“Üniversite ve bölüm sayısını artırmak yerine bizim mevcut olan bu kötü ve dağınık eğitimi sistemini yeni baştan formatlamamız gerekiyor.”
2018’in ilk yazısını umut ve heyecanla kaleme alıyorum diyeceğim ama kaleme almıyorum, klavyemde tuşluyorum… Düşünce ve hayallerimizi paylaşmanın önemli olduğunu biliyorum. Kültür emperyalizminin sınırladığı, standartlaştırdığı, yabancılaştırdığı, ötekileştirdiği, zihinlerimize ve hayallerimize bile müdahale edildiği, formatlanmaya çalışıldığı bir dünyada var olmaya çalışmak, üretmek zor, onu da biliyorum. Ama umut hiç tükenmez, tükenmesin de… Sinema, kalite, sağlık, huzur ve bereket dolu bir yıl olun hepimize…
Geçtiğimiz yıl sinema salonlarında sadece 4 yerli belgesel film gösterildi. Blue, Kedi, Sabah Yıldızı ve Pehlivanlar. Bu yıl için, bu sayının ayda 4 olmasını diliyorum. Gerek televizyonlarda, gerek internette, gerek festivallerde şahane belgeseller izleyelim… Hem nicel hem de niteliksel olarak. Soralım, sorgulayalım, düşünelim, tartışalım, yeniden üretelim, birbirimizden öğrenelim…
2017-18 akademik yılında İstanbul Üniversitesi Rd-TV-Sinema bölümünde doktoraya başladım. Doç. Dr. Şükrü Sim’in İleri Film Analizi dersinde Türkiye ve dünyadan özgün film örnekleri izleyip okumalar yaptık. Çoğu kez sohbet gelip Türkiye’deki sinema eğitimine dayanıyordu. Şükrü Hoca’nın bu konudaki düşüncelerini sizlerle de paylaşmak istedim ve sizler için özel bir röportaj yaptım.
Türkiye’deki İletişim Fakültelerinin “Radyo-TV-Sinema bölümleri” ile Güzel Sanatlar Fakültelerinin “Sinema ” bölümlerinin sayıları hızla artıyor. Sayıları toplamda neredeyse 100’e ulaşmak üzere. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunuzdaki “Radyo-TV-Sinema bölümleri” tanımlamasından başlayarak konuyla ilgili sorunları konuşmaya başlasak iyi olur. Öncelikle ülkemizde sinema eğitiminin çok ciddiye alındığını söylemek mümkün değil maalesef. Dünya çok hızlı bir biçimde, başta teknolojik alanda olmak üzere, ekonomik, sosyolojik ve siyasal değişimler ve gelişmeler yaşadı. Teknolojik ve toplumsal hayatta yaşanan devrim niteliğinde bu değişimler bizim ülkemizdeki eğitime nitelik bakımından çok olumlu yansımaları olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Üniversite ve fakülte sayısı hızla artıyor ama bunun yanında niteliğin aşağı doğru gittiğini gözlemliyoruz. Bizim alanla ilgili eğitimde yaşanan gelişmeler de aşağı yukarı aynı durumda.
Ülkemizde sinema eğitimi ile ilgili bölümler genel olarak, “Radyo-TV-Sinema bölümleri” şeklinde açılmış ve aşağı yukarı bu şeklide açılmaya devam ediyor. Bir iki tane istisnayı saymasak genelde sinema ile ilgili bölümler bu başlığın altında açılmış. Oysa başta ABD olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde bu durum çok farklı bir eğitim formatına sahip. Bu ülkelerde sinema eğitimi diğer bölümlerden tamamen bağımsız, sinemanın kendi temel unsurları üzerinden ilerliyor. Bu ülkelerde sinema öğrencileri sadece sinemanın temel kavramları ve onu meydana getiren öğeler üzerine yoğunlaşarak daha derinlemesine ve kapsamlı bir sinema eğitim sürecinden geçmiş oluyorlar. Yönetmenlik, kurgu, görüntü yönetmenliği, senaryo, sanat tasarımı, ses, ışık ve renk gibi sinemanın önemli kavramları üzerinde yoğunlaşarak sinemacı olma yolunda ilerliyorlar. Hatta bazı üniversitelerde sinemanın bu temel kavramları birinci sınıfta öğrenciye giriş mahiyetinde öğretilir ve öğrencilerin bu adı geçen alanlardan biri üzerine yoğunlaşmasına olanak verilir. Senarist ya da görüntü yönetmeni olmak isteyen bir öğrenciye daha çok bu konularla ilgili eğitim görme imkanı sağlanmaktır. bir sürü gereksiz, farklı ve sinema eğitimine hiçbir katkısı olmayan derlerle öğrenciyi boğmuyorlar. İlkokuldan beri bize dayatılan ve çok zamanımızı alan zorunlu ama gereksiz dersleri gelişmiş ülke okullarının sinema okullarında göremezsiniz.
Kısacası üniversite ve bölüm sayısını artırmak yerine bizim mevcut olan bu kötü ve dağınık eğitimi sistemini yeni baştan formatlamamız gerekiyor. Öğrencilerin bu bölümlerden daha nitelikli ve donanımlı çıkabilmeleri için başta bölüm isimleri olmak üzere tüm müfredatın radikal bir biçimde acilen değiştirilmesi gerekiyor. Sinema kendi başına büyük evren ve öğrenilmesi uzun bir süreç gerektiriyor. Sinemanın yukarda saydığım temel kavramlarını öğretmek için bazı ülkeler 6 yıl lisans eğitimi veriyor. Örneğin Rusya’da sinema bölümü adı altında, kurgu, senaryo, yönetmenlik, görüntü yönetmenliği, eleştirmenlik gibi temel kavramlar üzerinde bir branşlaşma yaratılarak ilerliyor eğitim süreci. Bizdeki durum ise eğitimi karman çorman edip, her şeyden biraz vererek öğrencilerin hiçbir konuda yeterli donanıma sahip olmasına olanak tanınmıyor. Ne yazık ki bu eğitime sinema eğitimi demek çok doğru değil.
Bu bölümlere gelen öğrenci profili hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu bölümlere merkezi sistemle öğrenciler geliyor ve ne yazık ki çok bilinçli tercihlerle geldiklerini söyleyemeyiz. Gençlerimiz ilköğretimden itibaren kötü bir eğitim sürecinden geçtikleri için buraya gelirken de alt yapıları yetersiz geliyorlar. Yeterince bölümle ilgili malumat sahibi olmadan, sadece sinema ve televizyonun popülaritesine kapılarak geliyorlar büyük çoğunluğu. Liselerde okuyan öğrencilere bölüm tercihi yapılırken çok iyi rehberlik edilmediği çok açık. Ailelerin de çocuklarını çok iyi yönlendirdiğini kimse söyleyemez. Aileler için çocukların yeteneklerinden çok başka kaygılar ön planda. Ülkenin ekonomik ve eğitim koşullarlıyla alakalı biraz da bu durum. Ama öğrencilerin doğru tercih ile doğru bölümlere yerleştirilebilmesi için çocuklarımıza ilköğretim yıllarından itibaren doğru rehberlik edilmesi, çocukların hangi alanlarda ilerlemesi ve yeteneklerini keşfedebilmesi hususlarında aile ve eğitimcilerin birlikte hareket etmesi çok mühim bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. İşin temeline inmek çözümü daha derinlerde aramak gerekiyor.
Bu bölümlerdeki akademik kadro ile fiziksel-teknolojik imkanları nasıl yorumluyorsunuz?
Diğer alanlarda yaşanan yetersizlik ne kadar büyükse bu alanlarda yaşanan da budur. Evet, akademik kadro çok yeterli değil ama hangi alanda akademik kadro iyi diyebiliriz!? Yüzlerce yeni üniversite ve yeni bölümler açılıyor, akademik kadro nasıl yetsin bu kadar fakülte ve bölüme. Ayrıca akademik gelişimin bu ülkede çok iyi olmadığı hepimizin malumudur.
Teknik altyapıya gelince bu konuda çok sorun olduğunu sanmıyorum. Özellikle İstanbul dışındaki, yer/mekân sorunu yaşamayan üniversitelerimizin stüdyoları müthiş teknik altyapılarla donatılmış durumda. Bizim üniversitede de teknik altyapı konusunda bir sorunumuz yok, yalnızca bina ve mekândan kaynaklı sorunlarımız var. Kamera ve kurgu setlerimiz çok yeni ve iyi durumda.
Sinema sanatına yatkın, yetenekli ve tutkulu öğrencileri yine sinema sanatına kendini adamış tutkulu ve birikimli akademisyenlerle buluşturabilirsek büyük bir adım atmış oluruz. Bütün mesele burada başlıyor ve burada bitiyor. Bunu nasıl yapacağımızı bir an önce tartışmamız ve bu konuda yeni yöntemler geliştirmemiz acilen gerekiyor.
Ve bu okullardan mezun olanlar… medya ve sinema sektöründe yeterli sayı ve kalitede var olabiliyor mu?
Ne yazık ki yukarıda saydığım sebeplerden dolayı öyle bir yeterlilikten ve kaliteden bahsetmek mümkün değil. Eğitim alanında ciddi reformlar yapılmadığı sürece birçok alanda görülen yetersizlik bu alanla ilgili önemli bir sorun olmaya devam edecektir.
İdeal sinema eğitimi nasıl olmalı sizce?
İdeal sinema eğitimi, ideal öğrenci adayları ile ideal öğretim üyelerinin bir araya gelmesi ile mümkündür. İdealist tutkulu ve yetenekli öğrencilerimizi aynı şekilde bu meslekte başarılı arzulu akademik kadroyla buluşturmamız gerekir. Bunu nasıl başarabiliriz meselesine odaklanmalı ve bu yönde cesur radikal adımlar atılmalı bir an önce. Yoksa birçok alanda olduğu gibi yapmış “mış” gibi eğitim yapmaya devam ederiz.