Aşık filminde Aşık Veysel’in eşini canlandıran Meltem Miraloğlu filme hazırlanırken bir köy evinde yaşayıp tarla sürdüğünü söyledi. Gerçek hayatta Aşık Veysel’in eşine söylenen “Veysel’e iyi bakar, gözümüz arkada kalmaz” lafını hatırladığını belirtti.

Türk sineması bu memleketin gerçek değerlerinin filmlerini yapmamakta ısrar eder. Ama sonunda Aşık Veysel gibi bir değerimizin hayat hikayesi perdeye çekildi. Kurmaca bir hikaye olan Aşık filminin yeterince gerçeklere dayandığını da söylemek gerekir. Biz de Veysel’in eşini canlandıran Meltem Miraloğlu ile konuştuk…

Rolünüzden bahsedebilir misiniz?

Değerli ozanımız Aşık Veysel’in “Anılmazdı Veysel adı o sana aşık olmasaydı ” dediği uzaktan akrabası olan ilk eşi Esma karakterini canlandırdım. Esma   Köyün en güzel en cevval kız çocuğuymuş. Elinden her iş gelir biz ölürsek Veysel’e iyi bakar gözümüz arkada kalmaz mantığıyla aşık Veysel’le evlendirilmiş. Ben güçlü kadın karakterlerinin hayat hikayelerini merakla takip eder örnek almaya çalışırım. Esma da cesur bir kadın karakteri seyircinin keyifle hatırlayacağını düşünüyorum.

Canlandırdığınız gerçek bir kişilik. Nasıl hazırlandınız? Rolünüzde gerçeklik dışında kurgu ne kadar etkiliydi?

İnsan vücudu, beyni, düşünce gücü, hayal gücü en önemlisi de inancımız Allah’ın insana verdiği en sihirli, en gizemli nimetlerden biridir. Okumanın ve araştırmanın yanı sıra gözlerini kapatıp iç sesine odaklandığında Allah bir çok sorunun cevabını bulmana ve resimler görmene sebep olur. Senaryoyu okuduktan sonra sorular çıkartırım senaryoya karaktere bunların cevaplarına yaptığım araştırmaları da dahil ederim. Hareket dilinde farkındalık yaratmak benim için en önemlisi, yönetmenimizin izniyle can verdiğim karakterin şu zamana kadar oynananlardan farklı olması benim için önemli. Diğer yandan şive atölye çalışmaları da oldu. Usta ellerde harmanlanmamız bilmediklerimizi öğrenmemiz ve onlara danışmamız. Biz bu proje için Hasan Şahintürk’le çalıştık. Bu çalışmalar bittikten sonra yönetmenimiz Aşık Veysel’i canlandıracak arkadaşımla beraber bir köy evine yerleşip orda köy hayatı yaşamamızı istedi. Sabah erken kalkıp tarlada çalıştım, çapa yapmayı öğrendim, bin sekizyüzlü yıllarda traktör yoktu ama ben elime geçmişken traktör kullanmayı öğrendim, at biniciliği eğitimi aldım. Aşık filmimizde Sivas şivesiyle türkü söylediğimi ve ata bindiğimi göreceksiniz.

Aşık Veysel’in eşi onun sanatında da çok önemli bir kimlik. Bu canlandırmak için büyük sorumlukluk gerektiren bir karakter. Endişe ettiniz mi?

Başlangıçta her projede yaşanır bu tarz endişeler. Söz konusu Aşık Veysel olunca bu endişeler ve sorumluluklar iki katına çıkarabiliyor. Senaryoyu okuduğumda güzel ve dokunaklıydı, kabul etmemde en büyük etken buydu, ben de ilk defa seyirciyle beraber galada izliyeceğim merak ediyorum umarım iyi bir iş olmuştur.

Eğer yanlış bilmiyorsam kariyerinize Kılıç Günleri dizisiyle başlamışsınız. Genç bir oyuncunun sinema dilini oluşturmakta dizi sektörünün yıpratıcı şartları bir dezavantaj yaratır mı?

Hayır dezavantaj yaratmaz. Bence kişiye göre değişir, sonuçta sevmekle alakalı, bende mesleğimi seviyorum. Çok sevince bütün olumsuzluklara rağmen iyimser bakabiliyorsun. Başkasının adına konuşamam ama ben kendi adıma şunu söyleyebilirim sinema ve dizilerde yer almayı seviyorum ve ne kadar bir birine yakınsada bir o kadarda farklı. Sinema olunca ön hazırlık başta olmak üzere daha çök zamanın oluyor ama dizi bir haftada çekilmesi gerektiği için daha zor oluyor. Ben de dizide çalıştığımda mümkün oldukça zamanı en iyi şekilde değerlendiriyorum ve bu şekilde de mutlu oluyorum yaptığım işten. Hem sinema filmlerine hemde dizilere aynı titizlikle yaklaşıyorum. Geçmişteki çalışmalarıma bakıldığında gerek sinema olsun ya da dizi bunu görebiliyorsunuz.

Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu bu güzelliğine hem tecrübe hem de kabiliyetini katmalı. Bu anlamda nasıl bir yapılanma içindesiniz?

Ara verdiğim eğitimlerim var onları hızlandırmayı düşünüyorum. Cem Başeskioğlu nun film okumalarını kaçırmamaya çalışıyorum ve yabancı dil eğitimleri devam ediyor.

Kariyerinizin başlangıcı diziler ama bu yıl içinde üç uzun metraj sinema filminde yer almışsınız. Çok kısa sürede bu kadar sinema filminde oynamak bir kariyer planlaması mı? Böyle bir dönüşün sebebi nedir?

Mümkün olduğu kadar bana gelen sinema filmlerini değerlendirmeye çalışıyorum. Geçen dönem dizi olmayınca zamanım oldu bana gelen senaryolar içinde Sekerat Son (entellektüel bir ressamı), Ateş (roman karakteri iyi niyet elçisini) ve Aşık filmlerini kabul ettim. Bu sezon da bir dizide yer almak istiyorum.

Dönem filmi çekmek zor. Sizinkisi hem dönem filmi hem de biyografi. Sette sinema ile dizinin arasında bir fark hissettiniz mi? Hissettiyseniz bunu bizle paylaşabilirmisiniz?

Aşık filmimiz yönetmenimizin dediği gibi Aşık Veysel biyografisi değil çünkü aşık Veysel sadece Türkiye’ye değil dünyaya mal olmuş değerli bir ozanımız. Onu tanıtmak değil genç nesillere hatırlatmak bizim için önemli. Daha önceki soruda değinmiştim aslında. Düşünün Bir proje yıllarca senarist ve yönetmenin kafasında şekilleniyor, fon bulmak için yıllar bir o kadar geçiyor, büyük bir emek var ve senin karşına bu şekilde geliyor. Bu kadar emeğin bilincinde olmak çok önemli. Sen de ona göre hazırlık yapıyorsun. Bazan bir karekteri iyi çıkartmak adına an gelir bir köye gidip yerleşirsin, an gelir entellektüel bir ressamı oynamak için günlerçe çizimle uğraşırsın. İşte o zaman çıkarttığın karakter artık senin olmaktan çıkar ve izleyiciye mal olur. Sinema filmleri uluslararası festivallerde yarışma şansını bulunca bu kariyer açısında da çok önemli bir yere sahip oluyor. Diziler ise güncel, her hafta izleyicinin gözü önündesin ama bitiğinde izleyici onu unutabiliyor. Sinemada yıllar sonra torunlarınla da oturup izleme şansını bulabilirsin. En büyük ortak yanları ise ikisinde de oyuncusun.

Kadın oyuncularımızın önünde Türkan Şoray kanunları gibi bir örnek de var. Bu kuralları doğru buluyor musunuz?

Doğru bulmuyorum yanlız bir kadın olarak anlayabiliyorum onu. Türkan Şoray kanunları deyince diğer yandan aklıma gelen bir oyuncunun hayır diyebilme yetkisinin kendisinde oluşu, özgürlüğü. Benim için hafife alınamayacak kadar önemli bir durum. Bir oyuncu hayır diyebilmeli ve buna saygı duyulmalıdır. Kendimden örnek vermek gerekirse Hayat Devam Ediyor dizisinde oynadığım Hayat karakteri 15 yaşında dedesi yaşında bir adamla evlenmesini ele aldık. Gerdek gecesi sahnelerinde oynadım. Her oyuncunun kabul ettiği bir durum değildi. Ben bu durumu bir oyuncu olarak sosyal sorumluluğum ve görevim olduğunu düşündüğüm için kabul ettim ve projenin içerisinde seve seve büyük bir heyecan ve şükürle oynadım. Ancak sadece reyting amaçlı bu tarz öpüşme sevişme tekliflerini asla kabul etmem. Yeni evlendim ileri de bir gün çocuklarıma vicdan rahatlığıyla göstereceğim işlerim olsun isterim.

Oyuncu olmayı ne zaman istediniz? Küçüklüğünüzde böyle bir özleminiz var mıydı?

Şimdi düşünüyorum da ben kendimi bildim bileli her bulduğum yere sahne kurup oynuyormuşum. Temizlik yaparken müziğin sesini yükseltip dans ederek şarkılar söylemelerim, ilk okulda şiir yarışmasında kendi yazdığım şiirle aldığım ödülüm, yine ilkokulda öğretmenimiz Türkiye haritasını çizmemizi ödev vermişti kopya kağıdı kullanmadan onu birebir çizmişim ve öğretmenimin bu duruma inanmayıp kulağımı çekmesi ve elime kalem kağıt verip gözünün önünde çizmemi istemesi, çizdiğimde hayretler içinde izlemesi bunun üzerine benden özür dilemesi. Yine o dönemler ne zaman biriyle dertleşmek istesem elimde kalem defter yazılar yazmam bu şekilde teselli olmam, hayallerimi resim defterine çizmeye çalışmam, orta okul ve lise dönemlerimde ailemin haberi olmadan okulun tiyatro sahnesinde olma durumum, lise de adıma şiirler ve sözsüz şarkılarının yapılması, evin içinde sürekli birilerinin taklitlerini yapmam, zaten oyunculuk dışında hiç bir meslekte mutlu olamıycağımın göstergesiydi.

Ailenizin bu tercihine karşı tutumu nasıl oldu? Mesleğe yeni başlayan genç oyunculara tavsiyeniz var mı?

Annem okumak isterken o dönemin şartlarıyla 15 yaşında babamla evlendirilmiş. Çoluk çocuk derken hayallerinin bir çoğunu gerçekleştirememiş. Bu sebeple bizim önümüze engeller koymak yerine hayallerimizin peşinde koşmamız için sonuna kadar desteklediler. Babam ise 16 yaşında sahneye çıkmayı istediğimi söylediğimde oyunculuk mesleğine karşı ön yargılardan dolayı tedirgin oldu ve beni bu işi yapmamam için tedirgin olduğunu dile getirmeye başladı. Benim kararlı olduğumu görünce o da destek verdi.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.