Hakan Günday’ı okumaktan keyif alıyorum. Çünkü akıcı, yoğunluğu olan ve okuyucuyu yazdığı farklı dünyaların içine çeken yazarlardan kendisi. O yüzden kitaplarını filmleştirmek de yürek isteyen konulardan. Bu anlamda Onur Saylak’ı tebrik etmek lazım. Sonbahar filminin yürek burkan Yusuf’u Onur Saylak oyunculuğun serin sularında rahatça kulaç atmanın yanında kendi filmini çekmenin derdinde. Kısa filmi Orman’la mülteci meselesine bakışımıza göz atan Saylak Daha ile meseleyi denk gelmiş bir konuyla boynundan kavrıyor. Kırmaya ramak kala da bırakıyor.
Film öncelikle bize, hepimize sunulan / dayatılan gelecekten ilham alıyor. Kiminin hayatı babasının ona biçtiği yolda, kiminin hayatı da çok uzaklardan gelen emirlerle bir anda paramparça olup yollara saçılıyor. Bir büyüme hikayesinin yanında bir baba oğul çatışması, nasıl biri olacağına dair kurduğun tüm hayallerin bir bodrum katına kilitlenen tüm insanlıkla birlikte buharlaşıp uçmasına dair. Sert, hareketli, kimi zaman çarpıcı bir yandan da seyirciyi ve kendini zorlayıcı bir pradigma çiziyor. Filmin kahramanı 14 yaşındaki Gaza. (kitapta dokuz yaşında) Karakterin çarpıcı olmasının yanında adeta Gaza’nın içine giren oyuncusu Hayat Van Eck’in katkısı da tartışılmaz. Babasını oynayan Ahmet Mümtaz Taylan’la olan fiziksel benzerlik kafalarda yaşanan çatışmanın ete kemiğe bürünmesine yardımcı oluyor.
Film duygu olarak içe işleyen, oradan ilerleyen filmlerden. Bir süre sonra size daha fazlasını vermesini beklediğiniz bir şeye dönüşüyor, film de onu yapıyor. Çatışmaların, kişisel isteklerin, döngünün ve belirlenen sonun dozajı artıyor. Mültecilerle dolup taşan bodrum katı küçük bir hükümdarlığa dönüşüyor ve Gaza’ya o hükümranlığı babasından aldığı mirasla daha sert bir şekilde içselleştirmek ve tekrarlamak kalıyor.
Filmin çok iyi akışının arasına arada farklı parçalar kaçmıyor da değil. Örneğin Gaza’nın okuma hayali yaşadığı dünyanın sertliğinde açan bir çiçek gibi çabucak solup gidiyor. Kendini kurtarma azminden o kendini bileme azmine tanıklık ediyoruz. Bu bilenme o kadar fazla tavan yapıyor ki gerçekliğin dışına taşıyor Orada filmin hep tutturmaya çalıştığı dozu kaçıyor. Gaza’dan küçük bir kötülük çiçeği yaratıyor film, babasından daha kötü, ondan daha acımasız. Hatta onu yerinden yurdundan eden ‘düşman’dan bile daha acemice bir kötülüğün pençesine düşüyor. Bu dönüşümün ayak seslerini film boyunca duyuyoruz ama bir anda karşımızda bulunca da çok inandırıcı gelmeyen bir hal bu!
Zaman zaman aşağıda bodrum katında yaşananlarda da bir absürdlük yok değil. Belki de bu kadar katı, kuralcı, kötülükle dolu, kaosun kol gezdiği ve insanların bu kadar sivrilmiş yaşam savaşımıyla karşı karşıya kaldığımız için afallamış da olabiliriz, ‘yok artık bu kadarı olmaz’ da demiş olabiliriz. Ama film zaten her şeyiyle taşmıyor mu, üzerimize kadar gelip bizi sonrasında bir bodrum katına kilitlemiyor mu? Tam taşacakken, kilitliyor, tam bağıracakken bir deliğe tıkıyor Organize olmuş bir suç dünyasında bir çocuğun oyununa dönüşüyor tüm sistem. Yükle boşalt sistemi…
Filmin mekanı, her şeyden koparılmış hali başarılı bir gerilim filmi havası yaratıyor ve filme fazlasıyla artı bir değer katıyor. Babasıyla orada yaşayan, onun yaşamın zorluğu üzerine dayattığı mavalları dinleyen, (belki de babasına babasından kalan hayat dersi de bu) kendilerine teslim edilen mültecilere önceleri ‘konuk’ statüsünde yaklaşan, sonrasında onları fazlalık, hayatına, geleceğine taş koyan bir azınlık, fazlalık olarak gören (ülkedeki genel bakış gibi) Gaza’nın intikam yeminine tanıklık ediyoruz. Arada zayi olan babanın esamesi bile okunmuyor. İki motorlu marjinal kardeş ise filmin ince çizgisi kıvamında. Hesapsız, ayarsız işlerin onlardan çıkacağı beklentisi var filmin bir yerlerinde. Ama onlar hadlerini bilen ve Gaza’nın iyi dünyasının (tarafının) başında nöbette duran iki marjinal. Onların temsil ettiği sınıfın her şeyi anlama çabası, beklentisi ve sonrasında dolan sabırları belki büyük patlamaları getirir umudu taşıtıyor gibi geldi yönetmen Saylak’a… Kimbilir…
Ben Daha’yı potlama yapan yerleri dışında çokça sevdim Bir kere yetkin bir sinema dili var Saylak’ın ve bu etkiyi her yönetmen ilk filmiyle her zaman yaratamıyor. İlk filmiyle yaratamayınca sonrası da pek olmuyor zaten. Oyuncu seçimi ve yönetimindeki başarı filmin genelini kapsayan bir şeye dönüşüyor. Bir baba oğul arasında yaşanan bir büyüme hikayesi, kişisel zincirlerini kırıp toplumsal bir döngüye dönüşüyor. Herkes kendi iktidarını yaratmanın derdinde diğerinin belini büküyor. Gaza tüm bu hayat derslerini hap yapıp ağzına atıyor, yutuyor ve sindiriyor. Romanın devamı var, Gaza’nın 24 yaşına kadar ki kötücül yükselişini takip ediyor ama film onu mültecilerin başındaki çoban olarak bırakmayı tercih ediyor. Tabii başında bekleyen daha büyük çobanlarla…
İnsanın karmaşık dünyasına sonradan çocukluğa inmek yerine çocukluktan bakarak giriş yapmayı tercih etmiş bir anlatım karşımızdaki. Böylesi daha doğru ve inandırıcı bir akış. O yüzden film bu kadar etkileyici bir hale geliyor, bir büyüme hikayesinin tam pençesine düştüğümüz için. Kişisel meseleyi sadece toplumsal bir sorunla halletmek yerine daha da karmaşıklaştırdığı için Daha’dan etkileniyoruz. O yüzden hep Daha’sını isteyen bir kotülük dünyasının gözlemcisi olmak istiyoruz.
Dediğim bazı hızlı detaylar dışında gayet etkili bir uyarlama olmuş Daha! Çocuk dünyasına etki eden detayları başarılı bir şekilde yerleştirilmiş, etki tepki meselesinin karşılıklı yansımasına yer vermiş önemli bir ilk film. Kendi adıma kayıtsız kalmam imkansız!