Son yıllarda her birinin farklı bir zeka ürünü olmasına alışılan teknoloji şaheseri çılgın diziler serisinin arasında ‘This is us’ konusu ve tekniğiyle resmen huzur veriyor. Hem de çok özlenen ancak o kadar unutulmuş ki neyi özlediğinin bile ayırdında olmayan milyonlara tekrar en temizinden aşk, aile, kardeşlik ve arkadaşlık yani illa ki sevgi diyerek huzur veriyor. Bütün kusurlarıyla, eksikleriyle telafisi imkansız yanlışlarıyla bir aile olmanın mükemmel acı ve mutluluklarını anlatan şiirsel gerçekçi bir yapım. Reklamlardaki toz pembe Amerikan rüyası yanılsamasıyla kandırmak yerine eksisi ve artısıyla aslında yanlışsız ve eksiksiz bir aile olunamayacağını ama yeter ki sevgisiz olunmaması gerektiğini her bölümde yeniden ve başka bir açıdan ispat ediyor. Karakterlerin bugününü aslında geçmişlerinin sonuçlarını açıklayarak gösteren yapıda şimdinin tanımı derinlik kazanıyor.
Üçüz bebek bekleyen bir ailenin bebeklerinden biri ölünce hastanedeki terk edilmiş siyah bebeği almalarıyla başlıyor dizi. Hiç çocuğu olmadığı için bebek almaktan farklı bir durum, dahası beyaz bir ailenin üçüncü bebeğin siyah olmasını evlat edinmek için sıkıntı etmemeleri de büyük ve çok değerli mesajlar içeriyor. Öncelikle sadece senin olanı değil dünyayı ve insanı sevmeyi örneklendirdiği için gönül telini titretirken gülümsetiyor. Hikaye çocukların büyümüş halleriyle çocukluklarına paralel geçişlerle ilerliyor. Böylece evin siyahı olan (Randall) bir çocuğun ‘farklı’ olmamak için yaptıklarıyla bugün kurduğu siyah ailesi arasındaki neden sonuç ilişkisini izah eden bir yapı sunması ilginç bir seyir keyfi sunuyor. Hatta gösteriyor ki aile içi sonsuz sevgiye karşın toplumsal yapıdaki önyargılar ve gizli ayrımcılık kişinin yaşamında ciddi hasarlara yol açabiliyor. Farklılığından korkmak, kendinden saklanmak ancak yine de özel olmak çabası içinde istemsiz çatışmalar yaşayan çocuğun aslında ailesinin de nasıl davranacaklarını bilmedikleri ve bocaladıkları görülüyor. Ne kadar güzel ki bu ailenin çok iyi bildiği bir şey var; sevmek ve sevmek toplumsal dayatma ve önyargıların yarattığı sıkıntıları çözmeye yetmese de büyük ölçüde çocukların her birinin en azından hasarlı da olsa iyi insanlar olmasını sağlıyor. Randall beyaz bir ailenin evlat edinilmiş üçüzlerinden biri olarak her açıdan üvey, öteki ve farklı olmasına karşın bugün başarılı bir avukat olarak geçmişi temizleyip geleceğini sevgiyle inşa etmekte kararlı ilerliyor. Özellikle birinci sezonun sonunda karısına yaptığı sürpriz, iyiliğin de kötülüğünde bulaşıcı olduğunu örneklendirirken yürek burkarken alabildiğine umutlandırıyor.
Üçüzlerden Kate ise çocukluğundan itibaren zayıflama çabası içindeki milyonları temsil eden sevgi dolu bir obez oluyor. Her zaman ‘XL’ beden giysilerinin içinde ne denli küçümsendiğini ya da en başta koca gövdesinin içinde kendini nasıl değersiz, küçük ve fazlalık hissettiğini anlatıyor. Ancak asıl mesele sadece kiloları yüzünden kendisine bir yaşam seçmeyi bile hak görmeyerek biyolojik ikiz kardeşi Kevin’in yaşam düzenleyicisi, hizmetçisi, sırdaşı, yandaşı belki de sadece gölgesi olarak var olmayı seçmesi ki bu yanlışın ayırdına da başka bir obez sevgili yardımcı oluyor. Bedenin kimlik inşasına sorun ve yük teşkil ettiğinin inanılmaz örneklerinden biri. Üstelik obezite meselesi üzerinden köpürtülmüş bir dram yaratmak yerine gerçeğin dayanılmaz zorlukları yumuşak bir dille anlatılıyor. Aynen Randall örneğinde ırkçılık gibi devasa ağır bir meseleyi ne hafife alarak ne de trajedisinden beslenerek tadını kaçırmadığı gibi! Çünkü tüm metnin her hücresine sinen ve seyirciye geçen iyi niyetli bir duygu, umut ve sevgi mesajları her karakteri kapsıyor. Aslında insanoğlunun her derdinin hem sebebi hem çaresi olarak ‘sevgi’nin gösterildiği ve bunu didaktik kamu spotu tadında değil gerçekten içeriğin her karesine yedirerek anlattığı için ‘This is us’ obez Kate ile gerçekten büyülüyor.
Üçüzlerin en havalı ve yakışıklısı (Kevin) ünlü bir dizi oyuncusu olarak yaşamına devam ederken çocukluğundan itibaren bir obez kız kardeşine bir siyah kardeşine yaslanan daha sorumsuz ancak sempatik bir karakteri temsil ediyor. Sonuçta üçüz olmalarına karşın bazılarının hep küçük kardeş kontenjanında aileden kop/a/mayan dolayısıyla bir arada olmalarına vesile olan ancak genellikle istek ve beklentileriyle hem sıkıntı hem de eğlence kaynağı yaratan bir karakter. Aşk, iş ve aile üçgeninde sevabıyla günahıyla kendisinden kaçan ancak kendisini arayan ve yüzleşen naif bir karakter olarak aile bireylerine de gülümseme sebebi oluyor.
Merkezde üçüzlerin ebeveynleri Rebecca, Jack ve çocukları ile çocukların yetişkinlik halleri, bugünkü aileleri anlatılırken yaşamlarından geçen arkadaşlar, doktor (üçüzlerin doğumunu yaptıran), itfaiyeci ( hastanenin önüne bırakılan bebeği önce evine sonra hastaneye götüren adam), siyah bebeğin öz babası (bebeğini itfaiyenin önüne terk eden baba) ve iş arkadaşları da hikayeye eşlik ediyor. Bu karakterler odak noktasını güçlendirmekle kalmıyor, meselelere farklı bakış açılarıyla boyutlar kazandırarak metni zenginleştiriyorlar.
Sonuçta yazarak anlatmak yetmiyor çünkü dizi de hiçbir şey olmuyor gibi ama her şey oluyor. Çağımızın hastalığı yalnızlığın çaresi aile midir, hatta geniş aile midir gibi son derece zor sorular sorarak her bölümde farklı kültürlerden milyonları gülümsetiyor, ağlatıyor, kalp sıkıştıran mevzulara zarif ve naif bir üslupla incitmeden dalıyor. Haliyle ‘This is us’ reçeteyle satılmayı hak edecek kadar iyi geliyor cidden… Ne de olsa iyiliği bir meziyet gibi değil zaten görev olarak gören güzel yürekli insanların hikayesinden oluşuyor. Özellikle iyilikseverlere iyi geleceği garanti görünüyor!