Gülten Taranç ismini ilk kez Antalya’nın “Rengahenk” seçkisinde “En İyi Film” ödülünü alırken “Şişman Olduğum İçin İş Vermediler” çıkışıyla tanıdık. Herkes gibi ben de, “kim bu koca yürekli kadın” diye merak ettim. Tanışıp tebrik ettiğimde gözleri dolu doluydu ve anlatacak çok hikayesi olduğu her halinden belliydi. 27 yaşındaki genç sinemacı ile 3 Mart’ta vizyona girecek ilk filmi “Yağmularda Yıkansam”ı konuştuk.

 

Merhaba Gülten, uzun ve sancılı bir sürecin ardından nihayet Yağmurlarda Yıkansam vizyona giriyor. Ama her şeyden önce bize biraz kendinden ve yönetmen olma serüveninden bahseder misin seni daha yakından tanıyalım?

Sanatın içine doğdum diyebilirim. Annem müzikolog, babam da yönetmen, çok fazla bir seçeneğim olmadı. Kendimi bildim bileli sanatın bir dalıyla uğraşıyorum. Küçükken gofret paralarını biriktirip gitar alan Gülten’den sonra o gitarı demo yapmak için satan Gülten’den çokta beklenecek şekilde kredi ile uzun metraja kalkıştım. Pi sayısına şarkı yazıp matematikten ancak o sayede geçebilen bir öğrenciydim. Ailem müzik ile uğraşmamı istemediler ama sinema okuyacağım dediğimde kimse önümde durmadı.Yönetmen olacağımı hiç düşünmezdim ama sanatla uğraşacağımı her zaman biliyordum. Sanırım insan ideolojisini bulduğunda, bir sözü olduğunda sinemaya iyice bağlanıyor. Bir müzikle ya da resimle duygulara hitap edersiniz ama sinema algıları değiştiren bir sanat dalı. İnsanlara kendi bakış açımdan dünyamı göstermeyi çok seviyorum. Önüme bir zorluk çıktığında geriye dönüp baktığımda bu işe harcadığım emek gözümün önüne geliyor ve insanların üzerimdeki emekleri… Ama bunlardan da önemlisi sözüm var, biz de varız, kadınlar vardır!

Seyirciyi nasıl bir film bekliyor?

Açıkçası klasik kalıpların dışında bir film… Süprizleri bol, yer yer komik ama bir dram, anlatması zor, empati kurabileceğiniz bir film. Seyirciyi düşündürtmek isteyen bir film, samimi bir film…

Biraz da oyuncularından ve oyuncu seçimlerinden söz eder misin?

Bir ailenin hikayesini anlattığım için oyuncuların birbirine benzemesi önemli bir noktaydı. Audition yapamadım ama oyuncularımı birbirine bağlayarak tanıdım. Çekim öncesinde oyuncularımı birbirine bağlıyorum, onları kaynaştırmak adına… Çok değerli oyuncularla çalışma fırsatım oldu, Yeliz Tozan, Murat Ergür, Engin Benli, Çiğdem Benli gibi tiyatroda ve dizilerde aktif olarak oynayan oyuncularla ama benim için en ilginç deneyim hiç tecrübesi olmadan başrolün altından kalkan Derin İnce…

Aslına bakarsan bize seni Altın Portakal’da yaptığın ödül konuşmasında; “şişman olduğum için iş vermediler” çıkışı ile tanıdık… Sinema yazarı Alin Taşçıyan kendisiyle yaptığım bir röportajda bu konuşmanı hatırlattığımda şimdi utanmışlardır herhalde diye iyimser düşünmek isterimm demişti. Bugün baktığında senin hissiyatın nedir?

O gün o konuşmayı nasıl yaptım ben bile bilmiyorum, yaşadıklarım bir anda içimden çıktı. Bazen beni sokakta ya da gittiğim mekanlarda tanıyorlar çok gururum okşanıyor tabi ki ama bir taraftan da çok korkuyorum çünkü asla “şişmanlığımla” gündemde kalmak istemem hele ki kaliteli bir iş ortaya koymuşken… Bir kadının sosyal ve ekonomik hayatta yaşadığı mobinglere rağmen var olabileceğini kanıtlamış olmaktan dolayı gurur duyuyorum ve bunu kimseye de eyvallah etmeden yapmış olmaktan…

Hemcinslerin ile ilgili bir film çekmeye ne zaman karar verdin?

Sanırım bir sene Meksika’da yaşadıktan sonra… Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Tv bölümünü kazandıktan sonra üniversiteyi dondurup bir sene boyunca Meksika’da değişim öğrencisi olarak üç farklı ailenin yanında yaşadım. İlk yaşadığım ailedeki annem Hawaina dansçısıydı… Her sabah “aloha” diye bir müzik ile uyanıyordum, ilk gittiğimde İspanyolca bilmediğim için Üniversitede Latin Dansları eğitimine başlamıştım. Meksikalı ilk ailem ile çok derin bir bağ kurdum, bana İspanyolca öğrenmemde çok yardımcı oldular, ailemden uzaktayken bana aile oldular, bir gün aile değiştirmem gerekti çünkü değişim programı üç farklı aile ile yaşamak zorunluluğu getirmişti… Aynı hafta Meksikalı annemin ayağı sakatlandı ve dans edemez oldu, kursu uzun süre duracaktı… Sonra fark ettim ki bu kurs “oryantal” dersleri ile devam edebilir ve küçük kız çocuklarına gönüllü olarak oryantal dersi vermeye başladım, kurs devam etti… Kadınlar birbiriyle dayanışmaya girerse bu dünya çok farklı bir yer oluyor, düşünün ki bu dayanışma bana oryantal dersi verdirdi… Sanırım ilk feminist aktivist eylemim böyle başlamış oldu… Hiç zorlamadan, hiç üzerine düşünmeden, tamamen içimden gelen bir hareketti… Sonrasında Türkiye’ye döndüğümde okuluma başladım ve Meksika’daki kadınlarla Türkiye’deki kadınların farklılıklarını ortaya koymaya çalıştığım “Pembe Mariachi” kısa kurmaca filmimi gerçekleştirdim. O sıralar fark etmesem de sonra bir baktım kadın filmleri çekiyorum.

Kadına şiddet meselesinin araştırırken karşına çıkan karşına neler çıktı?

Çok fazla şey var aslında… Günde üç kadının öldürülmesi… Bu durumun medya organlarıyla meşrulaştırılması, istatistiklerde en yüksek ölüm oranının İzmir gibi bir ilde çıkması… Kadın cinayetlerinin durdurulabileceğini düşünüyorum. Toplumun kına mekanizmalarının yeniden harekete geçmesi gerekiyor. Çünkü en acı kısım, öldürülen kadınlarımızın hikayelerinde ortak bir nokta var; maruz kaldıkları şiddet, komşuları ya da akrabaları tarafından biliniyor…

Ülkemizde kadınların en büyük sorunu nedir sana göre? Hem genel hem de sektör özelinde cevaplaman gerekirse?

Meta olarak görülmeleri. Üretimin içinde olan kadın içinde geçerli, tamamen tüketim toplumunun bir parçasına dönüşmüş kadın içinde, bir anne içinde, bir ev hanımı içinde! Kısaca cevaplamaya çalışacağım soru biraz derin bir soru… Bizler sanki belli bir kalıbın içine hapsedilmeye çalışılan metalarız… Bir kere bir kadın üretimin içerisindeyse kendini göstermek adına daha çok çalışmak zorunda, kadın filmleri çekmeye başladığım 2009’dan beri pek çok kadın arkadaşım yaşadıklarını anlatıyor… En çok karşılaşılan durum, aynı işi bir kadına vereceklerse daha az maaş ödemeleri çünkü kapıldıkları yargılara göre bir kadın, ailesini kazandığı parayla çekip çevirmek zorunda değil ama bir erkek öyle mi?” Bir kadın kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyorsa güçlü oluyor, aslında o sadece normal bir insan, bir erkek kendi ayakları üzerinde durmaya çalışınca güçlü erkek demiyoruz. Gelelim domestik hayata ki burada daha fazla sıkıntı var, domestik kadınlarımız “anne” olmak zorundalar, mutfak ile salon arasında bir hayat, o salonda ya da televizyonda izlediği diziler ile uyutulan bir hayat… Bir erkek tarafından kendi malınmış gibi görüldüğün için şiddete maruz kalmak hele ki bu yüzyılda bu benlenmemin, bu zihniyetin hala değişmemesi bana korkunç geliyor. Bir kadının kendinden önce çocuğu için yaşamak zorunda hissetmesi bana korkunç geliyor!

Türk sinemasında kadının yerini nasıl görüyorsun?

Sinemamızda kadının yeterince anlatılmadığını düşünürdüm ama nedenini anlayamazdım… İlk fark ettiğim nokta eğer kadın filmi çekiyorsanız masallardan bugüne kadar ki birçok anlatım kalıbına kafa tutmanız gerekiyor. Mesela şiddeti şiddet göstermeden anlattığınızda sizin oyuncu yönetiminde eksikliğiniz olduğu düşünülüyor halbuki onaylamamak adına göstermiyorsunuz, çekemediğiniz için değil. Seyirciye, yarattığınız karakterler radikal geliyor çünkü bugüne kadarki kalıpların dışında karakterler. Türkiye sinemasında kadının değişimi dönüşümü çok nadir anlatılıyor çünkü çatışma soyut bir meseleden doğuyor, özgürleşme hareketi soyuttur, zengin bir kadının fakir bir adama duyduğu aşktan yaratılan çatışma gibi değildir! Merkeze toplumsal farkındalığı yaratmayı koyup, zihniyet ve yaşanan toplumsal olayların bireyler üzerindeki psikolojik etkilerini koymaya çalıştığınızda siz rasyonel bir düzleme geçiyorsunuz, masal bitiyor. İşte çok az insan bunu kadınlar üzerinde yapmayı göze alıyor sinemamızda çünkü maddi getirisi düşüyor, çünkü yönetmenin yaşaması gereken çatışma ikiye katlanıyor…

Bu filmi çekmek için bankadan yüklü miktarda kredi çektiğini söylemiştin.. Her şey yolunda gidiyordur umarım…

Düzlüğe çıkamadım ama dağlar rampa olmaya başladı… Klipler ve reklam tanıtım işleri almaya başladım, her şey yoluna girdiğinde ikinci film gelecek…

Türkiye’nin en geç yönetmeni olarak anılıyorsun, hala öyle miJ

Bu jenarasyon için hala öyle J

Yeni projeler var mı? Bundan sonra yine kadın sorunlarının ön planda olduğu filmler mi yapacaksın yoksa bambaşka şeyler de olabilir mi?

Belki ikinci filmde çok farklı bir hikaye anlatacağım. Bildiğim tek şey kadın hikayesi anlatmasam bile bir kadının gözünden dünyaya bakacağım….

Seni büyüten, sana feyz ve ilham veren yerli yabancı yönetmenler kimler?

Angelopoulos! Hala ölmediğini düşünüyorum ya da öldüğüne inanamıyorum. Bir hafta boyunca Dokuz Eylül Üniversitesi Film Tasarımı bölümündeydi, çalıştayda görev aldığım için yakından tanıma şerefine nail oldum. Esprili, şen bir adamın çok ciddi filmler yapması beni derinden etkiledi. İkinci sınıftaydım filmlerini bize kendi çözümledi, bir filmin alt metni nasıl oluşuyor kendisinden dinlemek inanılmazdı, hiçbir filme o dakikadan sonra aynı gözle bakamadım. Ondan aldığım en büyük feyz yaşadığımız coğrafyayı Akdeniz’i filmin atmosferine yerleştirmek olmuştur diyebilirim. Beni büyüten yönetmen ise babam Ragıp Taranç. Babamdan öğrendiğim en önemli şey sanatın etikle yapılması, sinema yaparken, bunu insanlar için yaparken çalışma arkadaşlarıma insani koşullar sağlamayı ön planda tutmak. Annem Berrak Taranç’tan bir nota öğrenemedim ama babam okuduğu tüm kitapları bana da okutturmaya, izlediği filmleri benimle birlikte tekrar izleyerek bana çok şey kattı. Annemin genlerinin babamın benim ustam olmasının hakkını ödeyemem ama inanır mısınız babamla çok alakasız sinema beğenilerimiz var, ona bir senaryoyu kabul ettirmek zordur, çektiğim bir filmi beğendirmek, annem ise yaptığım yanık makarnayı bile beğenebilir, bu sayede kendimi sinema alanında çok geliştirdim.

Başucu filmin hangisi ?

Burjuvazinin Gizli Çekiciliği-LuisBunuel

Bu sene en çok hangi filmi beğendin?

ArrivalJ

 

 

 

Gizem Ertürk
Gizem, 2007 yılında Trakya Üniversitesi Radyo – Televizyon Yayıncılığı Bölümü’nden mezun oldu. Okuldan hemen sonra, bir yıl Mirror isimli bir kültür sanat dergisinde editörlük yaptı. 2009 yılının başında Kanaltürk’te metin yazarlığı yapmaya başladı. 2010 başında ise Kanaltürk’te Klak isimli bir sinema programı hazırlamaya başladı, metin yazarlığını da sürdürüyor. 2008 yılından beri de sadibey.com’da yazılar yazıyor, röportajlar yapıyor ve bundan büyük keyif alıyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.