“Yakın tarihli iki korku filmini -Killing Ground ve Ghost House’u- masaya yatırdık ve toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında inceledik.”
Cinsiyet: Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği, eşey, cinslik, seks. (TDK, Güncel Türkçe Sözlük)
Türk Dil Kurumu’nun cinsiyet tanımı, kelimeye sadece biyolojik açıdan yaklaşan bir tarif getirir. Toplumsal cinsiyet için ayrı bir kelime kullanılmaz. Hâlbuki İngilizcede biyolojik cinsiyet (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) için ayrı kelimeler kullanılır. Türkçede aynı kelime ile işimizi görmemiz istenir, dolayısıyla toplumsal cinsiyet sözlükte kendine yer bile bulamaz. Biyolojik cinsiyet, doğuştan gelen bir özelliktir. Kadın ve erkek olarak doğan bireyler, zamanla belli başlı fizyolojik farklılıkların ayırdına varmaya ve coğrafya, kültür, gelenek, inanç vb. faktörlerin etkisiyle çeşitlilik gösteren birtakım toplumsal cinsiyet rollerini öğrenmeye başlar.
Erkek otoritesine dayalı ataerkillik, modern (diye tanımladığımız) dünyada dahi tartışmasız bir hâkimiyete sahiptir. Ataerkil toplumsal düzen, erkeğin üstünlüğü, saygınlığı ve mutlak hâkimiyeti üzerine kuruludur. Buradan hareketle erkeğe ve kadına belli başlı roller, sanki doğuştan gelen, mutlaka olması gereken özelliklermiş gibi yüklenir. Toplumsal düzenin katı yapısına uyum gösteren (teslim olan) bireyler, bu rolleri sorgulamadan kabul ederler ve aksi durumlarla karşılaştıklarında ister istemez ötekileştirmek zorunda kalırlar. Damien Power’ın yazıp yönettiği, 2016 yılı Avustralya yapımı Killing Ground ve Rich Ragsdale’in yönettiği, 2017 yılı ABD/Tayland ortak yapımı Ghost House filmlerinin başrollerindeki erkek karakterler, ataerkil toplumsal düzenin dikte ettiği rollerin dışına çıkmaya çalıştıklarında başrollerdeki kadın karakterlerin farklı tepkileri ile karşılaşırlar. Bundan sonraki kısımda her iki filmdeki karakterlerin belli bir noktaya kadar benzerlik gösteren ama oradan sonra ayrışan davranış biçimlerine ve karşılaştıkları tepkilere yakından göz atacağız.
*** Bundan sonraki kısım yoğun miktarda sürprizbozan içerdiğinden filmleri izledikten sonra okumanız tavsiye edilir. ***
Killing Ground (2016)
Klasik bir “şehirli taşraya gelir ve taşralı ile hayatta kalma mücadelesine girişir” filmi olan Killing Ground’da Ian ve Sam taşraya kamp yapmaya gelen şehirli bir çifttir. (Dış görünüşü erkeksi olmasa bile Sam’in ismi, önemli bir işaret olarak, ‘slasher’lardaki final kızları gibi erkeksidir.) Ian’ın çocukluktan kalma güzel anılarını süsleyen Gungilee Falls’ta (ıssız sayılabilecek ormanlık alanda) çadır kurarlar. Aynı yerde çadır kuran dört kişilik başka bir aile üç dört gün önce korkunç bir olaya kurban gitmiştir. Chook ve German isimli iki yerel serseri, anneye ve kızına tecavüz etmiş, sonra da daha yeni yürümeye başlamış bebekleri Ollie hariç bütün aileyi acımasızca öldürmüştür. Çiftimiz Ollie’yi bulur, sonra taşralı tecavüzcü katillerle karşılaşır ve beklenen hayatta kalma mücadelesi başlar. Mücadelenin bir yerinde Sam, Chook tarafından yakalanmış, Ian ise ormanda saklanmaktadır. Arkadaşı tarafından yanlışlıkla vurulup yaralanan German ile yine Chook tarafından hunharca yere çarpılan Ollie ise biraz ötesinde kıpırdamadan yatmaktadırlar. Ian, German’ın yanında duran tüfeği alıp kadını için savaşması gerektiğini bilmektedir ama yapamaz. Bunun yerine saklanmaya devam etmeyi tercih ederek kendisine biçilen erkek rolüne uygun davranmaz. Bu sahnede German’ın yanına kadar gelen Ian, tüfeğe bakar ve büyük bir ikilemde kalır. Ataerkil toplumsal düzene teslim olmuş seyirci, büyük ihtimalle “tüfeği al, savaş, diğer adamı öldür, sevgilini kurtar” gibi kendisine öğretilen kodları sıralamaya başlayacaktır farkında olmadan. Ian kendisinden bekleneni yapmaz ve saklandığı çalılığa geri döner. Filmin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin unutulmaz sahnesi hemen bundan sonra gelir. Chook, Sam’i bir ağaca bağlar ve Ian’ın teslim olmasını ister. Ian ise German’ın cebindeki araba anahtarlarını alıp kaçar. Araba sesini duyan Chook, Sam’i de yanına alarak diğer arabayla Ian’ın peşine düşer. Yolda “Erkek arkadaşın korkak tavuk gibi kaçtı” diyerek dalga geçen Chook’a Sam: “Hayır, kaçmadı, Ollie’yi kurtardı” diye yanıt verir. Arabaya giderlerken Ollie’nin sarılı olduğu bezin boş olduğunu görmüştür. Bu sahnede ataerkil toplumsal düzenin sarsılmaz gücüne bir kez daha şahit oluruz. Farklı katmanlarda da olsa aynı yapı içinde yaşamakta olan kurban ile tecavüzcü katil, toplumsal cinsiyet rolleri hakkında neredeyse birebir aynı düşünmektedir. Sam de önce Ian’ın kaçtığına inanmak istemez; kalması, kadınını koruması ve onun için savaşması gerektiği dışında başka doğru olamayacağını düşünür. Ama sonra Ollie’yi göremeyince Ian’ın yaralı bebeği kurtarmak için gittiğine inanmayı tercih ederek rahatlar. Ian’ın olay yerinden uzaklaşmasını ancak bu şekilde mantığına uydurabilir. Başka türlüsü imkân ihtimal dâhilinde değildir. Finale yaklaştığımızda çiftimiz tekrar bir araya gelir ve Sam’in ilk merak ettiği şey Ollie’nin nasıl olduğudur. Ian ise bilmediğini söyler. Sam’in başından aşağı kaynar sular dökülür ve acı gerçekle yüzleşir: Ian polisten yardım almak üzere bile olsa “gerçekten” kaçmıştır. Hayal kırıklığı ve öfke ile dolan Sam, ipleri eline alır. Erkeği tarafından kurtarılmayı beklemek yerine kendi toplumsal cinsiyet rolünden sıyrılır, savaşmaya başlar ve çiftimiz yaralı da olsa kurtulmayı başarır. Final sahnesinde, filmin hemen başında evlenmeye karar veren çiftimizi hastanede görürüz. Bakışlarından hâlâ Ian’a âşık olduğunu hissettiğimiz Sam, bir yandan da “seninle ne yapacağım ben” çaresizliği içinde gibidir.
Killing Ground, aralarında üç dört gün olan iki ayrı olayı paralel kurguyla vererek aslında bir bakıma basit hikâyesini biraz daha süslü bir biçimde sunmaya çalışıyor ve bu tercihiyle istediğini almayı da başarıyor. Yukarıdaki paragrafta detaylıca bahsetmeye çalıştığım toplumsal cinsiyet rolleri hakkında seyirciyi özeleştiriye zorlayan sahneler bu denli güçlü olmasa, izlenip unutulacak sıradan bir film olma ihtimali çok yüksek.
Ghost House (2017)
Ghost House ise egzotik bir tatil hayaliyle Tayland’a gelen Amerikalı bir çiftin başına gelen doğaüstü olayları anlatıyor. Jim ve Julie, aynı Killing Ground’daki çift gibi, filmin hemen başında evlenmeye karar verirler. Havaalanında karşılaşıp anlaştıkları Gogo isimli Taylandlı şoför/tur rehberi ile beraber Bangkok’u gezmeye başlarlar. Bu tip “Amerikalılar yurtdışı tatilinde” filmlerinde sıkça karşılaştığımız üzere burada da geri kalmış Doğu’yu aşağılama ve modern Batı’yı yüceltme diyaloglarıyla/sahneleriyle sıkça karşılaşırız. Derken çiftimiz otelde iki İngiliz (Robert ve Billy) ile tanışır ve onların kurduğu tuzak neticesinde Julie’ye intikamcı bir hayalet musallat olur. Jim, kız arkadaşını kurtarmak için “erkek rolüne” bürünerek “kendince” ipleri eline alır ama yardıma çağırdığı Gogo’nun yönlendirmesiyle, fenalaşan Julie’nin hastaneye değil de yakınlardaki bir köye götürülmesine karşı çıkamaz. Köyde Julie’ye ‘watabe’ ismi verilen intikamcı bir hayaletin musallat olduğuna kanaat getiren köylüler bir keşiş çağırır. Jim, kültürel olarak yabancı olduğu müdahaleye karşı çıksa da çaresizlikten kabul etmek zorunda kalır, ipler bir kez daha elinden alınmıştır. Keşiş, hayaleti kovmak için bir ayin düzenler ve Julie’ye koruyucu tılsımlar takar ama genç kadın düzelmez. Tekrar direksiyona geçen Jim, Julie’ye hastaneye götürür ama aradığı ilacı orada da bulamaz. Daha sonra kendilerini bu işe bulaştıran İngilizlerin peşine düşer ve aksiyon filmlerindeki kahramanları aratmayacak fedakârlıklarda bulunarak Julie’yi kurtarır. Bütün bu olan biten esnasında Julie tamamen pasif durumdadır. Erkeğin (kimi zamanlarda yetersiz ya da çaresiz kalacak zayıflıkta olsa bile) üstünlüğü kutsanır, kadının konumu net bir şekilde belirlenir.
Ghost House için en çok, “medeniyetler arası sosların çılgın bir karışımından müteşekkil, pek de lezzetli olmayan bir çorba” tanımı uygun düşecektir. Modern dünyayı temsilen Amerikalı bir çift, geri kalmış dünyayı temsilen Tayland’a tatile gelir ve tabii ki başlarına gelmeyen kalmaz. Tayland’da olduğumuz için felaketin adresi tabii ki intikamcı hayalettir. Ancak hayaletin hareket etme tarzını belirlemek için ilginç bir tercihte bulunmuşlar. Ringu (1998) ile başlayan dönem sonrası (J-Horror başlığı altında toparlanıp Batıya, bilhassa ABD’ye sunulan) Japon korku filmleri, ABD’de bir hayli popüler olmuştu. Bu filmlerdeki hayaletlerin kurbanlarına yaklaşırken kendine özgü bir hareket tarzı vardı. (Sadako’yu ya da Kayako’yu aklınıza getirin.) Filmdeki intikamcı hayaleti Taylandlı bir adama âşık olmuş, onunla evlenip Tayland’a gelmiş, aldatıldığını öğrenince de intikam almaya çalışırken yanarak ölmüş bir Japon kadına dönüştürerek Amerikalıların kolayca benimseyebileceği, onlara yabancı gelmeyecek (hatta belki Sadako’yu veya Kayako’yu hatırlatacak) biçimde hareket etmesini sağlamışlar. Ama bütün bu detaylar birleşince ortaya garip bir bileşim çıkıyor. Ghost House, öyle çok fazla dikkate alınması gerekmeyen, çılgın ama işlevsiz bir formülün peşine takılıp giden, vasatın altında kalan bir intikamcı hayalet filmi. Toplumsal cinsiyet rolleri hakkındaki söylemleri de ataerkil düzene hizmet edecek şekilde dizayn edilmiş.
Sonsöz
Her iki filmin sunduğu gerçeklik üzerinden bir yorum yapmak gerekirse; ister modern Batı’nın herhangi bir şehrine ya da taşrasına gidin, ister dünyanın diğer ucundaki az gelişmiş bir ülkeye gidin, ataerkil toplumsal düzenin dikte ettiği toplumsal cinsiyet rollerini benimsemiş bireylerin çoğunluğu oluşturduğuna şahit olacaksınız sonucuna ulaşıyoruz. Şaşırtıcı mı? Pek sayılmaz. Ancak ataerkil yapı tarafından acımasızca ezilen kadınların konumu, belli bir farkındalığa ulaşması ve akabinde dönüşümü hakkında önemli laflar eden Killing Ground ilginç noktalara temas ederken, Ghost House ataerkil yapıyla hiçbir biçimde ters düşmemeye özen gösteriyor.
Murat Kızılca