Sinema tarihinin en üretken ve uçarı yönetmeni olarak tabir edebileceğimiz Woody Allen, her yıl bir film çekme geleneğini sürdürüyor ve Wonder Wheel ile yeniden huzurlarımıza gelmeye hazırlanıyor. 22 Aralık’ta vizyona girecek filmi, Türkiye prömiyerini yaptığı 5.Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nde izleme şansına eriştim ve açıkça diyebilirim ki, Woody Allen sahalara gümbür gümbür dönüyor!

Aslına bakılırsa, Woody Allen sinemasının özellikle 2000 sonrasında irtifa kaybettiği gerçeği ile yüzleşiyoruz. Fazlasıyla dağınık, tekrara düşen ve amiyane tabirle sıkıcı olarak nitelendirebileceğimiz birçok film, yönetmenin filmografisini de tartışmaya açmıştır. Ancak bu süre zarfı içerisinde Woody Allen, zaman zaman da olsa eski güzel günlerini hatırlatan filmlerin altına imza atmayı ihmal etmedi. İşte, o güzel ve değerli filmlerden bir tanesi de Wonder Wheel. Retro atmosferi ile izleyeni içine çeken ve her bir anıyla tebessümü beraberinde getiren film, Woody Allen sinemasının da son yıllardaki en iyi işlerinden biri. Biz de bu vesileyle, usta sinemacının 2000 sonrasındaki en iyi filmlerini listeledik. Kemik çerçeveli gözlükleriyle Woody Allen huzurlarınızda.

Scoop (2006)

2000 sonrası Woody Allen filmleri içerisinde en akılda kalıcılarından biri de hiç kuşkusuz ki Scoop’tur. Hugh Jackman ve Scarlett Johansson ikilisinin The Prestige’den sonra yeniden bir araya gelişini müjdeleyen film, aynı zamanda alışılagelmiş Woody Allen anlatısını, gizem sosuyla süslemesiyle de fark yaratıyor.

Gelecek vadeden gazetecilik öğrencisi Sondra, peşine düştüğü bir cinayet soruşturması sonucunda Peter Lyman ismine ulaşır. Onun amacı her ne kadar peşine düştüğü cinayeti açığa çıkarmak olsa da Peter Lyman’ın karizmatik duruşu karşısında duygularına hakim olamayacaktır. Bu dakikadan itibaren meraklı gözlerli üzerine çekmeyi başaran, bir yandan da Sondra ile Peter arasında vuku bulan yakınlaşmayla, kadın-erkek ilişkisine farklı bir bakış açısı getiren Woody Allen, seyir zevkinin bir an olsun düşmediği bir filmi de izleyicisinin huzurlarına bırakır.

To Rome With Love (2011)

2000 sonrasında, Avrupa’nın gözde şehirlerini filmografisinin merkezine yerleştiren Woody Allen, bu kez rotasını Roma’ya çeviriyor ve aşıklar şehrinden harikulade bir anlatı çıkarmayı başarıyor. To Rome With Love, farklı hikayeleri, başka hayatları, Roma’nın eşsiz atmosferi çerçevesinde izleyicisine sunarken, bir an olsun yormuyor ve ekran başına geçen herkesi hikayesine ortak etmeyi başarıyor.

Woody Allen sinemasının mihenk taşlarından olan kadın-erkek ilişkisinin yanı sıra, arkadaşlık ve idealar gibi konulara da parantez açan To Rome With Love, zaman zaman izleyicisini bir turist hüviyetine büründürüyor ve Roma’nın benzersiz görüntüleri eşliğinde, doyumsuz bir tura çıkarıyor. Bu yönüyle de değerli bir noktada duran film, izleyicisini sıkmayan aksine farklı hikayeleri vesilesiyle dinamizmini koruyan ve anbean kahkaha vadeden yapısıyla, Woody Allen sinemasının da keyifli seyirliklerinden biri olarak öne çıkıyor.

 

 

 

Whatever Works (2009)

Woody Allen sinemasının, olgun günlerini günümüze taşıyan ve varoluş sancısından, kapitalizme kadar birçok hususu temel alan Whatever Works, bir kez daha sırtını dayadığı kadın-erkek ilişkisinin çıkmazından gücünü alıyor.

Malum, Woody Allen filmlerinin yıldızı her daim kendisi olmuştur. Gerek senaryodaki başarısı, gerekse kamera arkasındaki yetisiyle, usta sinemacı filmlerini yücelten birinci etmen olarak hep öndedir. Ancak Whatever Works’un özelinde konuşursak, filmin yıldızının Boris karakterine hayat veren Lary David olduğunu söylemek elzem olacaktır. Keza başarılı oyuncu, entelektüel ama bir o kadar da karmaşa içindeki karaktere, mizah sosu yüksek bir şekilde hayat vererek gönülleri fethetmeyi başarıyor. Başından sonuna dek eğlenceli ve eleştirel bakış açısıyla dikkat çeken film, Woody Allen’ın has sinema dilini özleyenler için bulunmaz bir Hint kumaşı niteliğinde.

Blue Jasmine (2013)

Blue Jasmine için, Woody Allen’ın son yıllardaki en ses getiren filmi yakıştırmasını yapmak pekala mümkün. Bundaki en büyük pay sahibi ise karakteri adeta yaşayarak huzurlarımıza getiren Cate Blanchett’ın ta kendisidir. Tabii işin içine, depresif bir ruh halinin dokunaklı anlatısı da girince, filmin başından sonuna dek vurucu yapısıyla izleyici karşısına geldiğini söyleyebiliriz.

Jasmine, New York’un varlıklı ailelerinden birine mensuptur. Ancak günün birinde kocasının iflas etmesi, onun San Francisco’daki üvey kardeşinin yanına taşınmasına neden olur. Bu dakikadan itibaren karakterin çıkmazlarla örülü haleti ruhiyesini ve her çırpınışta daha fazla dibe batışını olanca gerçekçiliği ile izleyicisine aktaran Woody Allen, burjuvazinin çöküşünü kendine has anlatımıyla resmederek izleyicisine bambaşka bir lezzet sunmayı başarıyor.

Match Point (2005)

Woody Allen sinemasının 2000’lerdeki ilk başarılı filmi olarak addedebileceğimiz Match Point, merak uyandıran hikayesiyle dikkat çeken, gizemli ve bir o kadar da sürükleyici bir film olarak karşımıza gelmektedir.

Aşk mı yoksa para mı sorunsalını her daim diri tutan, aynı zamanda beslendiği metaforlarla anlatısını güçlendiren Match Point, çıkmazlarla örülü hikayesiyle de seyir zevki yüksek bir iş olarak belirmektedir. Yapaylıktan oldukça uzak, gerçekçi ve bir o kadar vurucu yapısıyla dikkatleri üzerine çeken film, Woody Allen sinemasının da en farklı işlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Aynı zamanda tamamı Londra’da çekilmesi ile de yönetmen adına farklı bir tecrübeyi içeren film, bir an olsun dikkat kaybına mahal vermeyen, aksine pür dikkat izlenmeyi zorunlu kılan ve finaliyle soğuk duş etkisi yaratan bir yapım olarak öne çıkmaktadır. Çağımızın en güzel kadınlarından Scarlett Johansson’un ilk defa Woody Allen ile çalışmasına da vesile olan Match Point’un bir diğer başrolü ise Jonathan Rhys-Meyers’tır.

Wonder Wheel (2017)

Woody Allen sinemasının son yıllardaki tekrara düşen ve git gide sıradanlaşan anlatısını unutturan ve adeta geçmiş güzel günlerden çıkagelmiş izlenimi yaratan Wonder Wheel, izleyicisini anbean tebessüm ettiren ve sürükleyici hikayesiyle büyüsüne ortak eden bir yapıyla huzurlarımıza geliyor.

Kamerasını bu kez 1950’lere götüren Woody Allen, bir lunaparkta yaşayan Ginny’i odağına alıyor. Eski bir tiyatrocu olan ve ilk eşinden boşandıktan sonra, yaramaz oğlu Richie ile birlikte Humpty’nin yanına sığınan bu güzel kadın, kendini adeta hayatın koşuşturmacası içine bırakmıştır. Ta ki Humpty’nin mafyadan kaçan kızı Carolina ve yakışıklı cankurtaran Mickey hayatlarına dahil olana kadar… Bu dakikadan itibaren, bir kadının yeniden doğuşunu ve elindekini kaybetmemek adına ne denli büyük bir satranç oyuncusuna dönüşebileceğini merkezine alan film, bir yandan finaline dek sürüklerken, bir yandan da mizahi yapısıyla güldürmeyi başarmaktadır. Özellikle rengarenk yapısı ve retro duruşuyla, izleyicisine bambaşka bir tecrübe vadeden Wonder Wheel, Woody Allen’ın da son yıllardaki en dişe dokunur işi olarak belirmektedir. Aynı zamanda Kate Winslet’ın başrolde devleştiği ve Oscar’a göz kırptığı film, sinema salonuna gidecek herkesin keyifle seyredeceği bir yapım olarak öne çıkmaktadır.

Vicky Cristina Barcelona (2008)

Avrupa’nın en güzel kentlerinden biri olan Barcelona’yı merkezine alan ve özel dokusuyla büyüleyen bu şehri başrol hüviyetine yerleştiren Vicky Cristina Barcelona, tam manasıyla şarap gibi bir film olarak huzurlarımıza gelmektedir. İzledikçe lezzetlenen, düşündükçe daha da yerine oturan film, yaz tatili için Barcelona’ya giden Vicky ve Cristina’nın hikayesini izleyenlerine aktarırken, bir yandan da eşsiz sinematografisi ile büyülemeyi başarmaktadır.

Başından sonuna dek bir Woody Allen başyapıtı olarak nitelendirebileceğimiz Vicky Cristina Barcelona, bir yaz tatili filmi olarak başlayan ancak sonrasında izleyicisini çıkmazlarla örülü olaylar silsilesi içerisine bırakan farklı ama bir o kadar da cazibesi yüksek bir iş. Scarlett Johansson, Javier Bardem ve Penelope Cruz’un başrolleri paylaştığı film, özgün hikayesi kadar sanat yönetimiyle de doyumsuz bir seyirlik halini alıp, Woody Allen filmografisinin en önemlilerinden biri olarak öne çıkmayı başarmaktadır.

Midnight in Paris (2011)

Woody Allen’ın modern bir masal olarak izleyicisine sunduğu Midnigt in Paris, sanat dünyasının en şaşalı günlerini yaşadığı 1920’lerin Paris’ine doğru bir yolculuğa çıkarırken, bir yazarın ilham arayışına da parantez açmayı ihmal etmiyor.

Bu filmde kimler kimler yok ki… Salvador Dali, Ernest Hemingway, Luis Buñuel ve daha niceleri! Esasen bu isimlerin varlığı dahi, Midnight in Paris’i çekici kılmaya yetiyor. Ancak Woody Allen, onları yalnızca hikayeyi güçlendiren yan etmenler olarak kullanıyor ve nispeten başarısız bir yazar olarak nitelendirebileceğimiz Gil’in zamanda yolculuğuna ve bu serüven esnasında yaşadıklarına ağırlık vererek tadına doyulmaz bir seyirliği huzurlarımıza getiriyor. Midnight in Paris’i 2000’lerdeki en iyi Woody Allen filmi olarak lanse etmek mümkün. Çünkü en başta film, izleyeni bir an olsun sıkmıyor, doyumsuz kahkahalar vadediyor, daha da önemlisi ayakları yere sağlam basan senaryosu ve onu destekleyen biçimiyle usta işi bir film olduğu izlenimini anbean karşı tarafa hissettiriyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.