Mülteci olma durumu zannımca ‘güncelliğini’ hiç bir devirde yitirmeyecek bir insanlık hali. Terminolojide ‘mülteci sorunu’ olarak isimlendirmek kanımca hem ötekileştirme sularında rencide edici hem de bir o kadar etik dışı. Zira mülteci olma durumu bir sorunsa, bu sorunu yaratanlar şüphesiz ki mülteci olmaya zorlanan insanların bizatihi kendisi değil; onları yollara, denizlere dökenlerin yarattığı kaostur.
Bu yıl 24. Adana Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapan ve oyuncu Onur Saylak’ın ilk yönetmenlik ürünü olan ‘Daha’, Hakan Günday’ın aynı adlı romanının beyazperdeye serbest bir aktarımı. Önce kara sınırlarından Türkiye topraklarına, ardından deniz yoluyla Yunanistan karasularına geçmeye çalışıp,-oradan da artık Allah ne verdiyse!- belirsiz bir geleceğin peşinden sürüklenen yüzlerce, binlerce zorunlu göçmenin dramı/trajedisi gözlerimizin önünde yıllardır yaşanıyor. Günday imzalı Daha romanı Suriyeli, Iraklı gibi belli bir ülke menşe-i vermeden, mülteciler dramını göç edenler değil de, onların çaresizliğini ve umutlarını dibine kadar sömüren insan kaçakçıları üzerinden, Ahad ve Gaza adlı bir baba-oğul üzerinden anlatan bir roman. Saylak’ın filmi ise romanın bu özünü alıp ergenlik çağındaki oğul Gaza’yı merkezine oturtarak hem sancılı bir büyüme hikayesi, hem de ‘daha iyi bir hayat’ için, özgürlük için denize açılan kapıları zorlayan yasa dışı göçmenlerin trajedisini etkileyici bir dille aktarıyor.
Gaza’nın hikayesine bir çerçeve oluşturan ve denizi bir özgürlük bileti olarak gören göçmen trajedisinden yola çıkarak, neredeyse ucu bucağı olmayan göçmenlik/mültecilik filmlerine bir alt kategori açmak istedik. ‘Daha iyi bir hayat’ için kendisini denizin belirsizliğine ve acımasızlığına bırakan insan hikayelerinin filmlerine kısa kısa değindik:
Cennet Batıda – Eden is West (2009)
Yunan yönetmen Costa Gavras imzalı film, daha iyi bir yaşamı batıda bulacağına inanan, bir grup yasa dışı göçmenle yola çıkan Elias’ın hikayesine odaklanıyor. Fransa hayalleri kurarken, gece sahil güvenlik polisine yakalanan gemiden atlayan Elias, geri dönmektense buz gibi açık denizde ‘özgürlüğüne’ yüzmeyi tercih ediyor… Mutlaka seyredilesi yapımlardan.
Memleket – Terrefarma (2011)
İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ama vizyon yüzü göremeyen bu İtalyan filmi, Sicilya adasında balıkçılıkla geçinmeye çalışan geleneksel bir ailenin, adaya gelen siyahi yaşa dışı göçmenlerle ‘imtihanını’ anlatıyor. İtalya açıklarından bol ödüllü olduğunu ekleyelim.
Hoşgeldiniz – Welcome (2009)
Fransız yapımı film, Bilal isminde Iraklı bir gencin Fransa, Calais bölgesinden kaçak yollarla İngiltere’ye, Londra’ya gitme macerasını beyazperdeye taşıyor. Bilal kendisiyle aynı kaderi paylaşanlardan bir adım ötede, daha iyi bir yaşam biçiminin yanı sıra kız arkadaşı Mina için yollara düşen bir genç. Önce kaçakçılık tırlarında şansını deneyen Bilal yakalanınca, çareyi deniz yolunda bulur; fakat önce yüzmeyi iyi öğrenmesi gerekecektir… Yine ülkemizde festivaller dışında vizyon yüzü görmeyen ama bol ödüllü yapımlardan biri.
Denizden Gelen (2010)
Bu kadar çok trajedinin yaşandığı topraklardan konuya dair bu kadar az sanat ürününün çıkması ayrı bir yazı konusuyken, henüz Suriyeli göçmenler ülkenin belli başlı meselesi haline gelmemişken çekilen bir film Denizden Gelen. Dosyaya konu başlığı ettiğimiz Onur Saylak’ın bu sefer başrolde olduğu yapım, Ege Denizi’ni umut bileti olarak gören kaçak Afrikalıların Dalyan sahil kasabasındaki dramına odaklanıyordu. Nesli Çölgeçen’in rejisi eleştirilse de, zamanında Halil ve Jordan hikayesini dikkate alsaydık, belki de Aylan bebekler sahillerimize bu denli vurmazdı…
Bunlar da var :
Amerika Meydanı – Plateia Amaerikis (2016)
Avrupa’da yükselen ırkçı seslerinin Yunanistan, Atina merkezli küçük bir panaromasını çizen film, ağırlıklı olarak karada geçse de, finalde umuda yol alan kaçak göçmenler teknesiyle hafızalarda yer etti. Vizyon yüzü göremeyen, festival güzelliklerinden; yakaladığınız yerde mutlaka seyredin.
Struma Belgeseli: 1941 yılında Romanya Yahudileri’ni Filistin’e taşımak için yola çıkan, fakat Filistin’e varamadan yolda 2 kere motoru arızalanınca mecburen İstanbul, Sarayburnu açıklarına demirleyen Struma gemisinin maalesef gerçek hikayesi. Dönemin Türkiye hükümeti tarafından sığınma talepleri reddedilen bir gemi dolusu insan, kaynaklara göre 800’e yakın kişi, haftalarca karada kabul görmeyi beklerken, gemi diplomatik ilişkiler gereği zorunlu olarak Karadeniz’e çekilir ve içindeki hemen herkese mezar olarak burada batar. Struma trajedesini senaryolşatırıp, doğrudan beyazperdeye taşıyan bir filme rastlamamakla beraber, film veritabanlarında birkaç belgesel yapımı görmek mümkün.
Yüzme Öğreniyorum (2017) : Bu yazın mahsulü olan kısa metraj filmde, komedi filmlerinin yapımcısı olarak tanıdığımız Serpil Altın’ın imzası var. Suriye’den Türkiye’ye kaçıp Çeşme’den botla Yunanistan’a gitme hayali kuran karı-koca bir çiftin öyküsünü anlatan film, hayatta kalmak için yüzme öğrenen Ruksan’a odaklanıyor; tıpkı 17 yaşındaki Bilal gibi…