Bu hafta vizyona giren Mine (Kimlik), savaş karşıtı olarak adlandırabileceğimiz ama kafası karışık bir yapım. Bir adamın özel hayatındaki dramları savaş coğrafyası içine koyup anlatmaya çalışmak çok da iyi sonuç vermemiş.

En iyi savaş filmleri aslında savaş karşıtı olan filmlerdir. Apocaliypse Now, Platoon, Hamburger Tepesi ve birçokları savaşın acılarını ve insan üzerindeki tahribatını anlatır. Özellikle sıradan insanın savaş anında geçirdiği değişim ve ne kadar insanlıktan uzaklaşabileceği bu filmlerin odağındadır. Aklı başında hiç kimse savaş taraftarı olamaz tabii. Bu gerçekle birleştiğinde savaş karşıtı filmlerin etkisi çok daha artar. Ortada böyle bir gerçek varken demokrat bir duruş sergilemek isteyen sinemacıların bu fikirleri kullanması doğaldır. Özellikle günümüzde neredeyse yeni bir Haçlı Seferleri dönemi yaşayan dünyamızda bu tür anlatımlara ihtiyaç var. Evet ihtiyaç var ama bunların düzgün çekilmesi lazım. Bu hafta vizyona giren Mine (Kimlik) güya savaş karşıtı bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Amerikan Deniz Kuvvetleri’nin Kuzey Afrika’daki bir biriminde keskin nişancı olan Mike Stevens, başarısız olunan bir suikast girişiminin ardından arkadaşıyla birlikte olay yerinden kaçarken kara mayınıyla kaplı bir bölgeye girer. Arkadaşı dikkatsizliği sonucu ölürken Mike da bir mayına bastığını son anda fark eder. Ayağını kaldırması halinde havaya uçacaktır ve kendisine destek verebilecek en yakın birliğin gelmesine 52 saat vardır. Mike tüm yeteneklerini, fiziksel ve zihinsel dayanıklılığını ortaya koymak, çölün zorlu koşullarında ayakta kalmak zorundadır. Böyle bir hikayeden neler bekleriz mayınların çaldığı hayatlar, o mayınları oraya koyulmasına sebep olan silah tüccarlarının etkisi, kendi vatanını korumak için mayın kullanan insanların aslında kendi toplumlarının göbeğine patlayıcı döşemelerinin trajedisi gibi bir dizi konu anlatılabilir. Ama yönetmenler bunların hepsini es geçmiş ve bir askerin yaşadığı kişisel dramları anlatmışlar. Mike ayağını mayına bastığı andan itibaren tamamıyla özel hayatındaki dramlara odaklanıyor. Karşısına çıkan bir berberi ile konuşurken ve yalnız kaldığında yaşadığı git geller anında babasının alkolik olmasını, annesini ve kendisini dövdüğünü, sonra annesinin kanserden öldüğünü öğreniyoruz. Bir bar kavgası sırasında tanıştığı garson kıza aşık oluşunu sonra da onu terk edişine tanık oluyoruz. Yani bunlar olmasa bizim Mike askere gelmeyecek, o mayına basmayacak. Bütün dert bu. Mike gibi milyonlarca insan askere özel trajedileri yüzünden mi gidiyorlar? Veya telsizden kuru bir sesin emrine uyup erkekleri, kadınları, çoluk çocuğu kurşunlarla bu şanssız geçmişleri yüzünden mi öldürüyorlar? Hiç mi toplum psikolojisinin, ırkçılığın, düzenbaz politikacıların, dinsel nefretin etkisi yok bu yaşananlarda. Bütün bunlar varken filmin yönetmeni olan Fabio Resinaro ve Fabio Guaglione niye görmezden gelir bu gerçekleri. Hele bir Berberi karakteri var ki filmde neden var anlamak mümkün değil. Sürekli sonu olmayan saçma diyaloglarla film devam ediyor. Bu Berberi daha önce mayın toplayıp satarmış ama günün birinde bir mayına basıp ayağını kaybetmiş aynı zamanda küçük kızı da ölmüş. Şimdi bu Berberi karakteri ne anlama geliyor senaryo içinde? Bu adam mayın toplayıp sattığı için bu çirkinliğin bir parçası mı? Kızını ve ayağını kaybedip bu günahın bedelini mi ödedi? Sürekli Mike’a özgür ol diyor, Berberi’nin anlamı özgür adam demektir diye de ekliyor. Peki Berberi Mike’a özgürleşmesi için ne sunuyor. Yönetmenler bu Berberi karakter, gece Mike’a saldıran vahşi köpeklerle bir takım metaforlar yaratmaya çalışıyor ama söylediğini adam gibi söylemediği için bu metaforlar da bir yere bağlanamadan metafor olarak kalıyorlar. Yani yapmacık bir anlatım. Film çekimleri ve müzikleri ile albenisi olan ama içi boş bir yapım.

 

FİLMİN KÜNYESİ
Filmin orijinal adı: The Windmill Massacre
Yönetmen: Fabio Resinaro, Fabio Guaglione
Senarist: Fabio Resinaro, Fabio Guaglione

Oynayanlar: Armie Hammer, Annabelle Wallis, Tom Cullen, Clint Dyer

Yapım: 2016, ABD, İspanya, 106 Dak.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.