“Tito, Yugoslav Uzay Programı’nı ABD’ye satmaya karar verir ve 3 milyar dolar gibi bir rakamda anlaşma sağlanır. Akabindeki gelişmelerin etkisi, Yugoslavya’nın dağılmasına neden olacak kadar güçlü olacaktır.”
“Sıradan bir ebeveyne “Noel Baba’ya inanır mısın?” diye sorsanız, cevabı “Tabii ki hayır, ben deli değilim” olurdu, çocuklarım için inanmış gibi yapıyorum derdi. Çocuklara sorduğunuzda ise normal bir çocuk şöyle cevap verirdi: “Ben deli değilim. Hediye alanların aslında ailem olduğunu biliyorum. İnanıyormuş gibi yapıyorum ki ailem hayal kırıklığına uğramasın ve bana hediye almaya devam etsin.” Buradaki paradoksu görüyorsunuz. Hiç kimse, etkin olarak, birinci şahsa inanmıyor. Herkes başkası için numara yaptığını söylüyor. Fakat her şeye rağmen inanç görevini yapıyor. Sosyal gerçekliğimizin yapısını oluşturuyor.”
Slavoj Zizek’in yukarıdaki sözleri ile açılan 2016 yılı mahsulü Houston, We Have a Problem! (yazıda bundan sonra kısaca Houston olarak anılacaktır), müthiş bir sahte belgesel örneği. 89. Akademi Ödülleri’nin yabancı dilde en iyi film dalında Slovenya’nın adayı olan film, son beşe kalamamıştı. Açıkçası bugüne kadar verilen Oscar ödülleri göz önüne alındığında Houston’ın pek “Oscarlık” bir yapım olmadığının altını çizmek lazım. Ama bunu filmin değerini azaltmak için söylemiyorum; tam aksine sahte belgesellere (ya da komplo teorilerine) ilgisi olanlar kaçırmasın!
İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan Soğuk Savaş döneminde süper güç olarak öne çıkan ABD ve SSCB arasındaki gerginlik had safhaya ulaşmıştı. Hemen her alanda üstünlük sağlamak için kıyasıya yarışan iki ülke, birbirlerine gözdağı vermek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Uzay Yarışı da dönemin en çok önem atfedilen başlıklarından biriydi. 4 Ekim 1957 yılında, tam da ABD’nin teknolojik açıdan SSCB’den ileride olduğunu öne sürdüğü bir dönemde, SSCB’nin uzaya attığı Sputnik-1 adlı ilk yapay uydu, ABD’de büyük bir krize neden oldu ki 1957 yılı Uzay Yarışı’nın başlangıcı olarak gösterilir. Aynı yıl SSCB’nin Sputnik-2 uçuşu ile yörüngeye gönderilen ilk canlı Laika adındaki köpek oldu. 1960 yılında Sputnik-5 uçuşu ile Belka ve Strelka adlı kozmonot köpekler, başarıyla dünya yörüngesine ulaşıp geri dönebildiler. Yuri Gagarin ise 12 Nisan 1961’de Vostok-1 ile yaptığı uçuşla dünya yörüngesine başarıyla ulaşan ilk insan oldu.
Yönetmenliğini Ziga Virc’in üstlendiği sahte belgesel, 1950’li yılların sonundan yani Uzay Yarışı’nın başlangıcından, Yugoslavya’nın dağıldığı 1990’lı yıllara kadarki süreçte geçtiğini iddia ettiği müthiş şehir efsanesini, aynı süreçteki gerçek olaylara ait arşiv görüntüleri ve şehir efsanesine (güya) bizzat tanıklık etmiş kişilerin günümüzde verdikleri beyanatlar eşliğinde anlatıyor. O yıllarda ABD ve SSCB dışında kendi uzay programını yürüten bir başka ülke daha vardır: Yugoslavya.
Uzay çalışmalarıyla tanınan Sloven bilim insanı Herman Potocnik (ya da takma adıyla Herman Noordung), tek kitabı olan The Problem of Space Travel 1928 yılının sonlarında yayımlandıktan bir yıl sonra, henüz 36 yaşındayken ölür. Sahte belgeselin iddia ettiğine göre Potocnik öldüğü zaman ikinci kitabı üzerinde çalışmaktadır ancak kitaba dair notların bulunduğu dosyalar kaybolmuştur. Yugoslav istihbaratı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu dosyaları ele geçirir ve Yugoslavya’nın tek adamı Tito’ya dosyaların potansiyel önemi hakkında bilgi verir. Tito, dosyaları incelemeleri için uzmanlara gönderir. Uzmanlar, dosyaların bir ekibi aya götürebilecek bir uzay aracı yapmak için gerekli detaylı talimatları içerdiğini söyler. Bunun üzerine Tito, Yugoslav Uzay Programı’nı başlatır. SSCB’nin Sputnik-1 uçuşundan hemen sonra Yugoslavya, Triglav-1 uçuşunu gerçekleştirir. İçine canlı bir domuzun konulduğu üç aşamalı roket stratosfere kadar başarıyla ulaşır ama sağlıklı bir iniş gerçekleşmez ve modül Adriyatik Denizi’nin uluslararası sularında İtalya’ya yakın bir yere düşer. Kimseye fark ettirmeden olayı örtbas eden Yugoslavya, yeni bir uçuş denemesi için çalışmalara başlar ancak maliyet karşılayabileceklerinden çok fazladır. Uzay programı için yabancı kredi almaları da mümkün değildir. ABD’de ise durum tam tersinedir; paraları vardır ancak kullandıkları teknoloji işe yaramamaktadır. John F. Kennedy, 1961 yılında ABD başkanı olur. SSCB’nin art arda gerçekleştirdiği başarılı uçuşlar ile Uzay Yarışı Kennedy üzerinde büyük bir baskı oluşturur. CIA, Kennedy’ye Yugoslav Uzay Programı’nın ABD’ye büyük katkı sağlayacağını söyler ve temaslar başlar. Sonunda bütün projenin ABD’ye satılmasına karar verilir ve 3 milyar dolar (filmin yaptığı hesaplamalara göre bugünün 50 milyar doları) gibi bir rakamda anlaşma sağlanır. Akabindeki gelişmelerin etkisi, Yugoslavya’nın dağılmasına neden olacak kadar güçlü olacaktır.
Houston; Tito ve Kennedy buluşmaları, her iki liderin konuşmaları, diğer ülkeleri ziyaretleri gibi gerçek tarihi olayları, kendi anlatısı içerisine o kadar özenli bir şekilde yerleştiriyor ki arşiv görüntülerinin arasına (nadiren de olsa) giren Zizek yorumları olmasa kendinizi kolaylıkla teslim edeceğiniz, bütünüyle inanabileceğiniz, eksiksiz bir komplo teorisi kurguluyor. Yönetmen Ziga Virc, Yugoslavya’nın yükselişinin ve düşüşünün sembolik öyküsünü anlatma niyetinde olduğunu söylüyor ve seyirciyi izlediklerinden hangisinin gerçek, hangisinin kurmaca olduğunu anlamaya davet ediyor. Houston, Soğuk Savaş dönemindeki siyaset ya da Uzay Yarışı hakkında taşlamalara yer verse de aslen internet sonrası dönemde anlamı hızla değişen “gerçekliğe” dikkat çekmek istiyor.
Gördüğü, okuduğu, duyduğu her şeye sorgulamadan inanma eğilimi gösterenlerin çoğunlukta olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yeter ki maruz kalınan veriler kendi sübjektif gerçeklikleriyle örtüşsün. İşin ilginci insanların büyük bir çoğunluğu hayatı boyunca gerçeği aramıyor. Belli başlı dogmatik kalıplarla örülü kendi gerçeklik anlayışları ve kendi dünya görüşleri var ve bu anlayış ve görüş yıllar içinde daha da katılaşıyor, değiştirilmesi imkânsız hale geliyor. Çoğu insan, düşüncesinin yanlışlığı yüzde yüz kanıtlansa bile, salt bu yüzden düşüncesini değiştirmeye yanaşmıyor. Albert Einstein boşuna “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” dememiş.
Hatırlayanlar olacaktır; Korcan Karar’ın hazırladığı ve 1994-1999 yılları arasında devam eden Şok isimli bir TV programı vardı. Gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan mizahi haberlerin ciddi biçimde sunulduğu bir komedi programıydı. Birkaç bölüm (belki de ilk bölümdü net hatırlamıyorum) sonrasında haberleri gerçek zannedenlerden gelen tepkiler üzerine program, “bu haberlerin gerçekle ilgisi yoktur, tamamen hayal ürünüdür” gibisinden bir altyazı ile yayınlanmaya başladı. Buna rağmen hâlâ inananlar çıkmaya devam ediyordu. O zamandan bu zamana insanlar değişmiştir diye düşünmeyin; aynı geleneği günümüzde devam ettiren Zaytung benzeri sitelerin yaptığı sahte haberleri “gerçek” zannedenlerin sayısının hiç de az olmadığını unutmamak lazım. Hatta daha da fenası benzer yabancı mizah sitelerinin yaptığı sahte haberlerin ulusal gazetelerimiz tarafından “gerçek” zannedilip haber yapıldığını da acı bir not olarak ekleyelim.
Houston, Kutluğ Ataman’ın yazıp yönettiği Aya Seyahat (2009) isimli sahte belgesel ile birçok benzerlikler içeriyor. Tabii ki Ataman’ın filmi herhangi bir gerçeklikten destek almıyor, tamamen fantezi ürünü ama yapı olarak fazlasıyla benzeşiyorlar. Aya Seyahat farklı bir teknik kullanarak art arda perdeye gelen siyah beyaz fotoğrafların üzerine yerleştirilmiş bir üst ses ile fantezi ürünü hikâyesini belgesel havasında sunarken aralara çeşitli sosyolog, tarihçi ve yazarlar ile yapılmış röportajlar serpiştirerek gerçeklik algısını kırmaya çalışıyor. Aynı Houston’ın Zizek yorumlarını kullandığı biçimde. İşin ilginci her iki film de aynı yıllarda geçen bir sahte “gerçeklik” yaratmaya girişiyor ve her ikisinin de çıkış noktası aynı. Aya Seyahat’te 1957 yılında gerçekleştirilen SSCB’nin Sputnik-1 uçuşundan sonra Erzincan’ın bir köyünden geçmekte olan bir milletvekilinin tesadüfen köyde durması üzerine gelişen olaylar neticesinde bazı köylüler, aya gitmeye karar verip camiinin minaresinden bozma bir roket yapmaya girişiyorlar. (Filmi Kutluğ Ataman’ın YouTube kanalı WitchTV üzerinden izleyebilirsiniz.) Bütün bunların yanında son zamanlarda tekrar gündeme gelen Bandırma Füze Kulübü’nün hikâyesinin akla gelmemesi ise imkânsız.
Son noktayı Zizek’in Houston’ın finalinde yer alan sözleriyle koyalım: “Bu filmin başarılı olması için ortalama bir seyircinin her zaman nasıl da kullanılıyoruz diye farkına varması gerekir ama basit salt yalan yoktur. Her şey sahte olsa bile… Bu sahtelik, bizim sahte olduğunu bildiğimiz kadarıyla içinde yaşadığımız sosyal gerçeklik hakkında bize pek çok şey söyler. Gerçekten olmamış olsa bile doğrudur. Ve bu çok önemli bir mesajdır.”
Murat Kızılca