Hep Yek 2 filminin güzel yıldızı Deniz Uğur komedi filmlerinin daha çok erkekler üzerine kurulmasının sebebi olarak, ” Toplumumuzda hayatın içinde çatışma yaratan, yaramazlık yapan, pot kıran, sakarlık eden genellikle erkekler olduğu için belki de komedi filmlerine daha çok malzeme oluyorlardır” dedi…
Deniz Uğur sinemamızın ve dizilerin aranan oyuncusu. Uğur sadece bunla da yetinmiyor. Seslendirme, tiyatro, ve diğer meşguliyetlerini başarıyla beraber götürüyor. Son filmi Hep Yek 2’de bir tetikçinin baskın eşini canlandıran yıldız “filmi çok sevdim. Özellikle senaryosu çok iyi yazılmıştı. İnsanlar bu kötü günlerde biraz gülmek istiyorlarsa buyursunlar bu filme gelsinler” dedi.
Senaryo size geldiğinde sizi etkileyen şey ne oldu?
Hikayenin sürükleyici ve eğlenceli olması. Renkli karakterler yaratılmıştı, diyalogları ustalıkla yazılmış, matematiği iyi kurulmuştu. Alışılmış kalıpların dışında bir rol oynayacağım için de cazip geldi bana.
Rolünüzü biraz anlatabilir misiniz?
Aslı, kocasının kendisini aldattığından şüphelenen kıskanç ve dominant bir kadın. Oysa iyi bir aile babası, hatta pısırık bir eş gibi görünen kocası Kerim, alemde “Manyak” lakabıyla tanınan, herkesin korktuğu bir kiralık katil. Aslı’nın hikayesinde komedi bu yanlış anlaşılmadan çıkıyor. Kerim, Aslı ve oğulları Ruhi, üçü birlikte tuhaf, sinir bozucu ve komik bir aile oluşturuyorlar.
Dizilerdeki rollerinizden farklı olarak oynadığınız filmlerde komedi yapımlarının ağırlığı görünüyor. Bu bir tercih mi yoksa öyle mi rast geldi?
Aslında en sevilen dizilerimden bazıları komedi-dramaydı. Sahte Prenses ve Umutsuz Ev Kadınları gibi. Bir süredir sinemalarda en çok talep gören filmler komedi filmleri oldu sanırım, bu yüzden gelen teklifler de çoğunlukla komedi türünde projeler oluyor. Toplumsal bir ihtiyaç olmalı bu, insanlar gülmek istiyor.
Yeşilçam komedisi trajikomik bir yapıya sahiptir. Halbuki 2000 sonrası komediler daha çok absürt komedi. Siz hangisini tercih edersiniz? Filminizi hangi kategoriye koyuyorsunuz?
Absürt komedi. Aynı zamanda da suç filmi tabii. Ben absürt komediyi çok seviyorum. İnsana özgürce beyin fırtınası yaptırıyor, çağrışımlarla ilham veriyor. Yeraltı dünyasında Kedi Arif diye çok tehlikeli bir baba olması ve bu adamın oğlu yerine koyduğu kedisi Hamdi’nin yanlışlıkla kurşunlanması üzerine intikam yemini etmesi, bütün mafya babalarının Arif’e ayıp olmasın diye mecburen kedinin cenaze törenine gitmesi… İşte tüm bunlara inanabildiğimiz bir dünya bana çok naif ve eğlenceli geliyor.
Oynadığınız rolde bir mafya patronunun baskın eşini canlandırıyorsunuz. Role hazırlanırken nelerden yararlandınız.
Aynen öyle. Aslında tehlikeli bir mafya tetikçisinin eşiyim ama bunun farkında değilim. Ben eşimi iş adamı sanıyorum. Ona gelen gizemli telefonlardan, zaman zaman ortalıktan kaybolmasından kuşkulanıyorum. Çapkınlık yapıyor sanıyorum. Aslında gerçekte, böyle bir durumda bir kadının verebileceği normal tepkileri veriyorum filmde. Ama o kadar ölçülü değilim. Filmin tarzı beni minimal davranmak zorunda bırakmadı, bu da keyifli bir değişiklik oldu benim için. Gözlük takan, saçını topuz yapan, jilet gibi giyinen, topuklu ayakkabıyla kendini yollara vurup kocasının peşinden giden ve akvaryumdan çıkıp kendini okyanusta bulmuş gibi şaşkın, ezberi bozulmuş bir karakter çıkarmayı düşündüm. Sinirlendiğimde soru cümlelerini tekrarlayarak pekiştiriyorum, altını çiziyorum. Jestlerim daha keskin. Başöğretmen gibiyim, biraz gıcığım yani.
Filminizde erkek karakterler baskın. Özellikle komedi türünde kadın sanatçıların geri planda kaldığını düşünüyor musunuz?
Bazı senaryolar da kadın karakterler üzerine kuruluyor. Toplumumuzda hayatın içinde çatışma yaratan, yaramazlık yapan, pot kıran, sakarlık eden, zaaflarına yenilen, yani çocuksu davranan genellikle erkekler olduğu için belki de komedi filmlerine daha çok malzeme oluyorlardır.
Yeşilçamla aranız nasıl, eski Türk filmlerini sever misiniz?
Severim tabii. Herkes gibi çocukluğumu ve ailemi, içimi ısıtarak hatırlatır bana.
Türk sinemasında etkilendiğiniz kadın oyuncular kimlerdir?
Güzel fiziği, asil vücut dili ve ölçülü oyunculuğla Hülya Koçyiğit hep favorim olmuştur.
1980 ve 90’ların ikinci yarısına kadar sinemamızda feminizmin etkisi gözükür. Bunun faturasını ödeyen (Müjde Ar, Nur Sürer) oyuncularımız var. Fakat 2000 sonrası bu anlamda sinemamızda bir geriye adım atıldığını düşünüyorum. Bir kadın oyuncu olarak buna katılıyor musunuz? Bu tür rolleri oynamanın risklerini göze alır mısınız?
Toplumsal değişim süreklilik arz eder, yani yeni akımlar her zaman çıkar, sonra başka bir şeye doğru evrilir, yerine yeni akımlar gelir. Ben senaryonun hangi fikri savunduğundan çok dramaturji açısından başarılı olup olmamasıyla ilgilenirim. Nasıl bir rol oynarsanız oynayın, ortadaki tek risk onu inandırıcı kılamamak, yani başarısız olmaktır. Oyuncu, kendisine oyun imkanı veren, kırılma noktaları ve dönüşümü olan, yani iyi yazılmış her senaryoda oynamak ister bence. İyi yazılmış senaryo çok sık rastlayabildiğimiz bir şey değil.
Artık oyuncular mesleğe sinema yerine dizi setlerinde başlıyor. Bunun genç bir oyuncu için yıpratıcı olduğunu düşünüyormusunuz? Bu anlamda bir sinema dili oluşturmak mümkün mü?
Sinema dilini oluşturan yönetmendir diye düşünüyorum. Biz onun kurduğu dünyayı işletecek olan çarklarız. Bugünün dizi setleriyse, eski Yeşilçam’ın devamı bence. Seri üretim yapılıyor, geniş kitlelere ulaşıyor, yeni yıldızlar yaratılıyor filan. Sinema filmleri, gişe filmi dahi olsa halkın bütününü değil, orta sınıf diyebileceğimiz belli bir kesimi ilgilendiriyor daha çok. Yani hiçbir şeyi eski referanslara dayanarak düşünemeyiz, şimdiki koşullar farklı.
Sizin dizi ve sinema filmleri dışında seslendirme yaptığınızı da görüyoruz. Animasyon filmlerinde sesinizi kullanıyorsunuz. Bu farklı bir yetenek olarak algılanabilir mi?
Dünya standartlarında oyunculuk eğitimi almış herkesin iyi bir kulağı olması gerekir ve seslendirme yapabilmelidir bence. Belki kimilerinin ses rengi daha özellikli oluyor ve seslendirmede bu tercih sebebi sayılıyordur. En çok Charlize Theron ve Angelina Jolie performanslarının Türkçe seslendirmesini yaptım, çok zevkli bir iş bu.
Tiyatro çalışmalarını geriye bırakmadınız ve oyunlarınızı görüyoruz. Tiyatro, kariyeriniz için ne ifade ediyor?
Tiyatro, bizi disipline sokar ve sürekli parlatır. Sahnede olmak, hiç bitmeyen bir eğitim gibi. Her oyunda farklı insanlardan canlı tepkiler alıyorsunuz, kendinizin daha çok farkında olduğunuz bir alan olamaz. Genç kalmak istiyorsak, sadece fiziksel açıdan değil, ruhumuzu ve zihnimizi de güncellemek istiyorsak tiyatrodan kopamayız.
Bütün bu saydıklarımız dışında bir aileniz de var,çocuklar ve özel hayat. Bir oyuncu bütün hayatına etki eden böylesi bir meslekle nasıl başa çıkmalı? Genç oyunculara öneriniz var mı?
Ailemle birlikte olmak benim en temel, insani hakkım olduğu için bunu oyunculukla birlikte sürdürülen ikinci bir iş gibi görmüyorum. İş programı vardır, görevin biter, özel hayatına geri dönersin. Belki aylaklık edecek boş zamanın kalmaz ama böyle bir şeye de ihtiyacımız yok zaten. Genç oyunculara ne önerebilirim, bilmiyorum. Biliyorsunuz biz “X” kuşağıyız. Bizden sonra gelen “Y kuşağı”nın hatta yetişmekte olan “Z kuşağı”nın çok daha farklı bir yapıları var ve belki de bu zamanda nasıl hareket edecekleri konusunda en doğrusunu şimdi onlar biliyorlar…
İzleyiciler için filmle ilgili benim size sormadığım ama sizin söylemek istediğiniz birşey var mı?
Bizi bunalıma sokmak isteyenlere inat, sinemaya gidin ve gülün. Moral motivasyon bizim her şeyimiz. Ruhumuzu besleyip kendimizi iyi hissedemezsek biteriz.