Ferzan Özpetek’ten, onun filmografisinden bahsedecekken lafa nerden başlanacağı açıkçası bellidir. Tüm filmlerine sirayet eden, yürekten gelen samimiyeti onun en başta kendi kişiliğinin sonrasında ise sinemasının en belirgin özelliğidir. Nitekim bir Ferzan Özpetek filmi izlerken katılarak kahkaha atabilir yahut yüreğinize taş oturmuşçasına acı çekebilirsiniz. Ancak tüm bu insani eylemleri gerçekleştirirken, karşı tarafın size bahşettiği içtenliği tüm kalbinizle hissedersiniz.
Ferzan Özpetek, yıllardır çektiği sıcacık filmlerle gönüllerimize konuk olmayı başarmış bir isim. Kalabalık dost meclisleri yahut hayatın merkezinde yer alan en saf duygu aşk, onun filmlerinde karşımıza çıkması kuvvetle muhtemel hususlardır. Nitekim onun sinemasını böylesine başarılı yapan unsurların başında da, tüm bu konuları işlerken takındığı tavır gelir. Sahi bir Ferzan Özpetek filmi izlerken kim duygulanmaz ki? O, hayatın içinden seçtiği hikâyeleri öylesine incelikle anlatır ki, izleyicileri çoğu zaman ustaca yazılan bir romanı okuyormuş hissine kapılmaktan kendisini alamaz.
İlk olarak 1997’de Hamam ile hayatımıza giren ve sonrasında devam eden kariyeriyle ismini bir marka haline getirmeyi başaran usta yönetmen, yıllar sonra Türkçe olarak çekilen bir film ile huzurlarımıza geliyor. “İlk Türk filmim” olarak adlandırdığı ve başrollerini Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün, Nejat İşler ve Mehmet Günsür’un paylaştığı İstanbul Kırmızısı 3 Mart’ta vizyonda. Bizde bu vesileyle, yıllardır takip ettiğimiz, gülüşü dahi içimizi ısıtmaya yeten Ferzan Özpetek’in filmografisini bir çırpıda hatırlayalım istedik.
Hamam (1997)
Ferzan Özpetek’in ilk uzun metrajı Hamam, cinsel kimlikler üzerine eğilen ve doğu-batı kültürünü sentezleyerek karşımıza çıkan bir film olma niteliği taşıyor. İstanbul’da yaşayan teyzesinin ölüm haberini alan ve kendisine miras olarak bir hamam bıraktığını öğrenen Francesco’nun sürüncemede giden bir evlilik hayatı vardır. Hem hamamın satışını yapmak hem de bir nebze olsun kafa dağıtmak adına İstanbul’un yolunu tutan bu genç adam, Roma’da arayıp da bulamadığı samimiyeti, aile hayatını ve de en önemlisi aşkı bu koca metropolde bulacaktır. Bir hamam ekseninde ilerleyen ve Francesco ile Mehmet’in yakınlaşmasını konu alan Hamam, İtalyan ve Türk sinemasının izlerini taşımasının yanı sıra, saf bir aşk filmi olma özelliği ile de öne çıkıyor. 1997 yılında Altın Portakal’da hem En İyi Film hem de En İyi Yönetmen ödüllerini kucaklayan Ferzan Özpetek, dönemin Türkiye’si için oldukça cesur olarak kabul gören filmiyle de oldukça ilgi çekmiştir.
Harem Suare (1999)
Türklerin kültür tarihinde önemli bir yeri olan hamamı merkezine alarak ilk filmini çeken Ferzan Özpetek, ikinci filmi içinse Osmanlı’nın en çok konuşulan konularından biri olan haremi odak noktasına alır. Sultan II.Abdulhamid dönemine doğru bir yolculuğa çıktığımız film, harem ağası Nadir ve onun padişahın gözdesi yapmak için uğraştığı güzeller güzeli Safiye arasındaki ilişkiyi konu almaktadır. Bir yanda çıkar ilişkileriyle örülü harem, diğer tarafta Kanun-i Esasiyi kabul etmesi için zorlanan II.Abdulhamid ve tabii ki Ferzan Özpetek filmlerinin olmazsa olmazı aşk… Şöyle dönüp arkamıza baktığımızda, duyguyu izleyenlerine aktarma konusundaki eksikliğiyle yönetmenin en zayıf filmlerinden biri olarak nitelendirebileceğimiz Harem Suare, buna rağmen 1999 yılında Cannes Film Festivali’nde gösterilme başarısını elde ederek de adından söz ettirmiştir.
Le Fate Ignoranti (Cahil Periler – 2001)
Ferzan Özpetek’in İtalya topraklarına döndüğü ve en başta bahsettiğimiz samimiyetini tüm içtenliğiyle ortaya koyduğu film olan Le Fate Ignoranti, yer yer güldüren ama çoğunlukla insanın derinliklerine temas eden duygu yüklü bir hikâye olarak öne çıkıyor. Cıvıl cıvıl dost meclislerinin yanı sıra, ölüm ve aşkı da merkezine yerleştiren film, kocasının ani ölümünden sonra onun geçmişinin peşine düşen Antonia vesilesiyle izleyenlerine eşsiz bir anlatı armağan ediyor. Antonia bu süreçte, kocasının onu bir erkekle aldattığını öğreniyor ve en başta büyük bir yıkım yaşıyor. Ancak bu sayede hayatına giren umut dolu insanlar ona, aşkın ne denli büyük bir duygu olduğunu hatırlatıyor ve bambaşka bir hayatın kapılarını ardına kadar aralıyor. Salt bir insanlık filmi olarak da nitelendirebileceğimiz Le Fate Ignoranti, Nazım Hikmet’ten Sezen Aksu’ya kadar birçok değerimizi içinde barındırırken, Koray Candemir’e de oyunculuk tecrübesi yaşatmasıyla dikkat çekiyor.
La Finestra di Fronte (Karşı Pencere – 2002)
Ferzan Özpetek filmografisinin pırıl pırıl parlayan bir filmi var sırada. Anlattığı hikâye, derinliği ve de en önemlisi hissettirdikleri ile La Finestra di Fronte bu dosyanın en güçlü filmlerinden biri olarak öne çıkıyor. İstediği hayatı yaşamanın oldukça uzağında olan Giovanna, günün birinde eşiyle tartışırken yaşlı bir adamla karşılaşır. En başta bu yaşlı adama mesafeli yaklaşan Giovanna, eşinin onu eve getirmesiyle birlikte yavaş yavaş buz dağını yıkmaya başlar. Adının Simone olduğunu söyleyen ve kendisine dair pek de bir şey hatırlamayan bu adamın geçmişindeki gizemi çözmeye kararlı olan Giovanna, farkında olmadan Simone sayesinde hayal ettiği hayata uzanmanın yollarını da keşfedecektir. İkinci Dünya Savaşı’nın en acı yıllarından süregelen bir aşk hikâyesini bünyesinde barındıran ve bununla da yetinmeyip modern dünya çıkmazlarına parmak basan film, her bir saniyesiyle izleyenlerinin yüreğine dokunabilmesiyle de alkışı hak ediyor.
Cuore Sacro (Kutsal Yürek – 2005)
Eğlencesi sıfıra çekilmiş, dramatik yoğunluğu ise maksimize edilmiş bir Ferzan Özpetek filmine hazır mısınız? Başarılı bir iş insanı olan Irene, ailesinin ölümü sonrası satışa çıkarmayı düşündüğü eski evlerine ziyaretinde Benny adında bir kız ile tanışır. Bu küçük kız çok geçmeden Irene’in hayatının merkezine yerleşir ve yaşanan bir kırılma noktasından sonra da Irene’in hayatı en baştan sorgulamasına neden olur. İnsanların yaşama amacına getirdiği eleştirisel bakış açısıyla takdiri fazlasıyla hak eden; bunu yaparken de izleyenlerini karanlık bir ruh halinin ortasına bırakan Ferzan Özpetek, ajite etmeden, dişe dokunur bir dram filmini önümüze getirmeyi başarıyor. Irene’in dönüşümü, yaşadığı bireysel çıkmaz, Ferzan Özpetek’in filmografisinden alıştığımız sıcaklığı içinde barındırmasa dahi yönetmenin dramada da ne kadar başarılı olduğunu gözler önüne sermesiyle değer kazanıyor.
Saturno contro (Bir Ömür Yetmez – 2007)
Kalabalık bir dost meclisi ve birlikte göğüslenmeye çalışan dertler… 40’lı yaşlarına gelmiş, birbirinin ailesi olabilmeyi başarmış bir arkadaş grubunun, birbirlerine destek oluşuna şahitlik ettiğimiz Saturno contro; yer yer akıllara Cahil Periler’i getirse de ona oranla mizahı minimize edilmiş bir film olarak fark yaratıyor. Esasen Ferzan Özpetek bir kez daha hayatın içinden bir hikâye anlatıyor bizlere. Ancak bu sefer o kalabalık masanın karanlık tarafını ve hüznü kucaklayan yönünü servis ediyor. Film bir yandan dostluğun önemine dem vururken bir yandan da o mükemmel masada her daim eğlencenin olmayacağını, dertler gün yüzüne çıktığında da birbirine sırtını dayamanın ne denli önemli olduğunu defaatle irdeliyor. Ferzan Özpetek’in olgunluk eserlerinden biri olarak da tanımlanabilecek Saturno contro, yönetmenin git gide ciddileşen sinemasının örneklerinden biri olarak da öne çıkıyor.
Un Giorno Perfetto (Mükemmel Bir Gün – 2008)
Tartışmasız Ferzan Özpetek filmografisinin en serti olan Un Giorno Perfetto, adının tezadı bir hikâyeye sahip olmakla birlikte, finaliyle de izleyenlerini koltuğa çivilemeyi vadeden bir film. Henüz başında izleyicisiyle bir bağ kurmayı başaran ve yakın zamanda ayrılmış olan Emma ile Antonio arasındaki ilişkiyi merkezine alan film, bir yandan da çiftin iki çocuğunun büyüme sancısına ışık tutuyor. Tüm karakterlerin buhranına ortaklık ettiğimiz, bitirici yumruğunu finaline saklayan ancak o ana kadar da bir an olsun seyir zevkinin düşmesine izin vermeyen Un Giorno Perfetto; dram nedir, nasıl yapılır sorularına adeta ders niteliğinde cevaplar vererek, Ferzan Özpetek’in bu alandaki iddiasını da ortaya koyuyor.
Mine vaganti (Serseri Mayınlar – 2010)
“Aşktan daha karmaşık olan tek şey ailedir.”
Sert ve ciddi filmlerdeki başarısını ortaya koyan Ferzan Özpetek için özüne dönmenin vakti! Mine vaganti, neşesini izleyenlerine aktaran, anlatış biçimiyle deyim yerindeyse Yeşilçam melodramlarını andıran tam bir aşk ve aile filmi. Tommasso, ailesini bir araya getiren yemekte eşcinsel olduğunu açıklamayı planlamaktadır. Ancak abisi Antonio ondan önce davranır ve cinsel kimliğini tüm aileye itiraf eder. Bu da babasının kalp krizi geçirmesine sebebiyet verir. Bu dakikadan sonra bir ailenin geleneksel kalıplarını yıkma çabasına şahitlik ettiğimiz film, sinematografisiyle üst düzey bir film olduğunun sinyallerini henüz ilk dakikalarında verirken, samimiyetiyle de gönülleri fethetmeyi başarıyor. Farklı duyguları bir arada yaşatan ve Ferzan Özpetek filmografisinin en özel filmlerinden biri olan Mine vaganti, izleyenlerine soluksuz kahkahalar vadederken bir yandan da duygulandırmayı ihmal etmiyor.
Magnifica presenza (Şahane Misafir – 2012)
Magnifica presenza; fantastik yapısıyla içine çeken ve bir an olsun bırakmaya da niyeti olmayan oldukça güçlü bir Ferzan Özpetek yapımı olarak karşımızda. Yönetmenin tüm tecrübesini ortaya koyduğu film, bir yandan izleyenlerinin yüzünde tebessüm oluştururken bir yandan da boğazda bir yumru hissi yaratmayı başarıyor. Filmin konusuna değinecek olursak, Roma’ya yeni gelen Pietro elindeki son parayla eski bir ev tutmuştur. Başta her şey yolunda giderken, gaipten gelen seslerle birlikte evde yalnız olmadığını anlar. Bu durum Pietro’yu en başta tedirgin etse de hayaletlerle tanışıp, diyaloga girmesi onlarla ilgili fikrinin değişmesine olanak sağlayacaktır. Artık onun da tek bir gailesi vardır; o da hayaletlere yardım edebilmek! Rengârenk yapısıyla ilgi çeken, Ferzan Özpetek’in alıştığımız ve sevdiğimiz anlatım biçiminden pasajlarla izleyenlerini mest ettiği Magnifica presenza, Cem Yılmaz’ın da oyuncu kadrosunda bulunmasından dolayı, ülkemizde epeyce gündeme gelmiştir.
Allacciate le cinture (Kemerlerinizi Bağlayın – 2014)
Bu sefer heteroseksüel bir ilişkiyi merkezine aldığı hikâyesi ile izleyenlerine merhaba diyen Ferzan Özpetek, saf bir aşk filmi sunmasının yanı sıra, yine kalplere dokunup canımızı yakmayı da ihmal etmiyor. Allacciate le cinture, Elena ve Antonio’nun imkânsız ama bir o kadar da gerçek olan aşkını konu alırken, tutkunun hayatta ne denli büyük bir yer kapladığını da bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu iki aşığın tanışma ve 13 yıl sonraki evlilik dönemleri olarak iki bölümde ele alınan film, her ne kadar dramatik yapısıyla bolca gözyaşı vadetse de, ajite etmeye izin vermeyen tavrıyla da övgüyü hak ediyor. İki insan arasındaki nedensiz çekimi ve aşkın tarifsiz büyüsünü kendine has üslubuyla yorumlayan Ferzan Özpetek, bu son filmiyle de izleyenlerini bir kez daha duygu karmaşasının içine bırakıyor.