Dilerseniz 90’lı yılların sonuna doğru bir yolculuğa çıkalım. Eşkıya gibi, sinemamız için mihenk taşı sayılacak bir filmin, sinema salonlarını yavaş yavaş hareketlendirdiği dönemden söz ediyoruz. Esasen aynı dönem Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim gibi ilk eserlerini veren sinemacıların da gelecek adına umut dağıttığı zaman dilimine tekabül etmektedir. Yine o tarihlerde ortaya çıkan Gemide, realist ve sert üslubuyla inci gibi parıldayan bir işti. Tabii bu durum meraklı gözlerin filmin yönetmeni Serdar Akar’a çevrilmesine neden olacaktı. İşte, o dönem sinemamızın gelecekteki en önemli yönetmenlerinden biri olacağı söylenen Serdar Akar, şimdilerde Kurtlar Vadisi Vatan filmi ile tekrardan gündemde. Biz de bu vesileyle onun değişen çizgisini mercek altına aldık.
Serdar Akar, sinema macerasına yalnız başlayanlardan değildir esasen. Onun önderliğinde kurulan “Yeni Sinemacılar” toplumsal hadiseleri merkezine alan, çarpıcı senaryolarıyla dikkat çeken, yakın dönem Türk Sineması’nın en ilgi çekici oluşumlarından biri. Gemide, Laleli’de Bir Azize, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Takva ve Çoğunluk, Yeni Sinemacıların elinden çıkan en önemli filmler. Keza tüm bu filmlerin ortak noktasına baktığımızda, toplumda karşımıza çıkması muhtemel karakterlerin, realist bir biçimde ele alındığını görmekteyiz.
Gelgelim Serdar Akar filmografisine. Yönetmenin ilk uzun metraj çalışması olan Gemide, döneminin fazlasıyla üstünde seyreden ve hali hazırda dahi popülaritesini koruyan bir film. Tabii bu noktada aslan payını senaryoya versek de, Serdar Akar’ın tedirginliği had safhada yaşatan üslubunun da hakkını teslim etmek gerekir. Argonun deyim yerindeyse başrol hüviyetinde kullanıldığı film, sıradan insanların sıra dışı hikâyesini, çarpıcı bir şekilde izleyenlerine aktarmış ve yalnızca dönemin değil, yakın dönem Türk Sineması’nın da en önemli işlerinden biri konumuna yükselmiştir.
Gemide’den hemen sonra, hikâyenin diğer ayağını anlatan Laleli’de Bir Azize’nin senaryo ekibine destek veren Serdar Akar, çok vakit kaybetmeden ikinci uzun metrajı Dar Alanda Kısa Paslaşmalar için kamera arkasındaki yerini alıyordu. Kendi çocukluk anılarından yola çıkarak senaryolaştırdığı filmi, hayat, futbol ve aşk üçgeninde ilerleyen, metaforik anlatımıyla dikkatleri üzerine çeken, oldukça naif bir film olarak ön plana çıkmaktaydı. Nitekim Serdar Akar’ın bir kez daha beklentileri boşa çıkarmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Çünkü Dar Alanda Kısa Paslaşmalar; başından sonuna dek vadettiği birlik olma olgusunu incelikle işleyen ve merkezine aldığı taşradan da harikulade şekilde beslenmeyi başaran, leziz bir seyirlik olarak fark yaratmaktaydı.
Serdar Akar’ın 2001 yılında çektiği üçüncü uzun metrajı Maruf ise, yönetmenin hayal kırıklığı yaratan filmi olarak hatırlanmaktadır. Her ne kadar töreye parmak basan hikâyesiyle dikkate değer bir senaryoya sahip olsa da, filmin karanlık duruşunu teatral bir yapıyla zedelemesi, olumsuz eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Nitekim Maruf’u, Serdar Akar sinemasının da dönüm noktası olarak tanımlamak mümkün.
Özellikle son yıllarda karşımıza sıklıkla çıkan bir husus var. O da, ilk filmini çeken yönetmenlerin sonrasında kendisini dizi sektörüne ışınlanması. Esasen bunun pek de eleştirel bir tarafı olduğu kanısında değilim. Binbir güçlükle, elde avuçta ne varsa verilerek çekilen sinema filmlerinin sonrasında, yönetmenlerin kendini borç batağında bulması maalesef ki sektörün kaçınılmaz sonu. Hal böyle olunca da o idealist yönetmenlerin, yüksek meblağlar karşılığında, kendi dünya görüşüyle uzaktan yakından alakası olmayan dizilerin kamera arkasına geçmesi, esasen bir mecburiyetin sonucu. Eğri oturalım doğru konuşalım; Türkiye’nin yaşam şartlarını göz önüne aldığımızda, bu durumun etik bir problem teşkil etmediği gün gibi ortada.
İşte, Serdar Akar da hayatını idame ettirmek zorunda olan bir birey olarak, kendisini böyle bir macera sonucu televizyon ekranlarına atmıştı. O, meslektaşlarına oranla bir nebze de olsa şanslıydı. Çünkü televizyona adım atana dek, kendi sinema anlayışını yansıtan üç filmin altına imza atmıştı. Onun yolunun Kurtlar Vadisi ile kesişmesi ise, hepten değişecek bir kariyerin de habercisi niteliği taşımaktaydı.
Pana Film ve Raci Şaşmaz’ın Kurtlar Vadisi için ipleri eline almasıyla göreve gelen Serdar Akar, anlatının sertlik dozajını olabilecek en yüksek noktaya konumlandırmış ve güç kaybeden kadrosuna rağmen diziyi ayakta tutmayı başarmıştır. Nitekim onun yönetmen koltuğunda ortaya koyduğu performans, Kurtlar Vadisi Irak filminde de kaptan köşkünde oturmasının önünü açmıştır. Türkiye koşullarına oranla iyi bir bütçe ayrılan ve dönemin en çok ses getiren yerli yapımlarından olan film, böylelikle Akar’ın dördüncü uzun metrajı olarak da kayıtlara geçmiştir.
Tam da bu süre zarfı içerisinde, Serdar Akar bir kez daha televizyon dünyasına adım atacak ve kendi anlatım tarzıyla uzaktan yakından alakası olmayan Cennet Mahallesi için kamera arkasına geçecekti. Çektiği diziler dahi hayatın içinden olan ve ciddiyetten ödün vermeyen tavrıyla muadillerinden ayrılan Serdar Akar’ın yaptığı bu tercih, şimdilerde dahi konuşulmaya değer bir konu. Ancak en başta da belirttiğimiz gibi, ne yazık ki işin maddi boyutu, bazı zamanlarda her şeyin üzerine geçebiliyor. Serdar Akar için bu da öyle zamanlardan biriydi. Ne var ki yaptığı hatanın farkına kendisi de erkenden varmış ve 6.bölüm sonu itibariyle Cennet Mahallesi defterini kapatmıştı.
Kurtlar Vadisi ve Cennet Mahallesi maceralarından sonra Serdar Akar, nihayet yer almak istediği arenaya, beyazperdeye, kendi yazdığı senaryoyla dönüyordu. Yönetmenin beşinci uzun metrajı olan Barda, ziyadesiyle şiddet içeren, yer yer rahatsız edici anları beraberinde getiren ve en az Gemide kadar argo ve cinsellik içeren bir film olarak arz-ı endam etmekteydi. Esasen Serdar Akar kendisini yeniden bulmuştu. Vahşetin göbeğinde geçen hikâyesi ve sert üslubuyla Barda, izleyenlerine oldukça farklı bir tecrübe yaşatmaktaydı. Ne var ki Barda için, başarılı sinemacının beyazperdede son kez zirveyi gördüğü proje de diyebiliriz.
Artık Serdar Akar için, beyazperdenin özgün ve vurucu yönetmeni olma dönemi sona ermişti. O, Yeni Sinemacılarla bağını koparmış ve tamamıyla kendisini televizyon dünyasına vermişti. Tarkan Karlıdağ ile beraber kurdukları Adam Film ile önce Elveda Rumeli’yi çektiler, sonrasında ise bir fenomene dönüşecek olan Behzat Ç.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Behzat Ç. projesini olgunlaştıran ve şimdiki haline getiren en önemli yapı taşı Serdar Akar. İlk olarak Emrah Serbes’in yazdığı destansı romanlara güvenen ve sonrasında Erdal Beşikçioğlu’na rolü emanet eden Akar, kariyerinin ilk döneminde sinemada nasıl ses getirdiyse, akabinde de televizyonda hatırı sayılır işler yapmayı nihayet başarıyordu. Dile kolay, üç sezon ve iki sinema filmi. Her ne kadar dizide onu genel yönetmen sıfatıyla görsek de, projenin başında olduğunu her daim hissettirmekteydi.
Behzat Ç.’nin çekilen iki sinema filminde de yönetmen koltuğunda yer alan Akar, dizi hayranlarını ziyadesiyle memnun eden, mizah sosu yüksek iki polisiyenin altına imza atmıştı. Her ne kadar çekilen iki Behzat Ç. filmi dizinin lezzetini andıran işler olsa da, bağımsız birer sinema filmi olarak düşündüğümüzde sınıfta kalan işlerdi. Bundaki en büyük pay, tanıdık karakterlerin, benzer hikâyelerinin bir kez daha önümüze gelmesinde gizli.
Tarihler 2017’yi gösterdiğinde ise Serdar Akar’ın yolu, bir kez daha Kurtlar Vadisi ile kesişmekte. Polat Alemdar ve arkadaşlarının yeniden memleketi kurtarmak adına canhıraş verecekleri mücadeleyi anlatacak olan Kurtlar Vadisi Vatan, esasen Serdar Akar filmografisinin de kayan çizgisinin en önemli göstergesi. Evet, bu yönetmenin çekeceği ilk Kurtlar Vadisi değil. Ancak onun projede yer aldığı ilk dönem ile şimdiki zaman dilimi arasında ciddi bir konjonktür farkı mevcut. Nitekim Serdar Akar Kurtlar Vadisi’ne dâhil olduğunda, dizi ülkenin en popüler ve ses getiren projesiydi. Keza Kurtlar Vadisi Irak’ın da dizi finalinin hemen ardından vizyona girdiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Aradan geçen 12 yılda ise Kurtlar Vadisi eski popülaritesinden uzaklaşmış, taraf olmuş ve tam anlamıyla bir propaganda aracına evirilmiştir. Şimdi ise Serdar Akar, tükenme noktasına gelmiş, sıkı fanları tarafından bile eleştiri oklarına maruz kalmış bir projeyi tekrardan diriltme adına kamera arkasına geçiyor.
Serdar Akar, Kurtlar Vadisi Vatan projesiyle ne denli başarılı olur yahut bu tercih onun kariyerine ne türlü bir ivme kazandırır bilinmez. Ancak şu bir gerçek ki, senaryo ne denli kötü olursa olsun, onun üzerine düşeni ziyadesiyle yerine getireceği aşikâr. Çünkü karşımızda yeteneği herkesçe takdir edilen, ancak seçtiği senaryolarda bir o kadar tartışmaya açık olan bir isim var.
Kariyerine Yeni Sinemacılar adı altında başlayan ve sektöre hızlı bir giriş yapan Serdar Akar, esasen 2000’lerin başındaki en umut vadeden yönetmenlerden biriydi. Nitekim Barda’ya kadar bir şekilde dengede götürdüğü filmografisi, daha sonrasında ilginç tercihlerle oldukça farklı bir yöne kaydı. Bu, belki Serdar Akar’ın yeteneğinden bir şey alıp götürmedi ancak, sinemamızın donanımlı bir yönetmenini kaybetme noktasına getirdi. Düşünsenize, Gemide ve Dar Alanda Kısa Paslaşmalar gibi kült olarak adlandırabileceğimiz iki filmi önümüze getiren isim, şimdilerde Kurtlar Vadisi’ni tekrardan diriltmek adına çaba sarf ediyor!
En başta dediğimiz gibi, Serdar Akar’ın çizdiği portre ne yazık ki sektörün acı yüzü. O, kariyerinin en başında inandığı ve değer verdiği hikâyeleri kendi üslubunca çekmeye çalışırken, sonrasında izleyici garantisi olan risksiz işlere kucak açmış bir sinemacı. Bizde bir laf vardır; “Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer” diye. Belki de Serdar Akar’ın idealist yönetmen sınıfını terk etmesinin yegâne sebebi, bu atasözünde saklıdır.
Eylül sonunda vizyona girecek Kurtlar Vadisi Vatan vesilesiyle Serdar Akar filmografisini ve onun değişen kariyerini detaylı bir şekilde ele almaya çalıştık. Yaklaşık 20 yıldır hayatımızda olan ve her dönem adından söz ettirmeyi başaran Serdar Akar, ne var ki şimdilerde kariyerinin ilk dönemini mumla aratmakta. İlerleyen yıllar ne getirir bilinmez ancak, Gemide, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar hatta ve hatta Barda gibi meselesi olan realist yapımları, onun filmografisinde daha fazla görmek, her sinemasever gibi bizim de temennimiz. Yolu açık olsun.