En önemli kriterlerimden biri de filmlerin bende bıraktığı etki. Belgeseller insanın yüreğine, aklına, fikrine dokunur. Belkide kaçtığınız gerçeklerle yüzyüze getirir. Düşündürür, sorgulatır, yorumlatır, tartıştırır, hissettirir.

2016’nın son ayındayız. Bir yılı daha geride bırakırken bu yıl vizyona giren (!), festivallerde seyircisiyle buluşabilen ve TV’de gösterilen belgesellere bir göz atalım istedim. Gerek juri üyesi, gerek izleyici, gerek belgeselci gözüyle izleyebildiklerimle klasik bir yıl sonu değerlendirmesi yapmak istedim.

Gördüğüm kadarıyla bu yılda gene aynı konular etrafında dönüldüğünü söylemek yanlış olmaz sanırım. Nedir bu konular: Çevre, çevre darken özellikle kentsel dönüşüm, betonlaşma, termik ve nüklüer santraller, göç, kentten köye kaçış, köyden kente kaçış, terk edilmiş köyler, mülteciler, engelliler, LTGB, kadına şiddet, etnik problemler, terör.

Hızla gelişen film teknolojisinin nimetlerinden faydalanan belgesel sayısı hiç de az değil. En önemli teknik sorun ise yine ses-efekt-kayıt-miksaj. Şu drone kullanımına biraz değinmek istiyorum. Pek çok projede dikkatimi çekti. Yerli yersiz bir drone kullanımıdır gidiyor. Ve de uzun uzun bir kullanım üstüne üstlük. “Şimdi burada neden drone kullanılmış, neye dikkat çekiyor, nasıl bir duygu ve düşünce dünyasına yolculuk bu, bana ne göstermek istiyor” diye soruyorum kendime ama cevap bulamıyorum çoğu kez. Güzel planlar işte izlesene… Bir de süre meselesi var çok takıldığım. 60-80 dakika arası olunca uzun metraj belgesel film yapılmış olunmuyor bana göre. Fikrin, konunun, öykünün hakkı ne ise süresi o. Genelde bir sündürme, kıyıp atamama, gereksiz tekrarlar… Filmin son halini vermeden güvendiğimiz insanlara ve hatta test bir izleyici grubuna izlettirip süreyi de öyle belirlemek bence çok mühim. Gereksiz uzamış bir film gerçekten sıkyor ve koparıyor hikayeden, duygudan. Üstelik bence kısa belgeseller daha da önem kazanacak yakın gelecekte. İnsanlar artık bu hız dünyasında maalesef cep telefonundan, elindeki tabletten, bilgisayarından film izlemeye başladı bile. Her ne kadar biz kabullenmesek de sinema ve televizyon giderek internete taşınıyor. Elbette insanlar hikayelerini anlatılmaya devam edecekler sadece platformlar değişiyor. İşte bu yeni düzende kısa belgesellerin daha da önem kazanacağını düşünüyorum.

Anlatım biçimlerine gelince, doğrusu anlatım dilinden çokça etkilendiğim bir belgesel hatırlamıyorum. Karakter takipleri, tanıklıklar, sözlü tarih, bilir kişi anlatımları, görüntü üstü metin seslendirme veya bütün bunların karması olan biçimler en çok kullanılan yöntemler. Bunların hiç birine karşı değilim. Konuya, içeriğe ve fikrin işleniş biçimene göre hepsi kullanılabilir. Hatta “klasik belgesel işte” deyip tanıklıklar veya bilir kişi söyleşileri veya görüntüye metin yazılarak oluşturulan yapılara küçümser bir tavırla yaklaşılmasına karşıyım ama! Klişe bir klasik anlatım tarzından bahsetmiyorum. Öyle bir açı, öyle bir resim yaparsınız ki, öyle bir içerik ve görsel kurgu yakalarsınız ki, o klasik anlatımla başarılı bir sinemtografi yakalarsınız. Önemli olan bu klasik anlatıma getirdiğiniz içerik ve görsel yorumdur. Antalya Film Festivali ile Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nde seyircisiyle buluşan Bir Yenilgi’nin Anatomisi belgeseli buna çok güzel bir örnek. Evet klasik bir anlatım. Tanıklıklar ve bilir kişilerin yorumları ile oluşturulmuş bir içerik kurgusu var fakat merakla takip ediyorsunuz.Görüntü yönetimi ve kurgusundaki sinemasal anlatımla, müzik kullanımındaki denge ve kombinasyonla da başarılı bir yapım olmuş.

Devam edersek en çok hoşuma giden ise, sözün çok az olduğu hatta hiç olmadığı sadcece görüntünün konuşturulmaya çalışıldığı bazı belgeseller izlemiş olmak. Adana Film Festivalin’de ödül alan Müsahip, Kayseri Film Festivali ödüllü Vefa ve Boğaziçi Film Festivali finalistlerinden Çeper’i bu tür denemelere örnek gösterebilirim.

En son izlediğim Kara Atlas’ı ise farklı bir dil arayışı ile oldukça başarılı buldum. Antakya Film Festivali’nde juri üyesi sıfatıyla izlediğim belgesel; yerelden evrensele uzanan etkisiyle tüm dünyanın önemli bir sosyal ve çevre problemi haline gelen kömür tüketimini ve termik santral inşaatlarını, sinema sanatının inceliklerini kullanarak gerek görüntü yönetimi gerekse kurgudaki denemeleri ve ironik bir bakış açısıyla öyle güzel anlatmış ki. Zaten en iyi belgesel ödülününde sahibi oldu.

İzlediğim filmleri sadece fikir, konu, dramaturjik yapı, yeni arayışlar ve sinematografik açıdıan değerlendirmiyorum. En önemli kriterlerimden biri de filmlerin bende bıraktığı tesir. Belgeseller insanın yüreğine, aklına, fikrine dokunur. Belkide kaçtığınız gerçeklerle yüzyüze getirir. Düşündürür, sorgulatır, yorumlatır, tartıştırır, hissettirir. Seyrederken gözlerimi yaşartan, yüreğimi büzen Bogaziçi Film Festivali’nde en iyi belgeel ödülünü alan Süheyla bunlardan biri mesela. Görme engelli bir kadının yaşama sevinci, mücadelesi, enerjisi ve hayata bütün zorluklara rağmen tutunması, hayallerinin peşinden koşması bana bir kez daha kendimi ve hayatı sorgulattı. Antalya’da izlediğim Nijer’de küçük bir bölgede yoksulluk, yoksunluk mücadelesi veren katarak hastaların öyküsünü anlatan Lamorde dünya nimetlerinin paylaşımındaki adaletsizliğin, sömürünün boyutlarını bir kez daha hatırlattığı için içimi yine yeniden burktu, sinirlendirdi beni, dünya sistemini sorgulattı. TRT Belgesel Ödülleri kapsamında Meysa’yı ise göz yaşlarımı sile sile izledim. Kalbim sıkıştı, ellerim titredi, insanlıktan, kendimden nefret ettim. Suriye’deki savaşta ölen kocasının ve ailesinin ardından 7 çocuğu ile Kilis’teki mülteci kampına sığınan bir kadın olan Meysa’nın öyküsü, gözleri, mücadelesi günlerce aklımdan çıkmadı.

Belgeseller zor şartlarda hatta belki inatla üretilmeye devam ediyor. Bazı festivaller belgesellere hiç yer vermiyor, bazısı sadece gösteriyor, bazısı yarışmalı bölüm açıyor sembolik de olsa para ödülü veriyor ki bu bir sonraki yapım için önemli bir meblağ bile olabiliyor. Finans kaynaklarımız, destekçilerimiz ise hala aynı. Kültür Bakanlığı, TRT, çeşitli fonlar, bazı pitchingler, belgesel kanalları, küçük ayni destekler, imece usulü ve en önemlisi büyük tutkumuz…

Gelelim belgesellerimizi nerede gösterdiğimize. Sinemada vizyona giren belgeller arasında yerli yapım olarak sadece Ah Yalan Dünya’da, Hatıraların Masumiyeti, Hasret ve Başgan yer alıyor. Gişeleri pek parlak değil. Festivallere baktığımızda gerek gösterim mekanları ve saatleri açısından gerek izleyiciye duyurulması açısından pek de etkin olduklarını söyleyemeyeceğim. Antalya Film Festivali’nde salondaki 10-12 kişiden biriydim. Boğaziçi Film Festivali’nde de durum farklı değildi. Ekipler biribirinin filmlerini izliyordu adeta aradaki 3-5 izleyiciyi saymazsak. Antakya Film Festivali ise tam bir faciaydı. Finale kalan belgeseller ve ekipleri seyirci ile buluşturulamadı bile. Gösterilen bir iki tanesi ise boş koltuklara sunuldu. Kayseri Altın Çınar ve Adana Altın Koza’da ise vaziyet biraz daha iyiydi. Salonlar ortalama 25-65 kişi arasında gidip gelmekteydi. Bana kalırsa burada çift yönlü bir etkileşim var . Belgesel severler kurmaca filmlerde olduğu kadar duyuru ve bilgilendirmeye maruz kalmıyorlar. Belgesel seyircisi özeldir genel geçer, bildik PR yöntemleri ile ulaşamazsınız. Onları, takip ettikleri mecralardan, mekanlardan, zamanlardan yakalamalısınız. Bir diğer yanı ise “belgesel izlerim, çok severim” diyen izleyicinin samimiyetsizliği ve ne, nerede, ne zaman konusundaki duyarsızlığı. Kapısının altından atacaksın gösterim çizelgesini ya da telefonuna mesaj geçeceksin ki ancak o zaman duyabilsin. Eğer evdeyse, telefonu açıksa…

2016’da bazı kötü hatta çok kötü hiç bir açıdan belgesel diyemeyeceğim yapımlarda izledim tabii. Ama yine de iyi niyetli bütün çabalara saygı duyuyorum. Yeter ki belgesel adı altında propaganda yapılmasın,kişisel, grupsal çıkarlara alet edilmesin, evrensel etik değerler ezilmesin. Gerçekler deforme edilmesin. Yeter ki samimiyet olsun. Yoksa bu işler yürekle, akılla, zamanla, deneyimle, çabayla, arayışla, tutkuyla oluyor. Kaçırdığım, haberdar olamadığım, ne yazık ki vakit ayıramadığım pek çok belgesel oldu ama izlenecekler listemdeler.

2017’nin hayal ve beklentilerinizin ötesinde geçmesini dilerken, belgesel sinema adına da bereketli bir sene olmasını temenni ediyorum hem üretim hem izlenirlik açısından.

Sanattan yoksun kalmayalım, hayat damarlarımızı güçlendirelim. Sağlıkla…

 

Semra Güzel Korver
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV-Sinema mezunu. Aynı alanda, aynı üniversitede Doktora’ya devam ediyor. Profesyonel yaşamı 1992-99 yıları arasında VTR Araştırma Yapım-Yönetim Şirketinde geçer. 1999’dan günümüze TRT İstanbul Televizyonunda prodüktör ve belgesel yönetmeni olarak çalışmaktadır. 1992’den bu yana başta belgesel yapımlar olmak üzere pek çok haber, kültür, reklam ve tanıtım projesine Araştırmacı, Prodüktör, Yönetmen, Editör ve Danışman olarak imza atar. Dönüşüm, Fan-Atik, Şehir İnsanları, Alamnya Alamanya, Multikulti Haberler belgesellerinden bazılarıdır. PRİX Europa, Al Jazeera, Altın Portakal, Malatya, Oscar Türkiye Seçici Jürisi gibi bir birçok ulusal ve uluslararası film festivalinde jüri üyesi olur, ödüller alır. İ.Ü. Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, Radyo-TV Yayıncılığı Bölümünde ders verir (2001-02). Avrupa Konseyinin “ayrımcılığa karşı sesini yükselt” kampanyasında uzman olarak yer alır (2010). Avrupa Konseyi, TRT ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından düzenlenen Avrupa Medya Buluşmasının koordinatörlüğünü yapar (2010). Güneydoğu Avrupa Yayın Birliği (SEE PMS), Ortak Yapımlar Grubunda editör olarak bulunur (2011-2013) Avrupa Yayın Birliği(EBU) Kültürlerarası ve Çeşitlilik Grubunda bir sezon başkanlık yapan Korver (2011-13) 8 yıl oyunca bu grupta prodüktör, yönetmen ve editör olarak çalışır. Bazı kitap ve dergilerde makaleleri, denemeleri ve röportajları yayınlanır. Bir sezon başkanlığını da yaptığı Belgesel Sinemacılar Birliğinin kurucu ve aktif üyelerindendir. Festivallerde ve üniversitelerde Belgesel Sinema Atölyeleri yapmaktadır. Gazeteciler Cemiyeti üyesidir. Neyyse (www.neyyse.com) adlı bloğunda ve Cinedergi'de belgeselci adlı köşesinde (www.cinedergi.com) yazmaktadır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.