Ulusal yarışmasız Antalya Film Festivali’inin becerebildiği tek şeyin sinemacıları ve sinema yazarlarını birbirinden şüpheye düşürmek oldu kanaatindeyim. Sırasıyla belgeselin, kısa filmin ve en nihayetinde ulusal sinemanın kovulduğu ve tam da bu yüzden artık ¨film festivali¨ olarak tanımlanamayacak bu ucube organizasyona katılmayanların bahaneye ihtiyacı yoktu. Ama ya her şeye rağmen orada olanlar… Onlar da mevcudiyetlerini haklı bir sebebe ulaştırmaya çalıştılar. Sinemacıların derdi para çünkü film çekmek para gerektiriyor. Bu da bazı etikleri yok saymaya yol açabilir. Peki ya sinema yazarları, onlar neden oradaydılar?
Antalya Film Festivali bittikten hemen sonra, her şeye ve hatta İstanbul’daki alternatif festivale (54. Ulusal Yarışma) rağmen Antalya’ya giden kalemlerin yazıları gelmeye başladı. Bu yazıların tamamı aynı zamanda bir ‘neden oradaydım’ savunması içeriyordu ve benim asıl ilgimi çeken de bu bahaneler oldu. Kıymetli bir eleştirmen arkadaşım kaleme aldığı izlenim yazısında Antalya’daki mevcudiyetini ¨alanı boş bırakmamak¨ olarak nitelendirdi. İşte, bu bana enteresan geliyor!
Ortada boş bırakılmayacak bir alan yok çünkü! Kısa yok, belgesel yok, ulusal sinema yok! Bahaneden bir festival… Pal Sokağı Çocukları’nın finalinde çocuk çetelerinin paylaşamadığı boş arsaya inşaat makineleri girer ya… İşte Antalya’nın durumu da öyle! Görünen köy kılavuz istemez; bu belediye başkanıyla ve ekiple bu iş devam edemez. ¨Eder, çok da güzel eder¨ diyebilirsiniz ama ettirdikleri hali bu ülkenin sinemacılarını ve sinema yazarlarını ilgilendirmiyor. Alanı boş bırakmamak ya da olanı biteni izlemek üzere bahanelendirilen katılım sadece onların doğruyu yaptıklarını sanmalarına yol açıyor. Duruma bu hassasiyetle yaklaşmalı.
Antalya’dan dönen birkaç sinema yazarı arkadaşıma dümdüz bir soru yönelttim; ¨neden gittin¨ diye sordum. Cevap genelde aynı… ¨Çünkü ben bir gazeteciyim¨.
Ben aynı fikirde değilim. Bana göre sinema yazarı gazeteci değildir. Sinema yazarı dediğimiz kişi bir sinema entelektüelidir. Ülke sineması üzerine fikir üreten, kafa yoran, doğruyu-yanlışı gören-gösteren kişidir. Yani savaşın ortasındaki bir savaş muhabiri ya da fotoğrafçısı değildir. O da savaşan taraflardan biridir. Kendine ait bir cephe açmış ve burada alan savunması yapmaktadır. Hal böyleyken düşman tarafına, ¨bakalım burada neler oluyor¨ diye geçmenin bir alemi yok. Şunu da bilin ki, bu satırları; 2013 yılında yapılan festivale ¨ben gazeteciyim, olanı biteni görmeli ve aktarmalıyım¨ diyerek katılan, bunu layıkıyla yapan yine de ve bundan utanç duyan biri olarak yazıyorum. Bu adamlar-kadınlar Altın Portakal’ı bize boğduruyorlar!
Ha, bir de şu var; Antalya Film Festivali değil de Yozgat Film Festivali olsaydı bu protesto çok daha büyük bir başarıya ulaşırdı. Kimsenin Yozgat yollarına düşeceğini sanmıyorum. ¨Film yoksa deniz var, iki yüzer geliriz¨ diyen de çok olmuştur eminim ama ben bu yazıyı onları düşünerek yazmadım.
Film Festivalleri sinema sanatını takdir etmek ve yüceltmek amacıyla hareket eden kültür etkinlikleridir. Bir zamanlar severek katıldığım Antalya Film Festivali yani Altın Portakal, siyasi hesaplarla çürütülmüştür. Kendi sinemasından-sinemacılarından korkan bir film festivali olmasa da olur. Olacaksa da biz orada olmayalım. İleride utanmamak için gerçek bir tavır koymak şart. Umarım seneye hepimiz bir ve birlik içinde oluruz.
murattolga@otekisinema.com