İngiliz yönetmen William Oldroyd çok aşinası olduğumuz bir isim değil; zira birkaç kısa filminden sonra el attığı ilk uzun metrajlı işi olan Lady Macbeth nisan ayında şanslı İstanbullu seyircilerle buluştuktan sonra şimdi de sanata gerçekten aç Anadolu şehir festivallerinin seçkisinde karşımıza çıkıyor. Mayıs 2017 itibariyle henüz ülkemiz vizyon takvimine girmeyen film, feminist cepheleri hararetlendirebilecek bir potansiyele de sahip!

Film, 19 yy.’da yaşamış Rus yazar Nikolai Leskov’un Lady Macbeth of Mtsensk  adlı novellasından yine ilk uzun metraj senaryosuna imza atan Alice Birch tarafından senaryolaştırılmış. Aslında Leskov’un 19 yy.’da yazdığı bu eserin en azından bizim karşımıza hiç çıkmamış olan Rus yapımı başka uyarlamaları da mevcut. Aslında bu veriler ışığında film için kadro açısından tam bir ilkler filmi de diyebiliriz zira filmi sırtlayıp götüren Florence Pugh’un da sinemada ilk ciddi başrolü! Ve muhtemelen önümüzdeki işlerinde hep bu filmdeki performansıyla karşılaştırılacak.

Henüz adıyla seyircide merak uyandıran Lady Macbeth aslında biletini de bu soru işaretli Sheakespeare göndermesi sayesinde aldırıyor. Akıllı seyirci ise zaten filmin bir Macbeth uyarlamasından ziyade Macbeth’in hırs dolu karısı Lady Macbeth’ten esinlenen bir karaktere gönderme yaptığını anlayacaktır.

Filmin bizatihi kendisine gelirsek, genç ve ‘taze’ Katherine 19 yy’da yaygın olan bir anlayışla orta yaşlarını devirmek üzere olan, fiziksel ve ruhen çirkin, karakteri zayıf – ezik de diyebilirsiniz- Alexander için kayınpederi tarafından yanında bir miktar arsa ile devren satın alınır. Kocası Alexander’a ‘karılık’ görevlerine yerine getirmesi emredilirken bir yandan da geldiği bu malikanede gerçek bir mahkum hayatı yaşar. Bırakın kasabaya inmeyi, hizmetçilerden başka herhangi bir insanı görmesi, malikanenin çevresindeki çayırlık alanda bile dolaşması yasaktır. Hayatı zindana çevrilen Katherine çareyi hiçbir şey yapmadan uyuduğu bilinçli bir depresyon kaçışında bulur. Filmin ilk 20 dakikasına denk gelen ve oldukça zor akan bu bölümde sabredip koltuğunda kalan seyirciler için hikayenin gerisinde oldukça lezzetli ödüller var. Zira karşısına çıkan bir fırsat ile kırılma noktası yaşayan ve de çevresine yaşatan Katherine için kelimenin tam anlamıyla artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır!

Katherine’nin yaşadığı dönüşümü sürprizbozan –spoiler- vermeden anlatmak imkansız olsa da, filmin Sheakespeare’in Lady Macbeth’ine bağlanan bölümü tam da bu dönüşümle başlıyor diyebiliriz. Artık karşımızda hırslarını tanımış, yapabileceklerinin farkında ve de onu emri altında tutmak isteyenler açısından daha fenası, bir daha zincire vurulmayı ne pahasına olursa olsun kabul etmeyecek bir Lady Macbeth var! Kadının özgürlüğünü, kişisel iradesini freni boşalmış bir cinsel doyumla farkına vardıran bu senaryo akışı an geliyor, bu özgürlük ve beraberinde gelen haz duygusu ile baş karakteri Katherine’ni bu sefer en basit insani duygulardan yoksun bir hırs küpüne dönüştürüyor. İşte zannımca feminist eleştirinin oklarını fırlatacağı noktalar tam da bunlar. Belki 19 yy. da yazılan ve o günün toplumunu yansıtan bir roman bu anlamda daha serbest uyarlanabilirdi. Kadının kendi hayatının iplerini eline alması cinselliğinin, kendi bedeninin ve hazzın keşfiyle verilirken, bu hazzın onu dönüştürdüğü en hafif tabire ‘cadı’ modeli – ki orijinal Lady Macbeth ile bu anlamda finalde oldukça örtüşüyor- , kadının sinema dilindeki sunumu açısından mazur görülemez bir yoruma sahip.

Öte yandan karşımızda kostümleri ve oldukça sade taşra dekoruyla iyi kotarılmış bir dönem filmi var; görüntü yönetiminin sadeliği ve sanat ekibinin renk kullanımı tam da olması gereken ‘kahverengilerde’. İlk başrolünde filmi sırtladığını belirttiğimiz Florence Pugh’un kan donduran performansının yanı sıra kendisinden rahatlıkla nefret edebileceğimiz kayınpeder Christopher Fairbank’in ve her devrin ezileni olan zenci hizmetçi Anna’ya hayat veren Naomi Ackie’nin performansları göz ardı edilemez.

Kapanıştan evvel filmin ikincil bir boyutu olan sınıfsal çatışmalara da değinmek gerek. İpuçlarını verdiğimiz Victoryen kadın-erkek geriliminin yanı sıra filmin masaya yatırdığı ciddi bir iktidar erki sorunsalı var. Tıpkı en güçlü kadın edebiyat figürlerinden biri olan Virginia Wolf örneğinde olduğu gibi, gücü ele geçirdikten sonra kadın-erkek cinsiyet ayrımının işlevini yitirdiği ve anaç, kollayıcı, koruyucu olması beklenen klasik kadın figürünün iktidarını koruma uğruna erkekleştiği, 3 gün önce ezilen kendisiyken gücü eline aldıktan sonra kurbanlarının gözünün yaşına bakmadığı, acıma, empati gibi duygulardan çok rahat arındığını, arınabileceğini söylüyor Lady Macbeth. Sınıfsal çatışmanın adalet getirmesi hak getire; hepiniz ölün pis fakir köleler! Sen bile Sebastian!

Uzun lafın kısası, karşınıza çıktığında seyredilmesi hararetle tavsiye olunan ama kadının perdedeki temsiline olumludan öte ‘cadısal’ bir katkı sağlayan bir film Lady Macbeth; iyi seyirler!

Duygu Kocabaylıoğlu
Egeli bir ailenin ilk kızı olarak 1984’te İstanbul doğan Duygu Kocabaylıoğlu Arazlı, lise eğitimini İzmir Bornova Anadolu Lisesi’nde tamamladı. Lisans eğitimindense, İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden 2007’de Edebiyat Uyarlamalarının Sinemadaki Yansımaları üzerine hazırladığı bitirme projesi ile mezun oldu. İlkokul çağında başlayan edebiyat sevgisini görsel sanatlarla birleştirdi ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini sürdürdü. Türkiye’de ilk kez ele alınan Polonya Sinemasında Ahlaki Kaygı Sineması bitirme projesi ile 2010’da yüksek lisans eğitimini tamamladı. Kısa film senaryo ekiplerinde, web sitesi projelerinde yer aldıktan sonra 2010 Ekim ayında Beyazperde.com sitesinin editör kadrosuna katıldı. 6 yılı aşkın süre dizi, sinema editörlüğü, proje yönetimi ve genel yayın yönetmenliği pozisyonlarını sürdürdüğü Beyazperde.com’dan 2017 Mayıs ayında ayrıldı. Sinema yazılarına Beyazperde’nin yanı sıra Popüler Sinema, Cine Dergi ve Öteki Sinema gibi farklı yayın organlarında sürdürmektedir. Sinema dışında en çok bisiklet sürer, koşar ve Heybeliada’nın tadını çıkartır. Evli ve bir ayağı İzmir’de olan Arazlı, sinema-kültür projelerine çok yönlü devam etmektedir.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.