Murat Tolga Şen, herkesin merak ettiği, sormaktan çekindiği ve cevabını bildiği soruları soruyor; ne olacak bütün bunlar, bütün bunlar ne olacak?
Tolga Karaçelik (Gişe Memuru – Sarmaşık), Emin Alper (Tepenin Ardı – Abluka) ve Ceylan Özçelik’in (Kaygı) film projelerinin bakanlıktan yapım desteği almaya layık görülmemiş olması…
Daha da fenası; gazeteci, yazar, siyasetçi derken hapse atılmamış, soruşturmaya uğramamış, o ya da bu şekilde susturulmamış (ya da susturulmaya çalışılmamış) aydını kalmayan bir ülkede sinemacıların hala “filmimi çekmem için para ver” diyerek devlet kapısından medet umması…
Aynı sinemacıların o parayla film çekip yine bakanlık ve iktidar belediyelerinin ortak organizasyonu olan festivallerde ödül kazandıktan sonra podyuma çıkıp protestonun Allah’ını yapmaları… Alkışlarla yaşamanın her şeyden tatlı olması…
TRT TV Filmleri projelerinin festival yarışma seçkilerine dâhil edilmesi, üstüne ödüllendirilmesi…
Filmografileri 3 filmden ibaret ve sonuncusunu da tam 8 yıl önce çekmiş olan, o tarihten bu yana TV’ye ucuz diziler çekmekten başka bir şey yapmayan iki biraderin ülkenin en önemli film festivalinin jüri başkanlığına getirilmeleri…
Film festivallerinin yapılmasına 1 hafta kala terör bahane edilerek iptal edilmesi, iptal edilen festival aynı takvim yılında yapılmadığı halde yapanların bunu “erteleme” diyerek yutturmaya çalışmaları…
Bütün film festivallerimizin birbirine benzemesi, hepsinde aynı filmlerin gösterilmesi ve yarışması, hepsine neredeyse aynı insanların direktörlük vs. yapmaları…
Yine bu festivallerde basın mensuplarının, film ekipleriyle özellikle ayrı otellerde konaklatılıyor oluşu ve sonra da organizasyonun, “kimse haber ya da röportaj yapmadı” diye hayıflanması…
Amasya’nın Gümüşhacıköy kazasında yapılacak 1. Haşhaşlı Çörek Film Festivali’nde 300.000 TL ödül dağıtılacak olsa herkesin oraya koşacak olması, ülkemizde ödül prestiji olan bir tane bile festivalin olmaması…
Festivallerin “15 Temmuz’u sinema yoluyla anmak” için sıraya girmeleri ve buna yönelik zorlama fikirler üretmeleri…
Bu dertli ülkenin, dertli sinemasını merceğe alan eleştirmenlerin vizyondaki filmleri eleştirip suya sabuna dokunmayan yazılar yazmaktan hiç de şikayetçi görünmüyor olmaları…
Eleştirmenlerin, birkaçı hariç, eleştiriyle ilgili tüm fırsatlarını birkaç dandik gişe komedisini yerden yere vurarak harcamaları…
Beyoğlu’nun ortasındaki sanat filmleri gösteren müstakil bir sinemanın yaşam savaşı vermesi ve atılan onca tweet’e rağmen, tweet sahipleri dahil hala kimsenin bu salona film izlemeye gitmemesi…
Sosyal medyada herkesin sanat filmleri üzerine havalı paylaşımlar yapması ama bu filmlerin gişede 300-500 kişiye ancak bilet satabilmeleri…
Türkiye’nin belki de en dandik serisi olan Recep İvedik filmlerinin gişe hasılatı en yüksek işler olması, bu hasılattan kesilen paraların sanat filmlerine dağıtılması yani Recep İvedik 5 olmadığında Ahlat Ağacı’nın da kuruyacak olması…
Kısa film çeken gençlerin neredeyse sünnet düğünlerine bile başvuracak kıvama gelmiş olmaları ama dandik organizasyonlarda sıkıntı olduğunda, overlok makinesi ayağına düşmüş gibi feryat figan etmeleri…
PR’cıların kötü filmlere iddialı bültenler hazırlamaları ve bunların medyada 40 yerden servis edilmesi… Başka ülkede sinemada gösterilemeyecek kadar ucuz bir filmin, ülkenin en büyük gazetesinde “yılın korku filmi” diye haber yapılması…
Birkaçı hariç film eleştirmenlerinin “film eleştirisi” yazarak para kazanamıyor ve geçinemiyor oluşu…
Sinema yazarlarına yaptırılan paneller, programlar vs. sonrasında ödemenin teşekkürle yapılması… Sinema yazarının fotosentez yaparak yaşadığının sanılması…
Televizyondaki sinema programlarının vizyon filmlerinin tanıtımından ibaret olması…
Sinema biletinin pahalı, mısır ve meşubatın ise daha da pahalı olması ve her filmden önce 20 dakika asla gidemeyeceğimiz otellerin reklamını izliyor olmamız (Maxx Royalll)…
Salonları bunun da kesmiyor olması ve 10 dakika arada bile sesi sonuna kadar açılmış kola reklamıyla seyircileri büfeye postalamaya çalışmaları…
Yeni gişe sinemacılarının hala cin korkusu çekerek parayı kıracaklarını zannetmeleri ve gişeden hüsranla ayrılmaları…
Son 10 yılda, bir tanesi Cem Yılmaz’la olmak üzere 14 filmde karşımıza çıkan Çetin Altay’ın hala seyredilecek iyi bir filmi olmaması…
Kerem Akça’nın aslında duygusal biri olması…
Sizce de bunların hepsi çok saçma değil mi?