Emir Kusturica’nın filmlerinin efektsiz, olabildiğince doğal, fantastik filmlerden olduğunu düşünüyorum, öyle ki yıllar yıllar önce yönetmenlerin ve ekiplerin kendi el yordamlarıyla yaptıkları kadar sahici, ironik ve bir o kadar da fantastik. Hatta yıllar önce Kusturica filmleriyle tanıştığımda çocukluğumu onun filmlerine benzetmiş, Çocukluğumda havanlarla, doğa ve bitkilerle giriştiğim hayat oyunununda tıpkı onun filmlerinin tadını bulmuştum.

Kusturica’nın on yıl aradan sonra çektiği Aşk ve Savaş o kadar güzel başlıyor ki… Sanki savaşın uğramadığı, kötü insanların silinip gittiği bir masal diyarındayız. Aynada kendine bakmaktan kafayı yemiş tavuktan, süt içmekten hoşlanan yılana kadar her şey aslında, arka plana bakınca hayatın ve savaşın içinde yer buluyor kendisine. Hikaye o kadar bildik ki.. Üçlü bir aşk hikayesi. Sütçü ve gizemli İtalyan kadın arasında gayet masumane ve fantastik şekillenen aşk, dünyanın kötü düzenine direnmeye çalışıyor. Tabii gücü yettiğince…

Kusturica savaşın ortasında, acıların içinde yaşama yolunu bulmuş ve bunu filme aktarmaya karar veren bir yönetmen. Ama acılı tarafın daha çok Bosna olduğunu düşünürsek, Kusturica’ya da işin ironisinin peşine takılmak kalıyor diyebiliriz. Ya da savaş pskilojisini dışarı taşırma isteğinin. Her Kusturica’yla ilgili laf açıldığında 2010 yılında Antalya Altın Portakal’da yapılan protesto aklıma geliyor. AKM’nin önünde konser veren, hatta o sene jüri üyesi olan Kusturica en çok da Semih Kağlanoğlu ve ekibinden protesto yemiş ve Antalya’yı terk etmişti. Yine bir şekilde Semih Kaplanoğlu’yla yolu buluşan Kısturica bu sene On the Milky Road / Aşk ve Savaş filmiyle festival kataloğunda yer aldı. Ama sonra gösterimler apar topar iptal edildi. Bunda Ulusal yarışma jüri başkanı Kaplanoğlu’nun parmağı var mı bilinmez ama Kusturica’ya bu ülkenin festivallerinin yolu kapanmış gözüküyor.

 

Cuma günü vizyona girecek film başrolünü Monica Belluci’yle paylaştığı, kendisinin sütçülük yaparak geçimini sağladığı bir adamı canlandırdığı Kusturica, bir adamın farklı dönemlerini anlatıyor. Aşkı eksik etmeden, savaşın en büyük kaçış noktasının barıştan sonra aşk olduğunu sonuna kadar vurgulayarak. Tabii film detaylardan ilham alıyor, sütçünün eşekle ve yılanla dostluğu, bir kuyunun saklama gücü ve bir aşkın kaçırtan çılgınlığı. Bütün bunlar biraraya gelince şiir gibi, ince ince işlenmiş, detaylandırılmış bir film çıkıyor karşımıza. Taa sonuna kadar. Bir savaşın her yerine dokunan, toprağa yerleştirilmiş mayınlarla yaşamın ve ölümün anını sorgulayan yönetmen bir yerden sonra bambaşka bir yola sokuyor filmini. Es geçilen, kurşun vızıltıları arasında yaşanan bir hayatın dökümü gibi ondan sonrası. Çimenlerin üstünü koyunlarla kaplayamıyorsanız, taşlarla kaplayın, doğayı yok edin kafası uzanıyor bir yerden. Bir yandan da o taşları taşımanın yolculuğu, sabrı ve sınanması karşısında gittikçe içine çekilen bir dünyanın adamı olmanın yalnızlığını anlatıyor.

Savaş bir mücadele. Etrafınızda vızıldayan kurşunlara karşı kendi şarkınızı yaratmak zorunluluğu doluyor sanırım. Kusturica her zamanki gibi kendi ayrıksı şarkısını mırıldanıyor. Savaşın ortasında yeşertilen bir aşkın kaçısı da bir hayli absürd ve karanlık oluyor. Özellikle dediğim gibi koyunların mayınlarda patladığı sahne çok etkiliydi. Ve güzelller güzeli Belluci’nin bedenini savaşın kalıntılarına teslim ediş anı…

Filmi izlerken ayrıntılara dikkat etmek önemli, zaten film yarattığı büyülü dünyanın detaylarında izleyici hipnotize ediyor diyebiliriz. Kızı Dunja ile kaleme aldığı kısa film Our Love’dan yola çıkan yönetmen savaşın ortasında kalmış insanların ruh halini sorguluyor ve kendisini tüm aşamalara vakfetmiş bir adamın etrafında düğümleniyor. Anlatım konusunda son derece düz ve sade davrandığını söylemiş yönetmen. Sonlara doğru öyle diyebiliriz ama usta yönetmen başlarda özellikle sanatını fazlasıyla konuşturuyor. Sonlra doğru ise yenilginin sessizliğinde kendi sorgu dünyasına çekiliyor. Gayet keyifle, bazı yerlerde içimiz acıyarak ama merakla izlenen bir film olmuş Aşk ve Savaş.

 

 

 

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.