İlk okumada başlık size biraz kaba gelebilir. Ancak “Swiss Army Man” filmini izlediyseniz ya da izlerseniz bu sözün ne kadar derin bir anlamı olduğunu daha iyi kavrarsınız. Zira filmde, ıssız bir adada yalnız kalan Hank’in zaruri intiharına osuruklarıyla mani olan Manny’nin, yine osuruklarıyla Hank’in kederli yanlızlığına el sallaması arasında geçen hikayeye tanık oluyoruz.
Hank, düştüğü ıssız adada artık hiçbir kurtuluş şansının kalmadığına kanaat getirmiş ve hayatına son vermeye karar vermiştir. Artık pes edip kendini asmaya hazırlandığı anda, kıyıya vurmuş bir cesetle karşılaşır. Manny adını verdiği bu cesedin konuşabildiğini ve birtakım doğaüstü becerilere sahip olduğunu fark eder. Hank’in yalnızlığına son verecek olan bu mucize, onun bu adadan kurtulmasını da sağlayabilecek midir? Prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde büyük bir coşkuyla karşılanıp yönetmen ödülünü kucaklayan “Swiss Army Man” son dönemde izlediğimiz en tuhaf ve en sürreal film kesinlikle. Daniel Radcliffe, Paul Dano ve Mary Elizabeth Winstead’in oynadığı filmin yaratıcıları ise Dan Kwan ve Daniel Scheinert.
Bildiğiniz üzere sürrealist sinema denince aklımıza ilk önce usta İspanyol yönetmen Luis Bunuel gelmekte. “Bir Endülüs Köpeği”, “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği”, “Özgürlük Hayaleti” ve “Arzunun Şu Karanlık Nesnesi” gibi başyapıtlarıyla dünya sinema tarihine damgasını vurmuş olan Bunuel’in ardından gelen pek fazla yönetmen olmadı sürrealist sinema alanında. Kendi adıma merakla izlediğim ve beni şaşırtan örnekleriyle sürrealist sinemadan çoğu zaman tatmin olmuşumdur. “Swiss Army Man”i de aynı duygularla izlediğimi rahatlıkla belirtebilirim. Sıradan filmler çöplüğünde parıltılı ve zeka dolu bir iş izlemek kimi mutlu etmez ki? Daha önce ürettikleri işlerin neredeyse tamamında birlikte çalışan ‘ilginç’ yönetmenler Dan Kwan ve Daniel Scheinert’in, bu filmin Sundance’de en iyi yönetmen ödülünü almaları şans ya da torpil değil. Bazı filmler ne kadar yenilikçi ve zeka dolu olurlarsa olsun kolay kolay bu film gibi hem provokatif hem de ışıltılı bir eğlence sunamıyorlar. Yaratıcılık konusunda Spike Jonze’la minik benzerlikler gösterdiklerini de söyleyebileceğim yönetmenlerin dünyası, çoğu seyirciye ağır gelecek olsa da, sinemanın yenilikçi, devrimci ve denemeci ruhunu seven seyircilere eğlenceli bir lunapark vaat ediyor.
Karşımızda ilginç olduğu kadar derin, felsefi ve sosyolojik bir film var. Seyirciye bir yandan yaşamın güzelliklerini, hatıraları ve sevinci ballandırarak anlatırken bir yandan da ölümün karanlık, soğuk ve geri dönülmezliğini sezdiriyor. Birbirine tamamen zıt iki karakterin en yakın dost olabileceğini vurgularken, bir kadın için birbirlerine nasıl düşman olabileceklerini de gözler önüne seriyor. Kadınların vazgeçilmez ve ruhani varlıklar olduğundan tutun da mastürbasyona yapılan güzellemelere dek ters köşe diyaloglara rastlıyorsunuz. Korkunun insan ruhunda açtığı yaraları da görebiliyor, korku olmadan nasıl felaketlere sürüklenebileceğimizin de işaretlerini alıyorsunuz. İzlemesi zor ama bilinçaltınızı okşayan ve hatta pohpohlayan bir film…
Yönetmenlerin dehası ve sürprizlerle süslenmiş senaryonun haricinde filmi sırtlayıp götüren iki unsur daha var elbet; Daniel Radcliffe ve Paul Dano… Bildiğiniz üzere Harry Potter serisi ile kendini dünyaya tanıtan Radcliffe, “The Woman in Black”, “Kill Your Darlings”, “Horns” ve “Imperium” gibi filmlerle hayranlarını ters köşeye yatırmıştı. Bu filmde de, performans anlamında artık A sınıf oyuncularla adının anılması gerektiğini düşündüğüm Radcliffe, başından sonuna dek merak hissini dinç tutan bir yorumla seyircinin yüzünü güldürüyor. Kendisinin içinde bulunmaktan en çok hoşlandığı filmin bu olduğunu ve bu filmde pek fazla dublör kullanmak istemediğini de belirtelim. “Little Miss Sunshine”, “Looper”, “Youth”, “There Will Be Blood” gibi önemli filmlerden de hatırlayacağımız Paul Dano için ise en azından bu film bazında övgüler hep yetersiz kalacak. “Swiss Army Man”de çoğu sahneyi tek başına sırtlayan Dano’nun filmin en büyük şansı olduğu aşikar. Hank rolünü oynayabilecek aktör sayısı gerçekten azdır. Dano, kameranın ne işe yaradığını ve ona karşı nasıl davranmak gerektiğini iyi kavramış bir oyuncu. Genel ve uzak planlarda vücudunu kullanışıyla, yakın ve yüz planda mimiklerini kullanışı adeta ders niteliğinde. Birçok seyirci Manny ve Hank’i, aynı kişinin iki zıt yönü olduğu şeklinde yorumlayacaktır. Yönetmen topu seyirciye atmış. Ancak, Hank hayal mi görüyor ya da ruh hastası mı, yoksa aslında ölü mü, gibi sorularla seyircinin açmazda kalmasına sebebiyet veren bu dahi oyuncu kısa zamanda büyük ödülleri toplar gibime geliyor.
Aynen bu filmde olduğu üzere, doğduktan sonra ilk osuruğumuzla en yakınımızdakileri güldürdüğümüz gibi gün gelecek son osuruğumuzla da onları ağlatıyor olacağız. Acı/tatlı ve gerçek. Tıpkı sinema gibi…