Yönetmen İsmail Güneş Kervan 1915 filminin sıkıntılı çekim ve hazırlık dönemini anlattı. Bu röportaj yapıldığında salon bulamamazlık yüzünden film gösterimden kalkmamıştı. Röportajı okuduğunuzda filmin en baştan beri ne kadar saldırı altında çekildiğini anlayacaksınız…
Bu ülkenin enetelektüelinin bir kısmının ne kadar kimliksiz olduğunu ağzımıza doladık. Hatta bazen bu yüzden tepki de gördük. Ama söylediğimiz herşeyin gerçekliği İsmail Güneş’in Kervan 1915 filmini çekerken ve vizyona soktuktan sonra yaşadıklarıyla kanıtlandı. Bu röportaj sinema salonlarının filme gizli sansür uygulaması, salon vermemesi veya sadece sabah seanslarını göstermeleri sebebiyle vizyondan kaldırılmadan önce yapıldı. Üstelik Güneş beklentilerin aksine, bizim de eleştirdiğimiz bir naiflikle çekmişti filmi. Buna bile dayanamadı insanlar. Daha filmin başlangıcında yönetmen öykünün derdini insanlara anlatmak isterken bir grup ilk önce tehcirin soykırım olduğunu kabul et sonra konuşalım diye yaklaşmış. Güneş söylemez ama bu şekilde yaklaşanların Ermeni diasporasından çok bizim entelektüel sınıf içinden çıktığına inanıyorum. Filmin yönetmeni tarafından vizyondan kaldırılması sebebiyle biraz gündemin dışında kalsa da bu röportajın önemli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. İyi okumalar.
Film gerçek bir hikayeden yola çıkılarak çekilmiş. Bu konuyla alakalı birçok hikaye var. Siz neden böyle bir konuyu seçtiniz?
Ben yol filmlerini çok seviyorum. Neredeyse başından sonuna kadar yol hikayelerinin peşinde yürüdüm. Her insanın bir yolculuk için doğduğuna, bir karanlıktan başka bir karanlığa yolculuk yaptığına inanıyorum. Zaten insanların yıllardır yaşadıkları yerlerden göç ettirilmek zorunda kalmaları başlı başına bir hikayedir. Ben de sabit bir yerden bir hikaye anlatmak yerine yolda geçen bir hikayeyi anlatmayı uygun gördüm.
Ermeni tehciri ben kendimi bildim bileli Türkiye’nin önüne ısıtılıp getirilen bir olaydır. Toplumsal huzurumuzu da etkiler. Böylesi bir olaya sinemanız neden tepkisiz kaldı?
Sinemamız ilgisiz kaldı evet, doğdurur. Neredeyse hiç film yapılmadı bu konuyla ilgili. Beğenilen bir iki tane yapım var. Bu sanırım biraz seyirciyle alakalı bir şey. İnsanlar bu konuyla ilgili hiçbir şey bilmiyorlar, bilmeyince de ürküyorlar. Bunun bir karşılığı yok diye düşünüyorlar. Ticari bir getirisinin olmayacağını ve insanların izlemeyeceğini düşünüyorlar. İki bakış açısı var burda, milliyetçi bir bakış açısından bakarsınız ve dersiniz ki “Ermeniler pistir, kötüdür. Onlar bizi doğramıştır biz hiçbir şey yapmamışızdır bu konuyla ilgili”. Bir de tersine bir bakış açısı var, “Bu Türkler bizi kestiler, doğradılar, soyumuzu kuruttular” vardır. Bu ikisi de yanlış olur. Ama bu ikisini yaptığınızda toplumdan bir karşılık alırsınız. Ya çok milliyetçi bir film yaparsınız, milliyetçileri toplarsınız; veya tersi bir film yaparsınız, Türkiye dışında bir izleyici kitlesi toparsınız. Türkiye’de “Evet biz Türkler bütün Ermenileri kestik” gibi bir film yaparsanız karşılığının olacağını sanmıyorum. Biraz bu nedenle insanlar ilgi duymuyorlar. Ben böyle bir film yapacağım dediğimde, öyle bir fırsat doğdu ki; 5-6 starı birden oynatabilecek bir şansım vardı. Hani Amerikalıların kovboy filmleri vardır ya, o oynar, bu oynar. Bu işte tam olarak öyle bir hikayeydi. En azından 5 tane başrol, 5 tane akılca kalıcı karakter var. Daha da var da, 5 tane star alırım diye düşündüm. Ama 2’yi zar zor buldum. Konudan dolayı insanlar oynamak istemedi. Kabul edip vazgeçenler oldu. Menajerler olaya dahil oldu bir yerde. Öyle bir seviyeye geldi ki, bazı menajerler, diğer menajerlere bu filmde oyuncularını oynatmamayı tembihledi. Hamdolsun biz yine de filmin hikayesini anlatabilecek kadar oyuncu arkadaşla çalıştık. Bu ülkede maalesef, ünlü koymazsanız filme, seyirciyi bırakın gazeteci bile ilgilenmiyor sizinle. Haber yapılmıyor, haber değeri var gibi görülmüyor. Bu işin konusu, yapılması bile bir haberken maalesef toplumda bir karşılık bulamıyor.
En başından çok zor başladınız yani.
Tabii ki, çok zor başladım. 5 senedir bu projede kitlendim kaldım yani. 2 senedir bize uygun şartları bulamıyorum. Kimse ne yaptığımı bilmiyor zaten. Senaryoyu okuyanlar da anlamamış demek ki. Bizim setimizin yüzde 70’i seti bırakıp gitti. İdeolojik sebeplerden dolayı. Hatta başkaları dedi ki “arkadaşlar siz bu senaryoyu okumadınız mı, adam senaryosunu çekiyor, başka bir şey çekmiyor”. Sonrasında bir şey demediler örgütlendiler gittiler. Ben de bir şey demedim yani.
Bu konuyu seçerek ister istemez büyük bir sorumluluk aldınız. Bu konuyla alakalı daha önce çekilmiş büyük yapıtlar var. Sizin bunu çekmeniz, filmin, olayları bizim gözümüzden anlatacağına dair bir beklenti doğurdu. Bu baskı sizi ne kadar etkiledi? Seçtiğiniz tür neydi?
Ben hiçbir zaman “Ben şöyle bir şey yapayım da hemen karşılık bulsun” gibi bir hesap içinde olmadım. Bu hesap içinde olsaydım, tersini de yaparak yapabilirdim. Ama ben hiçbir filmimde kötü adam barındırmıyorum. Çünkü iyi adam – kötü adam bana uydurulmuş bir dayatma gibi geliyor. Çatışmanın illa iyilik ve kötülük açısından değerlendirilmesi doğru değil. Ben bu yüzden soruyorum mesela Cast Away (Yeni Hayat) filmindeki kötü adam nerede? Yok. Ama adam yine de çatışmayı çok güzel vermiş. Yetenekle ilgili bir şey. Çatışma illa iyilik ve kötülük üzerinden yürümez. Bu nedenle o beğenir, bu beğenmez. Tabii ki beğenilsin isterim. Çünkü bu benim görüşüm. Dış kaynaklara göre bir buçuk milyon Ermeni, bizim kaynaklarımıza göre de altı yüz bin Ermeni, altı yüz bin de Müslüman ölmüş bu coğrafyada. Önemli değil ki buradaki rakam, sadece altı yüz bin üzerinden yürürsek bile, altı yüz binin oturup sayılsa kaç gecede sayıldığını biliyor musunuz? Bir tane rakamı bir saniyede saydığınızı hesap edersek, 7 gün 7 gece. Ama bir bakıyorsunuz ki sadece Ermeni ölmemiş. Yani bizim kaynaklarımıza göre, dış kaynaklar zaten kaç tane Müslüman öldüğüyle ilgilenmiyor. Ama savaşın sonuçlarına bakarsanız, bunlar tescilli. 1914’te savaş başlamış, Anadolu’da askerlik vazifesi yapacak insanların yaşı 18’e, 16’ya düşmüş. Yani baktığınızda devletin bir kolluk gücü yok. Hepsi ya Çanakkale’de ya Sarıkamış’ta ya da orda burda. Bir şekilde kendi sınırlarını, kendi toğrağını korumaya çalışıyor. Sonuç ne peki? Dünya bu kaotik durum içinde. Savaşın sonucunda 10 buçuk milyon insan ölmüş. Bunun 3 buçuk milyonu Osmanlı vatandaşı. Yani Müslüman. Bu bir Müslüman – Hristiyan savaşı değil. Müslüman, Hristiyanla da savaşmış. Hristiyan, Hristiyanla da savaşmış, hatta Müslüman, Müslümanla da savaşmış. Bu kadar büyük bir kıyımın olduğu yerde. Herkesin bir şeyi tutup da “efendim burda şu olmuştur” diye laf etmesini doğru bulmuyorum ben. Siz biliyor musunuz ki Balkan coğrafyasını Müslümanlar terk ettiğinde kaç insan öldü. 3 milyon. Balkan coğrafyasından göç eden insanlar, ordan çekilmek zorunda kalan Müslüman halk, Anadolu’ya göçerken 3 milyon kişi kaybetti. Kimse burayı görmüyor. Bu bir ortak acı. Birbirimizin açıklarını kapamayalım. Sen diyorsun 600 o diyor 500, ne yapalım bu rakamı kapatalım mı? Burayı kaşıyarak bir yere varılamayacağını düşünenlerdenim. O yüzden bizim filmimizin mottosu “İnsan sevgiden gelir.” Çünkü yaradılış gereği insan sevgiden gelir. DNA’sında sevgi bulunan insanların birbirine birinci vazifeleri sevgi aşılamaktır. Nefretle hiçbir yere varılamıyor. Bu nefreti kendi gönlümüzden atacağız. Bu nefreti gönlümüzden atmak için bu filmi yaptık. Tırnak içinde Ermeni diyerek dışlamayalım.
Bu anlattığınız konu o dönemin tarihi olaylarıyla çok ilgili. Milliyetçilik kavramının şekillendiği halklar, bütün bunları anlatmadan bunu yansıtmak çok zor. Bunu nasıl yaptınız?
Ben bir yolculuk anlattım. Bugün de bir yolculuk anlatsanız, Giresun’dan Halep’e bir yolculuk anlatsanız, 100’e yakın kadın ve çocuğu 20 tane adam taşısa, siyasete ne kadar ilişirseniz ben de o kadar iliştim siyasete. Çünkü gerçeği bu. Bizim Katırcı Salim başta, ona bir ihale veriyorlar, bu insanları taşıyacaksın kaça taşırsın diyorlar. O da diyor ki daha önce hiç canlı taşımadım. Armut taşıdım, saman taşıdım ama insan taşımadım. Kendince bir fiyat veriyor. Sonrasında bu insanlara mal gözüyle bakıyor çünkü ücretini teslimde alacak. Ama zaman içerisinde bunların da kanlı canlı insan olduklarını görüyor. Zaman içerisinde alışıyor. En sonunda ise başarmış olmanın gururunu yaşıyor adam. Hatta daha sonrasında diyor ki keşke biraz daha alabilseydim. Kayıpsız geçiyor bu yolculuk. Diğer yolculuklarda telef olmuş insanlar görüyoruz. Kayıplar görüyoruz. Ama bizim adamımızın başarılı bir yolcuğu oluyor. Kendi yolunu çizmesi ve devletin dediklerine uymaması sebebiyle oluyor o da.
Taraflı olmak yerine adil olmak daha iyi değil midir? Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?
Ben adil olduğumu düşünüyorum. Her zaman empati yoluyla gittim. Bu insanları ben taşıyor olsaydım ne yapardım diye kurdum hikayeyi.
Bu filmi çekmek için bir sinemacı olmak kadar bir tarihçi de olmak lazım. Bunun yanı sıra bir toplum içinde yaşıyorsunuz. Entellektüel sınıfın Ermeni olayına yaklaşımı belli. Bir dönem çok özür dileme modası çıkmıştı. Hem bu toplumun içinde yaşayıp hem de kendi doğrularınızı dillendirdiğiniz bir dönemde nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Müslüman mahallesinde salyangoz satma işi tersten mi işliyor?
Sanırım evet, tersten işliyor. Bu konuda dediğim gibi, bu filmin çekim zorlukları bu filme engel oldu. İnsanlar bitmesin diye çaba sarfettiler. Bakın bu filmin, soykırım olduğuna inananlar açısından şöyle bir handikapı var, tarafsızcılık. Diyorlar ki soykırım demiyorsan öbürünü deme. Ya soy kırdılar diyeceksin ya da yoksun. Şimdi yapı bu. Dolayısıyla bu film, bu konuda bir şey söylemiyor. Adını koymuyoruz. Soykırımcılar açısından bu filmin bir tehlikesi var. Bu anlamak üzerine bir film. Anlamak üzerine bir film, soykırım meselesini ortadan kaldırıyor. Film diyor ki önce bir anlayalım, diğerleri de diyor ki soykırımı kabul et sonra anlarız. Bunlarla anlaşmak mümkün değil. Oturalım masaya desek, diyecekler ki hayır önce kabul edin sonrasında oturalım. Diğer taraf da diyor ki hayır kardeşim, sen benim topraklarımda benim insanlarıma ihanet ettin, örgütlendin, silah çektin, çete kurdun. Dolayısıyla ben kendimi savundum diyor. Ben bunlarla ilgilenmiyorum. Ben yolculukla ilgileniyorum. Bu yolculuk nasıl gerçekleşti, gerçekten de “Yahu bu ırkı yok edelim” dediler de öyle mi yaptıları anlatıyorum. Olaya çok sert yaklaşmayanların bu filme ısınacağına inanıyorum. Bu filmin içinde asla olmak istemeyen Ermeni de oldu, çok yardımcı olan Ermeni de oldu. İki tane Ermenistan vatandaşı, bir tanesi 18’ini doldurmuş ancak diğeri küçük, babası getirip bu filmin içine koydu ve bu barışın sağlanmasını arzu ettiğini dile getirdi. Bir takım önyargılarla bunun halledilemeyeceğini anlatmak için bu önemlidir.
Böyle bir sorumlulukta filmin oyuncu kadrosu da çok önemli. Murat Han ve İpek Tuzcuoğlu’nun performansını nasıl buldunuz? Seçiminiz neden bu isimler oldu?
Murat Han’a ben bunu sunduğumda, oynamak istedi. Bambaşka bir kılığa girdi bir anda. Yerel ağzı, icat edenler kadar iyi kullandı. İpek Tuzcuoğlu da aynı şekilde, istekliydi.
Dönem filmi çekmek zor iş. Günümüzde birçok sinemacı bunu başaramıyor. Filmi seyrettim ve dönemin şartlarını oluşturması açısından benim seyrettiğim en başarılı Türk filmiydi Kervan 1925. Çok güzel bir prodüksiyon olmuş, şimdiye kadar neden başarılamadı sizce?
Biz çok özen gösterdik. O dönemin fotoğraflarını bulduk. Genelde şöyle bir algı oluşuyor insanlarda, eski film deyince, her şey eski. Kostümler de eski olacak, binalar da eski olacak. Hayır. Binalardan eski olanları da var ama yeni olanları da var. Oturuyor insanlar, dekorları eskitiyorlar, kıyafetleri eskitiyorlar. Hayır. Bu insanlar yola çıkıyorlar. Yola çıkarken nasıl giyinilir, güzel giyinilir yani. Nasılsa yoldayız, yıpranacak demezsin ki. Bu adamlar da bilmiyorlar ki yolda başlarına ne gelecek. Yol boyunca kıyafetler eskiyor, yağmur oluyor çamur oluyor. Yırtılıyor vesaire. O süreci bütün aşamalarını iyi takip ettik. 3 ayrı kostümümüz oldu her oyuncu için. Evrelere ayırdık. Ama biz zaten filmi sırayla çektik, yolculuk sırasıyla çektik. 3 ay çektik. Yolculuk da 3 ay sürdü. Yol boyu zaten o insanlar o kıyafetlerle yatıp kalktılar. Oyuncular otellerine o kıyafetlerle gidiyorlardı, sabah da hazır bir şekilde o kıyafetlerle geliyorlardı. Dolayısıyla zaten kendi içinde bir yıpranmışlığı vardı, ama yetmedi, 3. dönemde hem kimyasal hem de fiziksel olarak kıyafetleri yıprattık. Dekorlar konusunda da cidden çok çaba sarf ettik. Dönem fotoğraflarını bulduk ve o yapıların aynısını elde etmeye çalıştık. Onu iyi yapmaya çalıştık. Giresun daha büyük belki ama biz sadece bir meydana odaklandık ve o meydanı döneme uygun hale getirmeye çalıştık. Hiçbir şeyden kaçınmadık. Üstteki pencereyi 5 cm daha küçük yaptı diye söktürüp yeniden yaptırdığımı hatırlıyorum. Çünkü gerçekte öyle olmaz. Kim fark edecek duygusu bizim sinemamızın en büyük handikaplarından birisi. Biz buna özen gösterdik. Kim fark edecek diye düşünmedik.
Filminizin Türkiye’deki gösterimi kadar yurtdışındaki gösterimleri de çok önemli. Yurtdışıyla alakalı bir planınız var mı? Örneğin Ermenistan’da da gösterilecek mi?
Ermenistan’da da göstermek için çaba sarf ediyoruz. Eğer olursa biz oraya gidip filmimizin mesajını veririz. Mesajdan eminim. Şu anda Nürnberg’de dağıtım söz konusu. O konuyla alakalı da ön görüşmelerimiz sürüyor. Ancak Fransa, Almanya, bizim insanımızın yaşadığı coğrafyaya ulaştırmaya çalışacağız.