, olmazsa olmazların neler?

Tarihsel derinlikten gelen, yatayda genişleyen, geleceğe uzayan bir ağaç gibi olmalı belgesel filmler. Anı kaydetmenin ötesine geçmeli. Bizdeki örneklerde çokça es geçilen “sinema” filmlerimizin temel derdi olmalı. Temalar, ideolojiler, kahramanlar kadar sinema dili ve sanatın şekillendirdiği bir ürün olmalı belgesel film. Ancak o zaman hayata ve insana dokunabiliriz; yarına kalabiliriz.

“Yarına kalabiliriz” dedin, aklıma Belgesel Sinemacılar Birliği için 20 yıl önce ürettiğin o muhteşem slogan geldi. “Yarına Ne Kaldı?” Sahi, Yarına Ne Kaldı?

Yavuz Turgul’un “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” filminden ilhamla söylüyorum: Seyredilemeyen belgesellerin unutulmaz yönetmenleri…

 

 

 

 

 

Semra Güzel Korver
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV-Sinema mezunu. Aynı alanda, aynı üniversitede Doktora’ya devam ediyor. Profesyonel yaşamı 1992-99 yıları arasında VTR Araştırma Yapım-Yönetim Şirketinde geçer. 1999’dan günümüze TRT İstanbul Televizyonunda prodüktör ve belgesel yönetmeni olarak çalışmaktadır. 1992’den bu yana başta belgesel yapımlar olmak üzere pek çok haber, kültür, reklam ve tanıtım projesine Araştırmacı, Prodüktör, Yönetmen, Editör ve Danışman olarak imza atar. Dönüşüm, Fan-Atik, Şehir İnsanları, Alamnya Alamanya, Multikulti Haberler belgesellerinden bazılarıdır. PRİX Europa, Al Jazeera, Altın Portakal, Malatya, Oscar Türkiye Seçici Jürisi gibi bir birçok ulusal ve uluslararası film festivalinde jüri üyesi olur, ödüller alır. İ.Ü. Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, Radyo-TV Yayıncılığı Bölümünde ders verir (2001-02). Avrupa Konseyinin “ayrımcılığa karşı sesini yükselt” kampanyasında uzman olarak yer alır (2010). Avrupa Konseyi, TRT ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından düzenlenen Avrupa Medya Buluşmasının koordinatörlüğünü yapar (2010). Güneydoğu Avrupa Yayın Birliği (SEE PMS), Ortak Yapımlar Grubunda editör olarak bulunur (2011-2013) Avrupa Yayın Birliği(EBU) Kültürlerarası ve Çeşitlilik Grubunda bir sezon başkanlık yapan Korver (2011-13) 8 yıl oyunca bu grupta prodüktör, yönetmen ve editör olarak çalışır. Bazı kitap ve dergilerde makaleleri, denemeleri ve röportajları yayınlanır. Bir sezon başkanlığını da yaptığı Belgesel Sinemacılar Birliğinin kurucu ve aktif üyelerindendir. Festivallerde ve üniversitelerde Belgesel Sinema Atölyeleri yapmaktadır. Gazeteciler Cemiyeti üyesidir. Neyyse (www.neyyse.com) adlı bloğunda ve Cinedergi'de belgeselci adlı köşesinde (www.cinedergi.com) yazmaktadır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.