17 Ocak Çarşamba akşamı, Başka Sinema’nın Türkiye’de gösterime soktuğu Tony Gatlif’in son filmi “Djam”ı yönetmen ve film ekibinin katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda yoğun bir sinemasever grupla birlikte izleme şansına eriştim. Gatlif, yine insan üzerinden dans ve müzikle birlikte umut aşıladı bizlere…
Eski bir denizci ve Rembetiko türü müziğin hayranı olan Kakourgos, tekneleri için zor bulunan bir parçayı almak üzere yeğeni Djam’i İstanbul’a gönderir. Genç kadın burada göçmenlere yardım etmeye çalışan Avril ile tanışır. Cömert, kendinden emin ve özgür ruhlu Djam, Midilli’ye yaptığı, müzik, yeni insanlar, paylaşılanlar ve umutla dolu yolculuğunda Avril’i de kanatlarının altına alacaktır. Tony Gatlif’in yönettiği filmde Daphne Patakia, Simon Abkarian ve Maryne Cayon başrolleri paylaşıyor.
Tony Gatlif neredeyse her filmine kefil olabileceğim nadir yönetmenlerden. Gatlif’e ve filmlerine karşı olan sevgim öylesine büyük ki, herhangi bir yerde adını duyunca kulak kesilmekle kalmam, heyecanlanırım. İspanya’yı, flamenkoyu, çingeneleri, arada kalmışları, sürgünleri, ezilenlerin yanında olmayı, hayatı, aşkı, umudu, kadınları, müziği ve dansı çok sevmemden kaynaklı belki… Tüm bu unsurları muhteşem bir yapısal bütünlükte sanat hayatına sirayet ettiren bir yönetmeni sevmemem mümkün mü? Gatlif, Geronimo’dan sonra yine beğenimizi kazanan bir umut filmine “Djam”a imza atmış. Üstelik Türkiye’den Güverte Film’in ortak yapımcılığında çekilen bu filmin önemli bir bölümü de ülkemizde geçiyor. Tony Gatlif Türkiye’yi seven ve sık sık ziyaret eden bir yönetmen. Onun dünya çapında en önemli belgesellerinden biri olarak görülen Latcho Drom’unda da Türkiye’den bir bölüm vardı hatırlarsınız. Djam filmini çekme fikri ise bundan tam 35 yıl önce İzmir’de duyduğu Rembetiko müziğiyle aklına gelmiş Gatlif’in. 35 yıllık bir gecikmenin ardından olgunlaşmış bir yönetmen dehasıyla karşımıza çıktı “Djam”.
Djam gibi tipleri günlük hayatta çok sık görmüyoruz. Hayata gelişine vuran, neşeli, çoğu zaman gamsız, anı yaşayan ama yüreğinde özveri, vefa ve hüznü barındıran biri Djam. Amcam dediği üvey babasının verdiği (teknesi için) biyel kolu yaptırma görevini üstlenerek İstanbul’a gelen ve burada erkek arkadaşından kazık yiyen Fransız Avril ile tanışan Djam, Avril’le birlikte geri dönüş yoluna geçer. Tam bir yol hikayesidir izlediğimiz. Yol hikayelerinin en büyük özelliği karakterin değişimine şahit olmamızdır. Djam’ın ve hatta Avril’in değişimlerini de içeren finale dek, ikilinin başına gelmedik kalmaz. Gatlif, tüm filmlerinde siyasi görüşlerini karakterlerinin arasına bir yan rol gibi koymayı ihmal etmez. Bu filmde de Yunanistan’ın içinde bulunduğu ekonomik kriz hakkındaki görüşlerini, Yunan halkı üzerinden belirtmektedir. Bankaların sıradan insanların kanını emen fırsatçı bir vampir olduğunu bir kez daha hissettirir. Maalesef… Daha önce Gereonimo’da küçük bir rolle tanıştığımız ve bu filmde Avril’e hayat veren Maryne Cayon ile Djam’in üvey babasını canlandıran Simon Abkarian başarılı oyunculuklarıyla göz doldururken asıl alkışlar Daphne Patakia’ya gidiyor. Bir insan bir role bu kadar mı yakışır? O nasıl bir gözlem gücü? Nasıl bir inandırıcılık? Genç ve güzel oyuncu filmin inandırıcılığını öylesine katlıyor ki, Djam’in neşesinin gizli gölgesi oluyorsunuz adeta…
Gatlif sinemasının en önemli iki öğesi kuşkusuz ki, dans ve müzik. Gatlif sanat hayatı boyunca çingeneler ve müzikleriyle ilgilendi. Balkan müziklerinden tutun da Flamenko’ya kadar önemli müzik ve dans formlarının peşinden gitti. Rembetiko ise yıllardır ilgi duyduğu ama anlatmaya fırsat bulmadığı bir alandı. Bildiğiniz üzere Rembetiko Yunan ve Türk topraklarında Osmanlı zamanı ortaya çıkmış bir müzik türü. Tüm halklar kardeş iken İzmir’de de, Atina ve Selanik’te de bu müzik göğe yükseliyordu. Bizim buralarda bağlama ile çalınan türküler ile orada buzuki ile çalınan türküler iç içe geçer. Filmde, aşina olduğumuz bu türküleri Türkçe ve Yunanca duymak ayrı bir keyif katıyor. Bu arada, Gatlif’in İbrahim Tatlıses’i ne kadar sevdiğini de hatırlatmak isterim. “Geronimo”nun önemli düello sahnesinde ‘Her Demet’ şarkısını kullanan usta yönetmen bu
Filmin sonlarına doğru Djam’in değişimine şahit olmakla birlikte, onca olumsuzluğa rağmen ve artık kaybedecek hiç bir şeyi olmayan üvey babası Kakourgos’un umut aşılayan şu sevinç nidasını duyuyoruz, eşsiz bir Rembetiko şarkısı eşliğinde; “Yaşıyoruz, buradayız!”… Hiç bir zaman umutsuzluğa kapılmamak lazım. Yaşıyorsak hala bir umut vardır. Öyle değil mi?