Mu Tunç’un Türkiye’nin ilk punk/hardcore grupların kurucu üyelerinden abisi Orkun Tunç’un hayatından esinlenerek senaryosunu yazdığı ilk uzun metrajlı filmi “Arada” 17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’ne ilk kez seyirciyle buluşacak. Orijinal müziklerini de Orkun Tunç’un bestelediği Arada’nın başrollerini ünlü çift Burak Deniz ve Büşra Develi üstleniyor.

Öncelikle biraz seni tanıyalım mı?
Tabiki. Ben design okudum. Ve uzun süre boyunca çeşitli ajanslarda kreatif yöneticilikler yaptım. Biraz hızlı geçti benim için zaman çünkü ara geçiş dönemi yaşamadım. Okul biter bitmez türkiye’nin ilk dijital ajanslarından birinde direk kreatif grup direktörü olarak çalışmaya başladım. Çünkü teknoloji ve deneyimle ilgileniyordum bundan yaklaşık 9-10 sene öncesinde. Ve bu teknolojiye olan ilgim beni daha sonra Diaryofmu isminde tamamen internet üzerinde başlayan bir hikaye anlatımı projeme başlamama neden oldu. Özellikle internette oluşan bu yeni streaming platform’ları ve onları üzerinden insanlara ulaşma fikriyle ben çok ciddi film yapma ve hikaye anlatma deneylerimi başlatmış oldum. Bu projem devam ederken merakım beni branding’e doğru yöneltmeye başlattı ve özellikle 5 ve 10 senelerini doldurma arifesinde olan markalar özelinde uzmanlığımı oluşturdum ve çeşitli moda, teknoloji ve sinema markalarının duruş ve tavırlarının tüm stratejilerini yönlendirdim. Şimdide uzun zamandır istediğim ama doğru zamanın gelmesini beklediğim ilk sinema filmim olan ARADA filmini çektim.

Nasıl bir süreçti?
Ben öyle sıkıntılar yaşadım ki bu filmi çekerken, gerçekten her şeye hazırlıklıydım ama bu kadarı da mı olacaktı olduğum birçok an oldu. Örneğin; filmi çekmeye iki hafta kala – herşeyi hazırlamışım ve muhteşem durumda olduğum bir anda; ayağımın kontrolünü yitireceğim söylendi bir sinirimi aşırı zorladığım için ve ameliyat olmazsam sonsuza dek’te o sinirin iyileşemeyeceği bir sürece gireceğim söylendi ve uzun vadede ayağım kontrolünü kaybedeceğim. O yüzden ne olursa olsun bir anda ameliyata girmem gerektiğini öğrendim. Yani herşeye hazırlıklıydım, bir anda tüm oyuncularımın set’e gelmemesine bile bir çözümüm vardı ama bu kadarını aklıma bile getiremezdim. Ve ben filmin ilk 7 gününü zaten bütün filmi 13 günde çektim; yani nerdeyse yarısını elimde bastonlarla çektim. Ben kreatif sürecin kendisini tamamen artık zaten problemler ile uğraşmak ve enerji aktarımın sürekli kıldığın bir süreç olarak görüyorum ve bu ne kadar yoğun geçerse yaptığınız şeyin sonucu da o kadar zengin ve değerli oluyor.

Film tür itibariyle de pek sık karşımıza çıkmayan bir içeriğe sahip değil mi?

Bu filmi çekmenin benim için kişisel anlamı çok büyük çünkü kendi öz ailemin ve benim yaşadıklarımı harmanlayan bir hikaye yazdım. Benim abim Türkiye’nin ilk punk/hardcore gruplarından birinin kurucu üyelerinden biri. Aynı zamanda babam da 70’li yıllarda ünlü bir Türk sanat musikisi sarkıcısı. Ve ben böyle bir ailede sürekli kültürel tartışmaların içerisinde büyüdüm ve bu tartışmalar aslında benim gelişmemde çok ilginç etkileri oldu. Babamın kariyeri darbe ile sona eriyor çünkü 80 darbesi ile askere gitmek zorunda kalıyor ve uzun vadeli askerlik yapmak zorunda kalıyor üniversite mezunu olmasına rağmen ve bu süreç onun tüm kariyerinin bitmesine neden oluyor. Istanbul’a döndüğünde senelerdir üzerinde çalışarak ulaştığı ünün yok olduğunu görüyor ve çalışma hayatına bir an önce başlaması gerekiyor ailesini geçindirebilmesi için. Abim ise aşırı hayallerine bağlı ve idealist birisi. Yapmaya çalıştığı müziğin buradan kimse tarafından anlaşılmayacağını düşünerek babam ile her zaman tartıştıklarını bilirim ki sonra da aynı durumları ben başka şekillerde kendi iş hayatımda yaşadım. Bunu anlatmak istedim çünkü bu hikaye ile bende kendi psikolojik barışmamı yaşadım küçüklüğümden beri beslediğim birçok duyguyu şu andaki algılarımla tekrardan incelemek istedim. Şu anda etrafımdaki birçok arkadaşım ya İstanbul’u terk etti veya terk etmenin planlarını yapmakta. Ne yazık ki bu böyle ve beni çok üzüyor bu durum. Aynı zamanda daha üzücü olan şey ise, burada hiçbir zaman hiçbirşeyin başarılmayacağını ve ilginç hiçbir şeyin burada yapılamayacağına insanların artık tüm kalpleri ile inanıyor oluşu. Gerçekten çok üzülüyorum bunları gördükçe. Bende o yüzden insanların gerçek bir underground İstanbul’a ve inanılmaz cool bir İstanbul’a seyahate çıkaran bir film yapmak istedim ki hatırlasınlar bazı şeyleri. Burasının ne kadar değerli ve ilginç bir şehir olduğunu hatırlasınlar. Gerçekten bir şehir ve İstanbul filmi ARADA. Bir gün boyunca aslında İstanbul’un gizli alt-dünyalarına seyahate çıkıyoruz. Bu filmi izleyen insanların gerçekten yaşadıkları İstanbul’a bakışlarının değişmesini sağlayacak bir enerji yaratmak istedim.


Senin için 90’lar nerede ve nasıl geçti?

Benim için 90’lar Istanbul’da ve özellikle; Merter – Bakırkoy ve Taksim üçgeninde geçti. Bu üç bölge benim için çok önemliydi. Ve doğal olarak yaşımdan dolayı’da kişiliğim merkezi bu dönemde gelişti. Bayram parasıyla gidip punk/hardcore/metal/grunge albümleri alma durumu benim için hiçbir zaman unutamayacağım en önemli anılarımdan biri. Ve ayrıca toplama kasetler yapmak arkadaşlarıma bir diğer vazgeçemeyeceğim anılarımdan biri. Sevdiğim grupların şarkılarını bir araya getirip kendim için kaset toplamalar yapıyordum ve sonra o kasetlere albüm kapağı tasarlıyordum. Bu şekilde tasarım ile olan ilgimi de keşfetmiş oldum ve sonrasında tasarım okumama sebep oldu aslında bu durum.

Arada Türkiye’de ilk gösterimini 17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde yapacak… Festivale dair hissettiklerin neler?
!f İstanbul Bağımsız Film Festivali benim için küçük yaşımdan itibaren gittiğim ve çok önemsediğim bir film festivali. Sebebi ise farklı seslere yer vermesi ve onları desteklemesi. Bu yüzden ilk gösterimini !f’de yapacağı için de kişisel olarak çok mutluyum. Ayrıca bu festivalde ilk defa “Yeni” adıyla bir bölüm açılıyor. Tamamen Türkiye’den çıkan “Yeni” anlatım dillerine ve seslerine yer vermek için açılan bir bölüm bu. ARADA’nın bu bölüm’de gösteriliyor olması ve filmimin bu klasmanda değerlendiriliyor olması beni çok mutlu ediyor. Çünkü ilk filmimde birçok anlatım tabularını yıkmaya çalıştığım semiyolojik olarak ileride incelendiğinde önemli bir örnek olacağını gösterilebileceğini inandığım sahne var. Bütün bunların !f Festivali tarafından görülmesi ve Arada’ya değer vermeleri benim için çok önemliydi. Gerçekten büyük heyecanla bekliyorum festivali.

Sırada neler var?

İkinci filmimin senaryo’sunu bitirmek ve ilk romanımı yazmak. Bu ikisi üzerine focuslanıyorum. Birde tabiki Arada filmimi dünyanın dört bir yanına ulaştırmak istiyorum. Bunun içinde dünyadaki birçok önemli film festivalini dolaşmayı planlamaktayım. Yeni yıl kararları sürekli alıyorum. Nerdeyse her ay yeni bir kararda alıyorum. Bunları burada sıralamak sayfalarımı alır ama şunu söyleyebilirim gerçekten kararlar olmadan bir yolda ilerlemek mümkün değil. İlk filmim Arada’da bu şekilde ortaya çıktı. Artık öteledeğim tüm kararlarımı hayata geçireceğim dediğim için şu anda ilk filmimi çekebildim. O yüzden karar almak önemli ama asıl konu bunu hayata geçirip geçirmediğiniz.


Son olarak eklemek istediklerin var mı?
Ben hayatım boyunca dinlediğim müziklerden dolayı ve ilgilendiğim konulardan dolayı yalnızlık çektim. Ortaokul ve lise hayatım boyunca punk/hardcore/post-punk/indie gruplar dinledim ve arkadaşlarım anlamıyordu. Çünkü anlamak için çaba harcamıyorlardı ama onlara anlamaları içinde önlerine güzel bir örnek koyan da yoktu. Sonra iş hayatına girdiğimde – farklı bir şeyler yapalım deyip – ilginç bazı şeylerle ilgilendiğimde teknoloji ile ilgili – onu burada kimse anlamaz deyip hep fikirlerin öldürüldüğünü yaşadım. Fakat şimdi o zaman bunları burada kimse anlamaz dedikleri şeyler – şu anda Türkiye’nin dört bir yanında kullanılıyor. Yani konuyu niye böyle genişleterek anlatıyorum çünkü artık şu şablonlarla düşünen bir Istanbul görmek beni çok üzüyor. Sebebi ise inanılmaz bir şehirde yaşıyoruz aslında ve her anlamda birçok şeyin merkezi olabilecek zenginlikte bir şehir fakat içinde yaşayan kreatif insanların ve birçok şeyleri yönlendiren insanlara da bunun için ciddi bir çaba sarf etmelerini hatırlamalarını istiyorum. Bu mümkün. Artık sürekli negatif davranıp, sürekli hiçbir şey yapmadan yaşadığı şehri kötüleyen insanlar görmekten gerçekten haz etmiyorum. Bunun değişmesi gerekiyor artık.

Gizem Ertürk
Gizem, 2007 yılında Trakya Üniversitesi Radyo – Televizyon Yayıncılığı Bölümü’nden mezun oldu. Okuldan hemen sonra, bir yıl Mirror isimli bir kültür sanat dergisinde editörlük yaptı. 2009 yılının başında Kanaltürk’te metin yazarlığı yapmaya başladı. 2010 başında ise Kanaltürk’te Klak isimli bir sinema programı hazırlamaya başladı, metin yazarlığını da sürdürüyor. 2008 yılından beri de sadibey.com’da yazılar yazıyor, röportajlar yapıyor ve bundan büyük keyif alıyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.