David Lynch’i anlamak konulu bir belgesel hazırlansaydı ancak bu kadar olurdu. David Lynch: Yaşam Sanatı gerçekten de sanatı yaşamanın değişik bir izdüşümü. Kafasının dehlizlerinde dolanan, bizi uçurumun kenarında ve anlaşılmazlık zincirine vurulmuş bir halde bırakan, asıl mesleğinin ressamlık olduğu yönetmenin belgeselini keyifle izlediğimi söylemeliyim. Zira onu o yapan değerlerin taşlarının nasıl atıldığını ve örüldüğünü yönetmenin kendi ağzından öğrenme fırsatı yakalıyoruz. Kendini anlattığı ve o esnada bir dakika bile durmadan üretmeye devam ettiği görüntüleri karşısında onun aslında yönetmen değil modern bir ressam olduğu sonucuna varıyoruz. Çünkü belgesel biraz Lynch’in o yanını anlatmak ve filmlerindeki tarzının altını oymak istemiş gibi.
Amerikalı yönetmen bebek yüzlü gençlik haliyle uğraşıları arasında bir tezatlık sunuyor zira keyfine düşkün bir yüz halinden sürekli kendini zorlayan bir adamın hikayesi çıkması biraz şaşırtıcı geliyor. Kendi ağzından dökülen cümleler ve çıkarttığı eserlerin karanlık dünyası değişik bir samimiyet de barındırıyor. Genç yaşında bir çocuk sahibi olan ve aynı şeyi şimdiki yaşında da tekrarlayan yönetmen iki kızının arasındaki boşlukları sanatla ve sinemayla doldurmaya devam etmiş belli ki… Belgeselin yönetmeni jon Nguyen gayet yetkin bir dille geçmişi ve bugünü birleştiriyor ve Lynch tarzı bir belgesele imza atıyor.
Film Noir akımının öncülerinden olan ve görünenin ardına taşan, zaman zaman kişisel bulunan filmlerinin arka plan anlatısı gibi olan belgesel yönetmenin çocukluk ve gençlik yıllarına dair fotoğraflar ve videolar da içeriyor ki bu arşiv yani saklama konusunda da önem kazanıyor. Sanki Lynch bir gün kendisiyle ilgili bir film çekilecekmiş gibi özenle saklamış geçmişe ait kareleri. Philadelphia kısmı hayatının dönüm noktasına işaret eden değişik bir sapak. Kendini bulmak adına kendinden, küçük kızından ve modern hayattan vazgeçişin dönüm noktalarını gösteriyor bize. Resimlerine hareket katmanın yani sinemaya geçişini o kadar uhrevi anlatıyor ki… Resmindeki ağaçların esen rüzgarla hareket ettiği sanrısına kapılıyor ve sinemanın o büyülü dünyasına, farklı bir sığınağa geçiş yapar gibi akıyor.
Burada el attığı, müzik de dahil her şeyin hakkını veren Lynch filmde atölyesinde resimleriyle fazlaca meşgul insan resmi verirken bir yandan da sigarasını tellendirip düşüncelere dalıyor. 2006 yılından beri uzun metraj çekmeyen ama resim yapmaya, klipler ve kısa filmler çekmeye devam eden ve müzik albümü yapan Lynch’in aklının bir dakika bile boş kalmadığı, kendisi ve insanlar için farklı reçeteler hazırladığı çok belli. Öyle ki belgesel zaman zaman tekrarlara düşse de bir resim gibi tuvale aktarılmış hissi yaratıyor.
Lynch cinsellikle tanışmasını da değişik bir ana dönüştürüyor, ilk gençlik yıllarında çıplak bir kadının kendisine doğru yürüdüğünü söyledikten sonra ‘farklı’ komşu kadınlarla olan diyaloglarından bahsediyor ve hepsinin anısını da eminim resme döküyor ya da hareketli resim dediği sinemaya… Belgesel adı gibi tam da yaşamı sanata dönüştüren bir adamın hayatının dehlizlerinde dolanıyor ve bizi de çekmeyi başarıyor.