Her ne kadar kendisi oyunculuğa 2008 yılında televizyon serileriyle başlamış olsa da biz onu esas olarak 2013 yılında Martin Scorsese başyapıtı The Wolf of Wall Street ile tanıdık. Bu ay ülkemizde vizyona girecek I, Tonya ile Akademi Ödüllerinde En İyi Kadın Oyuncu ödülü adayı olan, daha 27 yaşında kariyer basamaklarını hızlı tırmanan yetenekli ve güzel oyuncu Margot Robbie’nin taşra hayatında geçen çocukluğundan kariyerine giden yola şöyle bir göz atalım.
Annesi bir Fizyoterapist olan Avustralya doğumlu Margot Robbie 3 kardeşi ile beraber büyüdü. Kolej eğitimini Avustralya’da tamamlayan ve o zamana kadar ailesi ile yaşayan, kardeşlerine bakan Robbie aynı zamanda büyük anne ve büyükbabasının yanında çiftlikte de çok zaman geçirdi. Daha sonra oyuncu olmak istediğine karar veren güzel yıldız Avustralya’nın Victoria eyaletine taşındı. İlk olarak yayın hayatına 1985 yılında başlayan Avustralya dizisi Neighbours ile kariyerine başlayan Robbie, ardından ABC serisi Pan Am’a transfer oldu. Burada dikkatleri üzerine çekmeye başlayan güzel yıldızın ilk uzun metrajlı filmi Domhnall Gleeson ve Rachel McAdams’ın başrolleri paylaştığı About Time oldu. Zaman yolculuğu üzerine kurulu bu aşk filminden sonra sonra ise sağlam bir çıkış yakalayacağı ve dünyanın onu tanıyacağı efsane yönetmen Scorsese imzalı The Wolf of Wall Street’de rol aldı. Filmin oyuncu kadrosunda kimler yoktu ki? Leonardo DiCaprio, Matthew McConaughey, Jonah Hill gibi başarılı aktörlerle ve Scorsese gibi bir yönetmenle çalışma fırsatı bulan genç yıldız tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Malum ne isimler geliyor geçiyor sektörden, yıllarını sinemaya harcayan oyuncular bile böyle efsane yönetmenlerle çalışamadan ya da başarılı oyuncularla kamera önüne geçemeden yitip gidiyor. Robbie ise bu konuda oldukça şanslıydı. Henüz 22 yaşında böyle bir filme seçilmek onun için hayatının fırsatı olmuştu. Elbette bundan sonra Robbie’nin hayatı değişecek ve kariyer basamaklarını hızla tırmanacaktı. Jordan Belfort adlı Broker’ın gerçek hayatının anlatıldığı film Leonardo DiCaprio’ya En İyi Erkek Oyuncu katergorisinde Altın Küre kazandırırken ayrıca Akademi Ödülleri’nde de 5 adaylığa layık görülmüştü.
Daha sonra Saul Dibb yönetmenliğinde çekilen Suite Française filminde Michelle Williams ile kamera karşına geçen oyuncu akabinde Chiwetel Ejiofor ve Chris Pine gibi isimlerin rol aldığı macera/gerilim filmi Z for Zachariah ile karşımıza çıktı. Will Smith ile komedi/dram tarzındaki Fokus filminde yer aldıktan sonra 2016 yılında çekilen ve Afganistan’da bir gazetecinin hikayesini anlatan drama Whiskey Tango Foxtrot’ta kamera karşısına geçti. Bu noktadan sonra çizgi roman uyarlamaları dünyasına dalan Robbie daha önce çok kez filmi çekilen bir efsanenin yeni beyazperde uyarlamasında rol aldı. The Legend of Tarzan, alışık olduğumuz Tarzan’dan biraz daha farklı bir portre çiziyordu. Oyuncu kadrosunda Alexander Skarsgård, Christoph Waltz ve Samuel L. Jackson vardı. Bize ayrıca farklı bir Jane deneyimi sunan güzel oyuncu bundan sonra da DC evrenine ayak basıyor ve DC Sinematik Evreni’nde Suicide Squad ile Joker’in ayrılmaz parçası Harley Quinn’i canlandırıyordu. Film pek çok hayran ve eleştirmen tarafından yerden yere vuruldu. Ancak bir gerçek vardı ki o da yetenekli yıldızın Harley Quinn performansının son derece etkili olduğu idi. Tavırlarından tutun da dengesiz hareketlerine, makyajına kadar çizgi romandakine paralel bir portre çiziyordu. (Her ne kadar kostümü burada değiştirilmiş olsa da yerinde bir hamleydi). DC Sinematik Evreni’nde ilk defa Joker olarak izlediğimiz Jared Leto ile uyumu gerçekten güzeldi. Ancak maalesef senaryo ve kurgu kurbanı olan film oyuncular ne kadar debelenirse debelensin filmi kurtarmaya yetmiyordu. Her ne kadar David Ayer hem başarılı bir yönetmen hem de başarılı bir senarist olsa da filmde isteneni veremiyordu. Özellikle bazı sahnelerin çıkartılması ve stüdyo ile olan anlaşmazlıklar filmi kırpa kırpa adeta kuşa çevirmişti. Film bekleneni verememiş olsa da güzel yıldız hayranlar tarafından başarılı bulunmuş ve bu da Robbie’ye DC Sinematik Evreni’nde daha pek çok kez Harley Quinn’i canlandırmanın yolunu açmıştı. Keza kendisi de bu karakteri çok sevdiğini ve tekrar canlandırmak istediğini defalarca dile getirdi. Geçtiğimiz aylarda hem kendine ait solo bir film ve hem de Suicide Squad 2’de oynayacağı kesinleşmişti. Eh biz de bu filmdeki performansını sevenler olarak onu yeniden Harley olarak görecek olmanın keyfini yaşayacağız.
Ve ona hem Altın Küre hem de Akademi Ödüller’inde adaylık getiren I, Tonya… Craig Gillespie yönetmenliğinde çekilen, senaryosu Steven Rogers tarafından yazılan film, artistik buz patencisi Tonya Harding’in gerçek yaşam öyküsünü beyazperdeye taşıyor. 1991 yılında Amerika’da şampiyon olan, aynı zamanda Münih’te aynı sene yapılan Dünya Şampiyonası’nda gümüş madalya kazanan Harding’in başarı öyküsünü beyazperdede izleyeceğiz. Uluslararası arenada rüştünü ispatlamış Harding aynı zamanda iki kez Olympian ve iki kez de Skate America Şampiyonu oldu. Robbie ise adını spor tarihine yazdıran Haring’e hayat verecek. Harling’in geçtiği zorlu yolları ve yarışmaya hazırlanırken yaşadığı olayları Robbie üzerinden izleme fırsatı bulacağız. Filmde Robbie’ye ayrıca Sebastian Stan, Allison Janney, Julianne Nicholson gibi isimler eşlik edecek.
Margot Robbie’nin bir sonraki projesi biyografik dram Goodbye Christopher Robin’in ise bizdeki vizyon tarihi kesinleşmiş değil. Bundan sonra ise peş peşe yeni projeler ile genç yıldızı izlemeye devam edeceğiz. Daha çok yine DC uyarlamaları ile göreceğimiz Robbie’yi ayrıca 2018 yılı içerisinde çekilecek Terminal ve Dreamland gibi dramalarda izleme fırsatı yakalayacağız.
Erken yaşta başlayan ama hızla çıktığı kariyer basamaklarında emin adımlarla ilerleyen yetenekli ve güzel aktris Margot Robbie elde ettiği bu başarıyı daha da zirveye taşıyacak gibi görünüyor. Hırslı yapısı, oyunculuktaki başarısı ile adını muhtemelen önümüzdeki yıllarda uluslararası yarışmalarda, Altın Küre ya da Akademi Ödülleri’ndeki adaylıkları ile daha çok duyacağız.