Ağ toplumu olarak bilgisayarlarımızdan, cep telefonlarımızdan filmler izleyip, sanal ortamda tartışıp, paylaşalı hayli zaman oldu.
Malum, belgesellerin gösterim alanları giderek azalıyor. Üç beş lokal festival ve özel gösterim dışında mecra kalmadı gibi… Televizyonlar ise belgeselle reality show arası yayınlarına devam ede dursun… Denk gelirseniz bir iki iyi projeye de rastlamak mümkün ekranlarda. Neyse…Film gösterimleri için internet çok önemli bir mecra olalı çok oldu. Korkarım ki sinema salonları da eskide kalacak yakın bir gelecekte. Televizyon denince de akla sadece bir beyaz ekran gelecek. O koca yayın istasyonları da tarih oluyor artık. Ağ toplumu olarak bilgisayarlarımızdan, cep telefonlarımızdan filmler izleyip, sanal ortamda tartışıp, paylaşalı hayli zaman oldu. Bu ara internetten üç belgesel izledim. Üçü de yerli. Biri herkese açık zaten, isteyen izleyebilir. Diğer ikisini de yönetmenlerin şifreli paylaşımlarıyla izleyebildim. Komşu Komşu! Huuu!, Çerde ve Rüzgarın Şarkısı. Üç belgesel, üç dünya…
Bingöl Elmas’ın Komşu Komşu! Huuu! belgeseli 2014 yapımı, 54 dakika. İnternette herkese açık izlenebiliyor. Kesinlikle kaçırmayın derim. Kentsel dönüşüm adı altında eskiye, mahalleye, taşınan-taşınamayan kültürel değerlere ait yıkılanları ve yerine dikilen beton ve/veya cam kuleleri, değerleri hepimiz biliyoruz. Belgesel İstanbul’un göbeğindeki Feriköy’de yükselen bir rezidans ve onun gölgesinde kalmış bir mahalledeki gecekondunun komşuluğuna götürüyor bizi. Eski ile yeni, zengin ile fakirin komşuluğu bu. Komşuların birbirlerine bakışlarına, duygularına, şehre dair hayallerine tanık oluyorsunuz. Başka hayatlar, başka kafalar, başka yürekler… İzlerken ah güzel İstanbul demekten kendimi alamadım. Doğup büyüdüğüm bu şehre dair bende kalan bütün güzel resim ve hisler giderek azalıyor, kayboluyor. Film içimi burktu. O içinde büyüdüğüm, özlediğim mahalle kültürünü, komşuluk ilişkilerini, paylaşımları, samimiyeti hatırlattı. Öte yandan soruyorsun kendine evet bu binalar eskiyor, kentin hızı, yeni konfor anlayışı zorluyor insanı. Acaba daha insani, doğa ve kültürle daha barışık, hayatı tahrip etmeyen çözümler bulamaz mıyız? Kaybetmeden, ötekileştirmeden, yeniden üreterek, ortak akılla daha iyi çözümler bulamaz mıyız? Sahi bulamaz mıyız?
Bingöl Elmas ve ekibi pek çok festival dolaşmış, ödüller almış… Bence en büyük başarısı ödüllerin ötesinde yüreğimize attığı düğüm ve zihnimizden geçirttiği sorular, başka çözüm arayışları… Belgeseli iyi ki internette izleyicisine sunulmuş. Arama motorlarına Komşu Komşu! Huuu! diye yazın ve ekranınıza düşen bu filmi mutlaka izleyin derim.
Çerde Belgeseli Musa Ak ve Serdar Sabuncu tarafından çekilmiş. 2017 yapımı, 20 dakika.
Batı Karadeniz bölgesinde yer alan, Osmanlı’dan günümüze düğünlerin vazgeçilmezi Köçekleri anlatıyor..Mesleğe girişleri, aile yaşantıları, çevreleri ile ilişkileri, bu dansçıların profesyonel gelecekleri; meslek hayatının başındaki genç bir köçekle, meslekte son zamanlarını yaşayan yaşlı bir köçeğin çatışmaları üzerinden çerçeveleniyor. Doğrusu kaybolmaya yüz tutmuş bir halk eğlence kültürünün karakterlerini filme alması, bu folklorik değerlere yeniden dikkat çekmesi açısından önemli bir işlev üstleniyor belgesel. Nasıl izleyebiliriz diye sorarsanız. İşte bu, filmi yapanların da derdi. Seyircisiyle buluşmak için şimdilik memlekette nerede, ne festival/gösterim varsa (!) katılmaya çalışıyorlar. Bu süreçten sonra sanırım internette herkesin izlemesine açık olur. Ben özel paylaşımları sayesinde izleyebildim ve sizlerle paylaşmak istedim. Ancak Çerde de bir şekilde meraklısı ile buluşacaktır çünkü arkasındaki ekip bunun için oldukça çaba harcıyor. Bir süre sonra internette de karşımıza çıkacaktır mutlaka.
Üçüncü izlediğim yapım ise Kibar Dağlayan Yiğit’in Rüzgarın Şarkısı. 2016 yapımı. 30 dakika. Malatya’nın Arguvan ilçesinin köylerinde, ekolojik hayat yaşayan insanların toprağa, güneşe, suya, rüzgara olan sevdalarını, ilişkilerini anlatan bir çalışma. Şiirsel bir yapısı var. Neredeyse dünyanın her yerinde milyonlarca insan kentlere göç ederken; doğayla ve kendileriyle barışık bir eko yaşam süren bu huzurlu insanları kıskanmamak elde değil. İnsana huzur ve mutluluğun aslında basitlikte,sadelikte, tabiatta olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Ne yazık ki bu belgesel de çeşitli festivallerde seyircisi ile buluşma şansı bulmuş ama ilgilisine gerçek manada ulaşamamış. Eminim ki, çok yakın bir gelecekte internet ortamında izleyicisine bir tıkla ulaşacak.
Filmleri beyaz perdede bir toplu ayin şeklinde izlemek, hemen ardından birbirimize dokunarak duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak benim için şahane bir his olsa da; ne içinde bulunduğumuz kültür-sanat evreni ne de teknolojinin dayattığı sistemler hele de belgesel filmler için bunu pek de olanaklı kılmıyor neredeyse. İstesek de istemesek de, her şey internete kaymaya, dünya yapay zeka ile yönetilmeye doğru gidiyor. Z kuşağının oldukça büyük bir bölümü ağ toplumunun bir parçası olmaktan da memnun. Bir tıkla istediğini, istediği zamanda, istediği yerde izlemek, oradan oraya bağlanmak istiyor. Ne diyelim; belgesel izlesinler de, sormayı, sorgulamayı, öteki dünyaları keşfetmeyi, öğrenmeyi, anlamayı istesinler de… varsın bir tıkla izlesinler!