Kan, aksiyon, şiddet, bir şekilde rating yapıyor. İçinde doğa olan ama aslında çok yapay bir heyecan yaratan, belgeselden çok magazine dönüşen programlar var.
Hemen hemen kime sorsan en çok belgesel izlemeyi tercih ediyor. Kitap okurum, müzik dinlerim belgesel seyrederim şeklinde yani… “Peki hangi belgeselleri izlersiniz?” “Hayvan belgeselleri.” Bir keresinde, bir belgesel söyleşisinde seyirciye sormuştum: “Belgesel denince aklınıza ne geliyor?” diye. Salonun bir bölümü neredeyse hep bir ağızdan “hayvanlar” demişti. Bu hayvan belgesellerine düşkünlüğü neye bağlamak lazım, belgesel denince akla hemen hayvanlar neden geliyor? Doğayı, hayvanları çok sevmek mi, yoksa hayvanlar alemine ciddi bir özel ilgi mi, yoksa hayvan belgeselleri adı altında yapılan programların dayanılmaz cazibesi mi, yoksa yoksa günlük hayatın betonlarından kaçıp ekranlardaki doğaya sarılmak mı? D şıkkı hepsi, E şıkkı hiç biri mi?
Yıllarca gerek yerli gerek yabancı kanallarda, başka diyarlarda çekilmiş doğa filmleri izledik. Memleket coğrafyasındaki yaban hayatı nasıldı acaba? Bu kaygı ve merakla eline kamerasını alıp bizim elleri çekmeye gidenlerin sayısı oldukça kısıtlıydı. Son yıllarda bu alanda üretim yapmak isteyen, objektifini bu topraklardaki yaban hayatına çevirenlerin sayısı hızla artıyor. İşte Ece Soydam bu işi profesyonelce yapan, çok ödüllü, çok filmli, doğa tutkunu belgeselcilerden biri. Anadolu Yaban Koyunu, Kara Akbaba, Ayı ve İnsan, Oturan Boğanın İzinde, Kuşlar Çakallar ve Diğerleri, Kurt yönetmenin yurt içi ve yurt dışında seyirci ile buluşmuş, ödüller almış yapımları.
Ece sence nedir bu seyircinin hayvan belgesellerine yoğun ilgisi? Hayvan belgeselleri derken tırnak içinde söylüyorum elbette. Sen anladın zaten yüzündeki gülüşten belli.
Aslında bu durumda garip bir tezat var. Türkiye’de bu kadar az yaban hayatı belgeseli üretilirken neden belgesel denince ilk akla gelen hayvan belgeseli oluyor ben de anlamıyorum. Tabii ki yıllardır Türkiye’de de yayın yapan National Geographic gibi kanalların bunda büyük etkisi var. Ama bunun yanında yerli ve yabancı, yüzlerce kültür, tarih, kısaca “insan” belgeseli de yayınlanıyor. TRT Belgesel’de, İz TV’de, National Geographic People, History gibi birçok kanalda bunların örnekleri var. Aslında bu konuda ciddi bir araştırma yapılsa ne güzel olur. Çünkü ben bir yandan da birçok kişinin hiç hayvan belgeseli izlemeyip yalnızca bu tür belgeselleri izlediğini düşünüyorum.
Bence de ne güzel olur böyle bir araştırma. Ayrıca azda olsa Türkiye’deki festivallerde de belgeseller seyircisiyle buluşuyor. Son yıllarda bir de internet ortamı söz konusu. Çektiği filmi internete yükleyen pek çok yapımcı ve yönetmen var. Neyse konumuza dönersek bu ilgiyi sen nasıl yorumluyorsun?
Hayvan belgesellerinin bu kadar ilgi çekmesinin nedeni tabii ki öncelikle doğa sevgisi ve merak. Belki doğadan çok kopuk yaşamamızın da bunda bir payı vardır Doğa o kadar inanılmaz ki ve aslında o kadar az şey biliyoruz ki, farklı türlerin davranış özellikleri, insanlardan çok farklı olan özellikleri, hiç bitmeyen bir merak…
Hayvan bizim değimimizle yaban hayatı belgesellerinin fakat gerçek anlamda belgesellerinin takip ediliyor olması sevindirici. Doğayı ne kadar anlar vey yakın olursak kendimizi de o kadar anlar, barış ve huzur içinde yaşarız belki.
Beğendiğin takip ettiğin yaban hayatı belgeselcileri ve yayın kanalları var mı? Discovery, National Geographic gibi kanalların yayınladığı yapımları nasıl buluyorsun? Maalesef seyirci hala neyin belgesel, neyin magazin, neyin sadece bir bilim ve kültür programı olduğunu ayırd edemiyor. Tabii sürekli bu tür programlara maruz kalınca nasıl farkı fark edecek.
Benim en beğendiğim yaban hayatı belgeselleri BBC yapımı olanlar. Yalnızca milyon dolarlık, muhteşem görüntülerin olduğu yapımlardan bahsetmiyorum. Tek bölümlük, Türkiye’deki televizyonlarda çok görmediğimiz belgeseller bunlar. National Geographic’in de çok iyi belgeselleri var ama onlar zaman zaman magazine dönüyor, aksiyon ağırlıklı, içinde doğa olan ama aslında çok yapay bir heyecan yaratan programlar yayınlıyor. Discovery’de bu tür programlardan bol bol var. Bunları da seven çok insan var tabii ki ama bana göre bu programlar belgesel olmadığı gibi, doğayı ve hayvanları da çok yanlış yansıtıyor. Yaban hayatı belgeseli festivallerinde de çok eleştirilen programlar bunlar. Ama kan, aksiyon, şiddet, bir şekilde rating yapıyor ve bu yüzden de hayvanların “ölüm makinası” olanları makbul oluyor, ya da insanlar doğaya gidip zorla timsahlara ya da yılanlara musallat oluyor.
Sana göre bir yaban hayatı belgeseli nasıl olmalı?
Bana göre gerçek yaban hayatı belgeselleri, sürekli olarak aksiyon, av, kavga, kan revan peşinde olmayan, belgeselin konusu olan hayvanları olabildiğince gerçekçi anlatan filmler olmalı.
Bir de görüntülü zeoloji kitabı olmamalı değil mi, bir öyküsü, bir duygsu, ruhu olmalı.
Elbette ders kitabı niteliğinde, didaktik bir anlatım, bir eğitim-ders programı olmamalı. Bunu söylemeye gerek bile var mı?
Evet öyle ama öte yandan böyle o kadar çok program var ki belgesel adı altında. Gerçi her türde belgesel için geçerli bu ya… Neyse biz devam edelim.
Yaban hayatı belgeselciliğinin olmazsa olmaz evrensel prensipleri neler?
Tek kelimeyle, etik. Çekimlerde, öykü oluşturmada, metinde… Güvenilir olmak, yapılan çekimlerde hayvanlara zarar verebilecek hiçbir şey yapmamak, doğaya müdahele etmemek, bilgileri doğru vermek, hayvanları canavarlar ya da ölüm makinaları gibi yansıtmamak, yanlış anlaşılabilecek hiçbir şey söylememek. Bunlar dikkat edilmesi gereken en önemli evrensel prensipler.
Türkiye’de yaban hayatını çeken çok az belgeselci var. Sen de bunlardan birisin belki de tek kadınsın? Nedir sizin ortak özellikleriniz? Bir insan neden bu kadar zor süreçlere katlanarak bu işi yapar,
Bunu yine ancak doğa sevgisiyle açıklayabilirim sanırım. Bize aslında çekim için gittiğimiz köylerde, ilçelerde yaşayanlar da bu soruyu çok soruyor. Sıcak soğuk demeden saatlerce beklediğimizi ve bazen çekim alanlarına ulaşmak için bile büyük çaba harcadığımızı görünce, “Siz ya bu işten çok para kazanıyorsunuz, ya da delisiniz” diyorlar. Sonra bizim devlet memuru olduğumuzu, TRT yapımı olduğunu öğrenince, ikinci seçenekte karar kılıyorlar! Ben bu kadar çaba harcamanın çok da delilik olduğunu düşünmüyorum tabii ki. Doğada olmak, saatlerce gözlemlediğiniz araziyi artık taşına kadar ezberlemek, beklediğiniz ya da hiç beklemediğiniz hayvanlar geldiğinde onları doğal ortamlarında uzun uzun izlemek, ve tabii bunları kaydederek öyküsü olan bir belgesel haline getirmek, katlandığınız tüm zorluklara değiyor.
Çekimler sırasında ne tür tepkilerle karşılaşıyorsun?
Bir önceki soruda anlattığım delilik durumundan başka, öncelikle kadın olarak bu işi yapmama çok şaşırıyorlar. Ben de sürekli bunun garip olmadığını anlatmaya çalışıyorum, yurt dışındaki yaban hayatı belgeselcilerinin neredeyse yarısının kadın olduğunu söylüyorum. Ama tabii Türkiye’de yine de hâlâ bir kadın olarak bu işi yaptığım için gereksiz bir saygı görüyorum. Bunun dışında, çekimle ilgili çok benzer tepkilerle karşılaşıyoruz. Örneğin araştırma için bir yere gidiyoruz, diyelim ki ayılarla ilgili bilgi almaya çalışıyoruz, ilk duyduğumuz şey “göremezsiniz ki, çekemezsiniz ki” gibi sözler oluyor. Uzun uzun anlatmak zorunda kalıyoruz, biz sonra geleceğiz, saatlerce bekleyeceğiz diye. Bir de “Buradan her zaman ayı geçer” diyen birine orada en son ne zaman ayı gördüğünü sorduğumuzda “3 yıl önce” gibi cevaplar alabiliyoruz! Bunlar istisnasız her yerde karşılaştığımız şeyler. Ama neyse ki bizim ne istediğimizi çok iyi anlayan, bölgeyi ve hayvan trafiğini çok iyi bilen kişiler de oluyor. Zaten onların çekimlere katkısı çok büyük oluyor.
Çekimlerde ya da filmlerin gösteriminden sonar en çok hangi sorularlarla karşılaşıyorsun?
Bize en çok sorulan sorulardan biri özellikle yabancı belgesellerdeki bazı sahnelerin nasıl çekildiği. Aslında çoğu kişi, bazı belgesellerdeki çekimlerin doğada değil, kapalı alanlarda, parklarda, hatta stüdyoda çekildiğini, ya da eğitimli hayvanların kullanıldığını anlamıyor. Bunu anlamamaları çok doğal tabii ki. Bunu söylemek, aslında belgeselcinin görevi. Daha birkaç yıl önce bile BBC’nin milyon dolarlık işlerinden olan Frozen Planet belgeselinde bir kutup ayısının doğum sahnesi vardı. Doğada gibi gösterilmiş, ama sonra hayvanat bahçesinde çekildiği ortaya çıkmıştı. Kendini çok kandırılmış hisseden izleyiciler isyan etti, tam bir skandal oldu. Artık bu tür şeylere daha fazla dikkat edilmeye başlandı. Hatta yaban hayatı belgeselcilerinin “itiraf” kitapları yayınlanıyor. Bu tür görüntüler aslında bizim gibi yalnızca doğada çekim yapan belgeselcileri çok zorluyor. Çünkü onlar çekmiş de biz çekememişiz gibi bir algı oluşuyor. Biz bugüne kadar yalnızca “Kurt” belgeselinde inlerin içindeki sahneleri hayvanat bahçesinde çektik çünkü böyle bir şeyi doğada çekmek imkansız. Bunu da belgesel metninde söyledik zaten.
Türkiye’de yaban hayatı belgeselleri çekmenin ayrıca bir zorluğu ya da kolaylığı var mı?
Bölgeden bölgeye farklılık gösteren durumlar var. Örneğin Afrika’da arslanlar, çitalar, çekim ekiplerinin neredeyse birkaç metre uzağında duruyor, hatta araçlarının altında dinleniyor. Böyle olunca hem çok yakın plan çekimler alınabiliyor, hem de aynı hayvanı bazen yıllarca takip etmek mümkün oluyor. Türkiye’de ise insandan kaçmayan hayvan yok gibi bir şey! Hayvanları yakından çekmek bir yana, sadece görebilmek için bile çok iyi kamufle olmak, koku, ses gibi hayvanları kaçırabilecek şeylere çok dikkat etmek gerekiyor.
Ayrıca bizde 30-40 yıldır tek bir hayvan türünü çalışan bilim insanları da yok. Yurt dışında genellikle danışmanlar belgesel ekibini nokta atışı hayvanların olduğu yerlere yönlendiriyor. Bizdeyse bu tür çalışmalar daha çok yeni olduğu için, biz danışman, avcı, köylü, doğa korumacı, mümkün olduğu kadar fazla kişiyle iletişime geçip o şekilde çekim yerlerini belirlemeye çalışıyoruz.
Şu anda yaklaşık 15 yıllık deneyime sahibiz ama daha önümüzde çok uzun bir yol var. Tek tesellimiz, bu işte nispeten yeni olsak da, belgesellerimizin yurt dışı festivallerde de ilgi görmesi, ödüller alması, yurt dışına satılması. Umarım Türkiye’de zamanla bu alanda güzel ve doğru işler yapacak daha fazla belgeselci de olur.
Umarım ve şiddetle dilerim olur. En azından Türkiye’nin yaban hayatı öyküsünün bir bölümü anlatılmış, aynı zamanda görsel ve işitsel belge, bilgi ve envanter de oluşturulmuş olur.