1979 yapımı kült korku/bilim kurgu filmi “Alien”ın öncesini anlatan 2012 yapımı “Prometheus”un seyirci ile buluşmasından tam 5 yıl sonra devam filmi “Alien Covenant” yine bizzat serinin yaratıcısı Ridley Scott yönetmenliğinde vizyona giriyor. Yeni filme günler kala Alien’ın efsane serisini bir hatırlayalım.

1979 yılında ufak tv dizilerinde kamera arkasına geçmiş olan yönetmen/yapımcı Ridley Scott’ın belki de nasıl kült bir seriye imza atacağından haberi yoktu. İşte o sene içinde doğan Alien miti, kendisini de aşarak her seride farklı okumalara açık evrensel bir boyuta taşındı. Senaristler Dan O’Bannon ve Ronald Shusett hayal gücü ve zekası ile Ridley Scott’ın vizyoner bakış açısıyla sinema tarihine tür açısından bir çentik atılmıştı. Korku ve bilim kurguyu başarılı bir şekilde harmanlayan ilk filmden sonra art arda devam filmleri çekildi. Her bir filmde birbirinden başarılı yönetmenler kamera arkasına geçti. Filmin başarılı olmasının ve bu denli geniş çaplı bir hayran kitlesi oluşturmasında elbette başrol oyuncusu Sigourney Weaver’in de etkisi büyük. Peşindeki yaratıktan kaçmaya çalışan Ripley karakterini başka bir aktris canlandırsaydı film bu başarıyı elde eder miydi bilinmez. Ancak bilinen bir gerçek var ki yap boz parçalarının birleşmesi gibi filmi kült haline getiren tüm parçalar adeta bir araya geldi ve günümüze kadar uzanan muazzam bir hikaye ortaya çıktı. Şimdi, 1979 başlayan bu heyecan dolu serüvenin parçalarına göz atalım.

Alien (1979)

O sıralar televizyon dizilerinde kamera arkasına geçen 42 yaşındaki Ridley Scott’ın istediği çıkış bu filmle gerçekleşmiş oldu. Alien, uzayda keşif için yol alan bir grubun hayat mücadelesine odaklanıyordu. Ekipten birine bulaşan bir parazit ve akabinde bu parazitin büyüyerek yaratığa dönüşmesi ile başlayan ölüm kalım savaşı nefesleri kesiyordu. Tıpkı dönemin bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi bu filmde de maket ağırlıklı çalışma yapılmış ancak bu maket çalışmaları oldukça başarılı bulunmuştu. Günümüzün CGI’ından oldukça uzak ama –ki bence- bu nedenle oldukça gerçekçi olan film uzayın soğukluğu ile yaratığın saldırganlığı ile ölümü ensemizde hissetmemize neden oluyordu. Sigourney Weaver’in gözü pek Ripley’i bu filmde doğmuş ve sinema dünyasının en ikonik kadın karakterlerinden birisi haline gelmişti.

Aliens (1986)

İlk filmin dünya çapında büyük bir başarı elde etmesi ile elbette devam filmi kaçınılmazdı. 7 yıllık bir aradan sonra “Yaratık” geri dönüyordu. Bu sefer uzaya giden ilk ekibin başına gelenleri araştırmak amacıyla bir diğer keşif ekibinin yollanması ve yine bu ekibin hayatta kalma mücadelesine tanık oluyorduk. Sigourney Weaver’in Ripley’i yine ekiple beraber görev başındaydı. Ancak bu sefer çok daha sert ve hazırlıklıydı. Üstelik ilk filmdeki toyluğunu üzerinden atan Ripley bu sefer pek çok yaratıkla baş etmek zorundaydı. Filmin yönetmen koltuğunda Terminator ile bilim kurguda rüştünü ispat etmiş olan James Cameron bulunuyordu. İlk filme göre daha hareketli sahneleri içeren film yüksek temposu ile dikkat çekerken şüphesiz gelmiş geçmiş en iyi devam filmlerinden birisiydi.

Alien 3 (1992)

İkinci filmden tam 6 yıl sonra filmin üçüncü halkası seyirci ile buluştu. Bu sefer kamera arkasında Madonna, Billy Idol, Aerosmith, Iggy Pop gibi popüler sanatçıların video kliplerinde yönetmenlik yapmış David Fincher bulunuyordu. Film, ikinci filmden sağ kurtulan Ripley’in yüksek güvenlikli bir hapishanede sıkışıp kalması ve yaratığın burada da kendisini göstermesi ile giriştiği mücadeleye odaklanmıştı. Bu sefer ne silah vardı ne de kaçacak yer. Bir grup mahkum ile yaratıkla mücadele etmek zorunda kalan Ripley belki de en zorlu sınavını burada vermişti. Filmin genel manada ilk iki filmin altında kaldığı düşünülse de alt metin bazında oldukça dolu olduğundan ve özellikle varoluşçu temalarla tuğlalarını ördüğünden kaliteli bir film olarak öne çıkmıştı.

Alien: Resurrection (1997)

Serinin dördüncü halkası “Diriliş”, 5 yıllık bir aradan sonra seyircisi ile buluştu. Üçüncü filmde ölen Ripley’in bir klon olarak yeniden hayata döndürüldüğü film, Alien filmlerini bir felsefeye oturtma adına önemli bir yapı taşıydı. Yine uzayda bir grup keşif ekibi ve yine yaratık ile büyük mücadele. Bu film de tıpkı Aliens (1986)’ta olduğu gibi korkutucu sahnelerin yanı sıra hareketli sekanslarla dikkatleri çekiyordu. Yönetmen koltuğunda ise o zamana kadar tek önemli filmi The City of Lost Children (1995)’i çekmiş olan Jean-Pierre Jeunet oturuyordu. Sigourney Weaver’in yanı sıra filmde dönemin popüler yıldızlarından Winona Ryder ve daha sonra bir çizgi roman uyarlaması olan “Hellboy” ile ününe ün katacak olan Ron Perlman bulunuyordu. Sigourney Weaver’i son kez Ripley rolünde izlediğimiz bu film ile Alien serisi uzun bir sessizliğe bürünecekti.

Prometheus (2012)

Alien efsanesinin köklerine inmek isteyen ve ilk filmin yönetmen koltuğunda oturmuş olan Ridley Scott yeniden kamera arkasına geçti ve “Prometheus”u hayata geçirdi. Film “Alien” mitinin başlangıç noktasına ışık tutmayı hedefliyordu. Alien hayranları uzun bir aradan sonra heyecan içerisinde filmi bekliyordu. Görsel efekt bazında sınırlarını bilen Scott ilk filmlerin çizgisinden çokta sapmak istemiyordu. Bunun için özverili bir çalışma sergilendi.

Noomi Rapace, Michael Fassbender, Charlize Theron, Idris Elba, Guy Pearce ile film adeta bir yıldızlar geçidiydi. Film hayranları ikiye böldü. Bir kısmı filmin Alien çizgisinden çok farklı bir noktaya geldiğini savunurken bir kısmı da bu mitin perde arkasının başarılı bir şekilde yansıtıldığını savunuyordu. Özellikle dini temalar filmde belirgin olarak yer alıyordu ve bu da farklı düşünce ve tartışmaları beraberinde getirmişti. Her ne olursa olsun Ridley Scott yaptığı işten memnun kalmıştı ve bu mitin perde arkasını da seri haline getirmekte kararlıydı. Prometheus 2’nin çalışmalarına hızlı bir şekilde başlayan Scott maalesef bazı aksaklıkların kurbanı oldu ve filmi sürekli ertelemek zorunda kaldı. Ta ki 2017’ye kadar. Prometheus sonrası neler oldu, Alien efsanesinin derinlerinde daha ne gibi sürprizler bizleri bekliyor, bunların hepsini 18 Mayıs’ta vizyona girecek yeni film Alien: Covenant ile öğreneceğiz.

Egemen Tokatlıoğlu
1981 İzmit doğumlu. Filmlere olan ilgisi 80’lerde eve video girmesi ile başladı. 80-90’ların akla kazınan kült filmlerini repliklerine kadar ezberledi. Korku, bilim kurgu ve fantastik türüne ayrı bir ilgisi vardı. 8 yaşında beyazperde ile ilk tanışmasından sonra sinema vazgeçilmez tutkusu oldu. Aynı zamanda bilgisayar, atari oyunları ve çizgi romanlarla içli dışlıydı. Commodore 64’ü ile sabahlara kadar oyunlar oynadı.Taşınmalar nedeniyle İzmit, Ankara ve Isparta’da farklı okullarda ilköğretim ve liseyi tamamladı. Üniversitede Turist Rehberliği bölümünü bitirdikten sonra çok istediği Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı. Korku sinemasına olan düşkünlüğü nedeniyle yüksek lisans tezini “1960-1990 Yılları Arasında Amerikan Korku Sinemasındaki Muhafazakârlık” üzerine yazdı. Amerikan korku sinemasının dönemin toplumunun psikolojik,ahlâki ve siyasi yapısına nasıl ayna tuttuğunu inceledi. Pek çok kurumsal firma, haber sitesi, dergide içerik yazarlığı ve editörlük yaptı. Şu anda hala metin yazarlığı ve editörlük yaparken aynı zamanda bazı online platformlarda, basılı dergilerde sinema yazıları, eleştiriler yazıyor, özel dosyalar hazırlıyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.