Şöyle arkamıza yaslanıp, sinema tarihimizin en iyi filmlerini sayacak olsak, birçoğunun altında Yavuz Turgul’un imzasını göreceğimiz aşikâr. Kariyerine Arzu Film’de senarist olarak başlayan, sonrasında ise birçok kült olmuş filmi izleyicisine armağan eden Turgul, şüphesiz ki tarihimizin de en iyi hikâye anlatıcılarından biri. Özellikle yönetmenliğe adım attığı günden itibaren, Şener Şen ile çalışmayı yeğleyen ve usta oyuncuyla ayrılmaz bir ikili görüntüsü çizen Yavuz Turgul, bu nedenle zaman zaman eleştiri oklarının hedefi olsa da, çektiği yahut yazdığı her filmle kendisini affettirmeyi bilir. Onu tekrardan gündem yapan husus ise, Kasım ayında vizyona girecek olan son filmi Yol Ayrımı. Yavuz Turgul-Şener Şen ikilisinin 7 yıllık aranın ardından beyazperdeye dönüşünü müjdeleyen film vesilesiyle, Turgul Sineması’nı mercek altına aldık. Dilerseniz, senaristlikle başlayan kariyerinde, usta bir yönetmene dönüşen Yavuz Turgul’u artılarıyla, eksileriyle hep birlikte inceleyelim.
Arzu Film ve Senaristlik Günleri
Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Yavuz Turgul, Türk Sineması’nın başına gelmiş en özgün kalemlerden biri. Hele hele onun Ertem Eğilmez gibi Yeşilçam’ın en önemli figürlerinden birinin tedrisatından geçtiğini düşününce, Turgul’un kalemine olan saygı daha da artıyor. Şöyle geçmişe doğru bir yolculuğa çıktığımızda Tosun Paşa, Sultan, Banker Bilo, Çiçek Abbas, Şekerpare, Züğürt Ağa gibi hepsi ayrı ayrı kült olmuş ve yerli sinemayı yüceltmiş filmlerin Turgul’un elinden çıktığını görüyoruz. Nitekim bu filmlerin hepsinin ortak özelliği, dönemin melodram ruhunu en ince şekilde yansıtması ve izleyenlerine üst düzey bir samimiyet vaat etmesidir.
Yavuz Turgul’un yazarlıktaki bu başarısı, öyle pek de tesadüfî değil. Sektöre Ses Dergisi ile adım atan ve burada uzun yıllar boyunca çalışan Turgul, bu süre zarfı içerisinde derginin yazı işleri genel müdürlüğünü de üstlenir. Sonrasında sinemaya olan ilgisi onun yolunun Arzu Film ile kesişmesine vesile olur ve bu dakikadan itibaren de Türk Sineması’nın kaderi, deyim yerindeyse baştan yazılmaya başlar. Evet, belki bu fazlasıyla iddialı bir tanım. Ancak Yavuz Turgul’un karakter yaratmadaki başarısını yahut izleyicinin nabzını yoklayan hikâye anlatma becerisini, sinemamız içerisinden çıkarsak, geriye kocaman bir karanlığın kalacağı da aşikâr. Bu nedenle, zaman zaman kızsak dahi onun yazar kimliğinin her daim alkışı hak ettiğini de defaatle vurgulamak gerekir.
Yavuz Turgul hikâyelerine genel çerçeveden baktığımızda, lümpenlikten uzak bir anlatım dilini ve toplumda yeri olan karakterlerin devamlı olarak karşımıza çıktığını görürüz. Sultan filminde topluca sinema salonuna giden köy ahalisi, Banker Bilo’da kurulan hayallerin her defasında yıkılması, Çiçek Abbas’da sergilenen rekabet ve Züğürt Ağa’daki taşlama dönemin ruhunu yansıtan, bununla da yetinmeyerek ekran başına geçen herkesin kendisi ile yakın bir ilişki kurmasını sağlayacak hadiseleri beraberinde getirir. Esasen bu durum, Yavuz Turgul anlatılarının da toplumun adeta aynası şeklinde değerlendirilmesinin önünü açar. Bu nedenle Turgul hikâyelerini ve karakterlerini realist olarak tanımlamak ve amiyane tabirle bizden biri olarak lanse etmek de hayli mümkün.
Tabii Yavuz Turgul’un Arzu Film ile başlayan yazarlık kimliği yalnızca sinema ile sınırlı değil. Aksine o, televizyon tarihine adını altın harflerle yazdırmış iki dizinin de mimarı. Biri Süper Baba diğer ise İkinci Bahar… Esasen bu iki dizinin isimlerini dahi zikretmek, insanın yüzüne doğal bir tebessüm yerleştiriyor dersek hata etmiş olmayız. Nitekim hem Süper Baba hem de İkinci Bahar, aile olabilmenin önemine eğilen, her daim birlik olmayı öğütleyen ve bunu yaparken de Yeşilçam ekolüne asla sırtını dönmeyen melodramları ekranlarımıza taşımıştır. Turgul önderliğinde doğan bu iki dizi, aradan geçen onca seneye rağmen kalıcı ve öncü projeler olarak her daim güncelliğini koruyacaktır. Çünkü Ali Haydar Usta da, içimizi ısıtan gülüşüyle Fiko da öyle hafızlardan pek kolay silinebilecek yapay karakterler değildir. Esasen bu da Yavuz Turgul’un karakter yaratmadaki başarısına bir kez daha şapka çıkartacak bir detay olarak belirir.
Usta Bir Kalemden, Duayen Bir Yönetmene
Yavuz Turgul, sinemaya yazar kimliği ile giriş yapsa da sonrasında ise usta bir yönetmene evrilerek, başyapıt kalibresindeki filmlerin de altına imzasını atar. Müjde Ar’ın başrolü oynadığı 1984 yapımı Fahriye Abla ile ilk uzun metrajını izleyicisine sunan Turgul, daha sonrasında Şener Şen’in başrolünde yer aldığı filmleri peşi sıra çekerek, adeta sinemamızın en sevilen yönetmenlerinden biri halini alır. Muhsin Bey, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Gölge Oyunu, Eşkıya, Gönül Yarası ve Av Mevsimi, Yavuz Turgul’un az ama öz yönetmenlik tecrübeleri olarak da bilinir.
Pekâlâ, nedir Yavuz Turgul filmlerini özel kılan? En başta Turgul, yarattığı hikâyeleri aynı içtenlikle çekmeyi başaran ender yönetmenlerden biridir. Nitekim o, benzer hikâyeleri, farklı şablonlar içerisinde bizlere sunarak, her defasında tanıdık tatları izleyicisine aktarmayı başarır. Onun filmlerinde her daim bir kaybeden görmek mümkün. O kaybeden, dönemi yakalamakta güçlük çeken ancak zamanında kendi alanının en iyilerindendir. Baran, bir zamanların namlı Eşkıyalarındandır; Muhsin Bey, arabeske sırt çevirmiş geleneksellikten kopamayan bir organizatör; Haşmet Asilkan, şarkıcı-türkücü filmlerinin aranan yönetmeniyken, çağa ayak uydurma çabasıyla kendisini boşluğa sürükleyen bir sinemacı; Nazım ise hayatını çocuklara adamış, idealist bir eğitmendir ancak onun da hayat savaşında yüzleşmesi gereken gerçekleri vardır… İşte, Yavuz Turgul’un yazıp yönettiği filmler, esasen hayatın ta kendisidir. Kaybedenleri ve kazananları olan bir hayatın yansımasıdır.
Yavuz Turgul sinemasının bir diğer özelliği ise, muadilleri gibi belli bir kesime hitap etmeyişinde gizlidir. Nitekim onun hikâye anlatmadaki becerisi hem gişeyi etkisi altına alır, hem de dokunaklı bir anlatı arayanların bam teline dokunur. Bu nedenle Yavuz Turgul filmlerini, ülkemizdeki diğer yönetmen sineması örneklerinden bir tık yukarıya yazmak mümkün. Keza Eşkıya’nın Türk Sineması’na getirdiği renk ve sinema salonlarını yeniden canlandırması da tesadüf eseri oluşmuş bir durum değil. Evet, başrolde Şener Şen’in yer alması ve Yavuz Turgul’un kaleminden çıkan özgün anlatı, filmin ses getirmesinin başlıca nedeni. Ancak Turgul’un bu noktada devreye soktuğu yönetmenlik becerisi, Eşkıya’yı komple bir sanat eseri haline getiren ve her kesimden insanın sinema salonuna koşa koşa gitmesine vesile olan en önemli değişkenlerin başında gelir. Bir başka deyişle Yavuz Turgul, gözlemciliğini sinemacı kimliğiyle birleştiren ve genç-yaşlı, zengin-fakir demeden herkese seyir zevkini doruk noktasında hissettireceği filmlerin altına imzasını atar. Bu nedenle filmleri hem gişede yüksek izleyici sayısını elde eder, hem de uzun yıllar hafızadan çıkmayacak karakterleri ve duygu selini beraberinde getirir.
Yavuz Turgul-Şener Şen Meselesi
Malumunuz, Yavuz Turgul’un adının zikredildiği anda, akıllara gelen bir diğer isim de Şener Şen. Sinema tarihimizin açık ara en iyi birkaç oyuncusundan olan ve evlerimize misafir olduğu her karakterle sempati kazanmayı başaran Şener Şen, son 25 yıllık süreçte Yavuz Turgul’un elinin değmediği yalnızca bir projede yer aldı. Şerif Gören imzalı Amerikalı, Şener Şen’in hem son komedisi, hem de başarılı oyuncunun Yavuz Turgul’suz “Evet” dediği son proje. Tabii bu süre zarfı içerisinde Yavuz Turgul’un hikâyelerini ince eleyip sık dokuması da, Şener Şen’in ekranlardan uzak kalmasına neden olan en önemli husus.
Yavuz Turgul-Şener Şen ikilisinin “Anca beraber kanca beraber” mottosuyla yıllar yılı beraber çalışma isteği çok yazıldı, fazlasıyla konuşuldu. Çünkü karşımızdaki iki isim, sinema tarihimize adını altın harflerle yazdıran ve alanlarının en iyilerinden olarak öne çıkan duayenler… Evet, Yavuz Turgul’un hikayelerini özenle hazırlaması anlayışla karşılanabilecek bir durum. Ancak Şener Şen’in kendisini Turgul Sineması’na böylesine hapsetmesi, ne yazık ki usta oyuncunun kendisini sevenlerinden uzak tutması hasebiyle tepki çeken bir husus olarak öne çıkıyor.
Yavuz Turgul’un hikâyelerini yaratırken, başa Şener Şen’i yazdığı ve ona göre anlatısını şekillendirdiği de su götürmez bir gerçek. Nitekim Turgul’un bırakın yönetmenliğini yaptığı filmleri, Fahriye Abla’dan sonra yazdığı tüm senaryoların başrolünde de Şener Şen’i görmek mümkün. Evet, bu iki duayenin yarattığı uyum ve biz sinemaseverlere armağan ettikleri paha biçilemez hediyeler. Ancak bu noktada insan sormadan da edemiyor: Gelişen ve değişen sinema evreninde, Turgul’suz Şen ya da Şen’siz Turgul, ne gibi eserler ortaya koyardı? Ne yazık ki bu sorunun cevabını çok büyük bir sürpriz olmaması durumunda bulamayacağız ve yıllar sonra dahi tartışmaya devam edeceğiz. Ancak bu iki isme, üretkenliklerini bu denli kısıtladıkları ve sevenleri ile arayı böylesine açtıkları için kızsak da, ortaya koydukları ve Türk Sineması’na kattıkları için de her daim saygı duyacağımız karşı konulmaz bir gerçek.
Yavuz Turgul-Şener Şen ikilisi, birçoklarının üzerinde hem fikir olduğu şekilde, filmografilerinin en zayıfı Av Mevsimi’nden yedi yıl sonra, bir kez daha beyazperdeye dönüş hazırlığı yapıyor. Film çekmeyi, bisiklete binmeye benzeten ve eline kamera aldı mı ilk günkü heyecanla işine sarıldığını deklere eden Turgul’un nasıl bir dönüş yapacağı büyük bir soru işaretini de beraberinde getiriyor. Ancak gerçekliği tartışılmaz bir şey var ki, o da Turgul’un bir kez daha usta işi bir senaryoyla karşımıza geleceği. Hele hele o senaryoyu süsleyen en nadide detayın da Şener Şen olduğunu varsayarsak, Yol Ayrımı için heyecanlanmak kaçınılmaz bir süreç halini alıyor.
Her daim oyunculara tanıdığı özgürlükle bilinen ve samimiyetinden zerre ödün vermeyen anlatım diliyle, sinemamızın en büyük ustalarından biri haline gelen Yavuz Turgul, 1984 itibariyle start verdiği yönetmenlik kariyerinin 8.uzun metrajı ile karşımızda. Mazhar Kozanlı isimli acımasız bir iş adamının geçireceği değişimi odak noktasına alan film, Şener Şen’in oyunculuğuyla olduğu kadar Yavuz Turgul’un anlatımıyla da merak uyandırıyor. Bakalım, beklentileri pek fazla karşılamayan Av Mevsimi sonrası araya giren 7 koca sene, Yavuz Turgul-Şener Şen ikilisine neler katmış, neler götürmüş. 10 Kasım’da hep birlikte tanıklık etmek dileğiyle.