Bu ay konuğum Doğuş Algün. Doğuş çok iyi, etkileyici bir kısa film olan “Abiye” ile kısa film sektörüne iyi bir giriş yaptı. Ailesinin mesleğini odak noktasına oturtarak onlarla birlikte çekmiş bu filmi… İyi okumalar…
Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
1990 yılında İstanbul’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi yine bu şehirde tamamladım.Üniversite yılları biraz karışık bir dönem Elazığ’da Veterinerlik, bir dönem İzmir’de Uzay Bilimleri okudum. Ancak ikisini de yarı yolda bıraktım.Ardından üçüncü üniversitemde Dokuz Eylül’de Dramatik Yazarlık okuyarak üniversite hayatımı tamamladım. Bu süreçte beş kısa film yönettim ve yine yazıp yönettiğim bir tiyatro oyunum var.
Senin için kısa filmin tanımı nedir?
Kısa film, hikaye anlatı biçimidir. Başına “kısa” sıfatının konması tamamen süreyle ilgili bir durum. Yoksa nice kısa filmlerin, etki olarak, birçok uzun filmden, dizi serisiden daha dolu ve etkili olduğunu düşünüyorum. Kısa film, meseleyi on kelimeyle değil belki üç kelimeyle de anlatılabileceğini gösteren cesur bir hamle.
Biraz Abiye’den ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?
Abiye, ailemin mesleği. Hikaye de aslında yaşanma ihtimali olan bir durumdan çıktı. Aile fertlerim de hikayenin başrolleriydiler, filmin de başrolü oldular. Çekimden önce çok fazla gözlem yapma ve farklı insanlarla fikir alışverişi imkanım oldu. Abiye biraz inatçı olduğum bir iş oldu. Bazen tüm ipleri elime alarak, bazen her şeyi akışına bırakarak hazırlıklarını yaptığım bir projeydi. Ama başarmak istediğim hissi imkansızlıklara kaybetmek istemiyordum. Gerçeklik sinemada sevdiğim bir durum. Abiye de bu gerçeklikle insanlarda vicdan muhasebesini yapmasına; doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı tekrar sorgulamasında bir araç oldu. Çünkü hangi işle uğraşırsanız o işin insani sorumlulukları sizi bazı tercihler yapmaya itebilir. İnsanın karakterini oluşturanın da bu tercihlerde aldığı kararlar olduğunu düşünüyorum.
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?
Sinema, oluşundan beri teknolojiyle varlığını sürdüren bir sanat. Ama teknoloji öyle noktalara geliyor ki devamında ne ile karşılaşacağımızı kestirememeye başladık. VR teknolojisi, hologram, uçan kameralar,gerekli oldukça kısa filmlere de girecek ve belki de sinemanın merkezine oturacak teknolojilerdir. Abiye filminde final sahnesinidrone’la tamamladık.Filmde yakalamak istediğimiz dile aykırı dursa da bir şekilde filmin içine montelemeyi başardık. Teknoloji, kısa filmlere teknik zenginlik dışında pek bir şey getireceğini düşünmüyorum, ama hikayeyi sakatlama ihtimali yüksek, buna dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?
Sinema, hikaye üzerine kurulu olduğu için, edebiyatçısından etkilenmiş bir yönetmen beni daha rahat etkilemeye başarır. Nuri Bilge Ceylan’ın Çehov’la, Zeki Demirkubuz’un Dostoyevski’yle olan ilişkisi dikkatimi çekmeye yetiyor. Ama genel olarak İran Sineması, Doğu Avrupa Sineması ve Türk Sineması yakından takip ettiğim filmleri ve yönetmenleri fazlasıyla barındırıyor.
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?
Zamanla gelişeceğini düşünüyorum. Bu durumu resmi kurumlar tarafından daha ciddi ele alınması gerekir. Kısa filmin festivallerdeki en büyük sorunu; geleceğin sinemacıları diye lanse edilmesidir. Kısa filmciler, dünya arenasında gördüğü saygıyı ülkemizdeki festivallerde de bu zihniyetle ele alınması için ılımlı bir şekilde çalışması gerekir. Kısa metraj ayrı bir kültür, hiçbir sanatın yan dalı olarak aktarılmamalı…
Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…
Yakın gelecekte uzun metraj filmimin hazırlıklarını tamamlamak istiyorum. Birçok hazırlığı sona erdi diyebilirim. Senaryosunu tamamladım. Bakanlıktan ödenek bulup, doğru oyuncularla görüştüğümüz zaman motor diyebilecek gücümüz olacak. Orta vadede, bir tiyatro metnini hazırlayıp sahnelemeyi düşünüyorum. Bu uzun metraj filme göre daha ağır ilerlese de, çalışmalarına başladığımız bir seviyede