Ağustos Böceği ve Karıncalar filminin önemli oyuncusu Bennu Yıldırımlar filme hazırlanırken birçok cenazede kendi yaptığı gözlemlerin etkili olduğunu söyledi. Belki de kendi cenazemde kimler neler diyecek bunu düşündüm hep diye ekledi…
Bennu Yıldırımlar sinemamızın en kabiliyetli ve izlemekten zevk aldığım oyuncularından. Onun oynadığı Kaç Para Kaç ve Kars Öyküleri hala aklımda. Yine de sinemada onu daha çok görmek isterdik. Neyse ki bu ay vizyona giren Ağustos Böcekleri ve Karıncalar filminde kendini sevenleri tatmin edecek kadar perdede görünüyor. Film tam bir oyuncu filmi. Hani çoğunlukla yönetmen filmi denen birşey vardır ya. Bu oyuncuların performansıyla kendini kanıtlayan bir yapım. Bennu Yıldırımlar ile hem filmi hem de sinemamızı konuştuk.
Senaryoyu okuduğunuzda sizi etkileyen şey ne oldu?
Senaryoyu okuduğumda, dilinin akıcılığından, ele aldığı konunun yerel gibi görünse de ne kadar evrensel olduğundan ve karakterlerinin inandırıcılığından dolayı etkilendiğimi söylemeliyim. Sonrasında, okuma provalarına başladığımızda, Erhan, Onat ve Dicle’nin liseden beri arkadaş olduklarını ve sinemanın onların ta o dönemlerinden beri yapmak istedikleri meslek olduğunu öğrendim. Bu üç yakın arkadaşın düşlerine destek vermemek olamazdı. Böylesine iyi düşünülmüş bir senaryo da orada dururken üstelik…
Bazı karakterlere özel olarak hazırlanmak gerekir. Mesela tarihi bir şahsiyet veya özürlü birisi ama bazı roller için oyuncu biriktirdiklerinden yola çıkar? Bu rol hangisine yakın, nasıl hazırlandınız?
Bu yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. Bu rol için sanırım bugüne kadar biriktirdiklerim öne çıktı. Ölüme yakın ya da henüz ölmüş birinin yakınlarını gözlemleme fırsatımız olduğunda, ne kadar çelişkiler yaşandığını gözlemlemişizdir. Çelişkiler hem mizahı hem de gerçekliği barındırmasından dolayı ilgi çekicidir. Hemen her insanın başından geçmiştir sanırım cenaze sırasında camii avlusunda yaşananlar..vs. Ne kadar ikiyüzlü ya da ne kadar samimi olabilenler… Bu anlar hep aklımızda kalır nedense. Belki de kendi cenazemizin nasıl olacağı ve arkamızdan neler söyleneceği ile ilgili zaman zaman kafa yormamızdan ileri gelen düşüncelerdir bunlar. Ben de bu gözlemlerimden biriktirmişim epeyce sanırım…
Ağustos Böcekleri ve Karıncalar için bir kara film diyebiliriz. Bu türde sinemamızda az örnek var. Bunun sebebi sizce nedir? İzleyicinin yaklaşımında mı problem var yoksa yapımcılar risk mi almak istemiyor?
Sanırım hepsi birlikte birbirini etkiliyor. Soru işaretli eğitim sistemimiz, okumaya ve anlamaya yönelik insan yetiştirmede geri kalmamızın önemli etkenlerinden biri gibi geliyor. Kitap okuma oranları, sinema, tiyatro ve konserlere gitme oranlarımız da öyle. Sonuçta karakter izlemektense, tiplemelerin olduğu filmleri izlemek insanımıza daha kolay gibi geliyor. Fazla kafa yormamak ve anlık yaşamak, kültürün katmanlaşmasının önündeki perde. Bir dönem TRT 2’de harika kültür programları, bizim ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yetkin sinema örnekleri gösterilirdi. Bu kadar televizyona endeksli bir toplumu, belki de gösterebileceğiniz iyi örneklerle bir yere doğru çekmeniz mümkündür. İyi niyetimi korumaya kararlıyım.
Türk sinemasında burjuva sınıfının veya başka değişle şehirli insanın hikayelerinin yeterince yer aldığına inanıyor musunuz?
Yakın zamanda izlediğimiz Seren Yüce’nin ”Rüzgarda Salınan Nilüfer”i , Yeşim Ustaoğlu’nun ”Tereddüt”ü ve tabii ki Nuri Bilge Ceylan’ın ”Kış Uykusu” filmleri bu anlamda ilk aklıma gelen işler. Ama birey bilinci yaratılmadan, burjuvazi işlenemez diye düşünüyorum. Biz kaderci bir toplumuz, giderek daha da o yöne çekilmeye çalışılıyoruz maalesef. Bu sinemamıza da yansıyor doğal olarak. Birey bilincine erişebilmek için de, Batı burjuvazisinin ekonomik gücüyle kaderciliğe son vermesi gibi, bizim de kendi yöntemlerimizi geliştirmemiz gerekiyor.
Filmlerimizde ve toplumda kadınların rolleri çok belirli kocasına aşık, çocukları için herşeyi yapan insan tiplemesi. Ama hayatta aşk, duygu, nefret ve zayıflık gibi gerçekler de var. Bunların kadınlar üzerinden sinemada yeterince anlatıldığını düşünüyor musunuz?
Yeterince anlatıldığının örnekleri çoğalmadıkça, böyle düşünemeyeceğim sanırım…
Türk sinemasında etkilendiğiniz kadın oyuncular kimlerdir?
Bu gibi sorular bende endişe yaratır. Birçok var, hangi birini sayayım?
1980 ve 90’ların ikinci yarısına kadar sinemamızda feminizmin etkisi gözükür. Bunun faturasını ödeyen (Müjde Ar, Nur Sürer) oyuncularımız var. Fakat 2000 sonrası bu anlamda sinemamızda bir geriye adım atıldığını düşünüyorum. Bir kadın oyuncu olarak buna katılıyor musunuz? Bu tür rolleri çok büyük baskı yaratıyor mu?
O yıllar feminizm derneklerinin kurulduğu, edebiyatta da başta Duygu Asena’nın ”Kadının Adı Yok” adlı kitabı olmak üzere, kadın meselesine yakından bakılan bir dönemdi. Atıf Yılmaz, bu etkiyi yaratmış ve peş peşe filmler çekip, kadın meselesine gündem oluşturmuştu. Şimdiki konular, yine bugünün gündemiyle ilgili. Kadına bakış açısının nereden nereye geldiği, sosyolojik açıdan inceleniyordur mutlaka. Sanat sadece duygu yoğunluğuyla değil, bilimsel bakışla da beslenir. Sorunuza gelecek olursam, baskıları düşünüp otosansür uygulamak, gelişiminize engel koyar. Zaten bir oyuncu ancak içine sinen işlerde keyifle rol alır.
Yeşilçam’da oyuncular magazin dergilerinin yarışmalarından ve tiyatrodan gelirdi, şimdiyse daha çok dizilerden geliyor. Bunun dezavantajları olduğunu düşünüyor musunuz?
Devir değişiyor. Ben dezavantaj olarak görmüyorum. Bu oyuncuların birçoğunun zaten oyunculuk eğitimi almış olduğunu biliyoruz. Önemli olan bu sanırım…
Kamera arkasına veya senaryo yazımına ilginiz var mı?
Her ikisinde de iyi bir izleyiciyim diyeyim ben…
Benim size sormadığım ama sizin söylemek istediğiniz birşey var mı?
”Ağustos Böcekleri Ve Karıncalar ” filmimizi izledikten sonra yazacaklarınızı merak ediyorum ben de:-))))