No:309 ile ekranlara dönen Sevinç Erbulak ile yeni dizisinin başarısını, tiyatro projelerini, açığa alınmasına neden olan siyasi gündemi değerlendirdik. Güler yüzü ile bizleri karşılayan oyuncu açık sözlü tavrı ile Cine Dergi’nin sorularını içtenlikle yanıtladı. Umut veren, gülümseyen, yazan, oynayan, enerjisiyle gülümseten oyuncu Sevinç Erbulak ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
NO:309 adlı diziyle ekrandasınız. Uzun süredir dizi ekranda görmüyorduk, bu projeyi tercih etmenizin sebebi ne oldu, sizi ne cezbetti?
Yapım Şirketi. Gold Film daha önce de yüzlerce bölüm iş yaptığım bir şirketti. Onlarla çalışırken yine, sadece işimi yapacağımı bildiğimden; görüşmeye gidip, Faruk beyden projeyi dinledim. Havalar sıcaktı, yazın başlayacaktı, olur mu olmaz mı derken yirmi hafta geçti. Bir projeyi değerlendirirken onlarca şey düşünüyorum elbette. Oyun arkadaşlarımın, yönetmenimin; yazarın kim olacağına kadar… Çünkü her yeni proje yeni bir seyahat. Bilirsiniz seyahat arkadaşlığı çok mühimdir. Gold Film bu seyahatin en önemli aracı, yolculuğu paylaştıklarım da böyle kıymetli olunca, insan eve dönmek istemiyor. Mutluyum yani. Sahnelerim bitince kahvemi söyleyip, ayaklarımı uzatıyorum ve “Sevinç hanım işiniz bitti” denmesini bekliyorum bir kez daha… (Gülüyor)
No:309 romantik komediler için de ciddi bir eşikti bana göre… 13 bölüm öpüşemeyen diğer dizi karakterlerinin yanında tek gecelik ilişki sonucu bebek bekleyen bir çifti izliyoruz dizide… Ekranda bunun yadırganmaması muhafazakarlaştığımız görüşünün yanılgı olduğunu göstermiyor mu sizce?
Yadırgandı, yadırgandı. Biz çok severiz yadırgamayı. İlk haftalarda oldu öyle bir şey. Evli değiller, nasıl olur yahu şeklinde oldu yani. Sonra Onur bebeğe ve Lale’ye sahip çıkınca yadırgayanların da mutlu olduğu bir zaman dilimi başladı. Artık bir an evvel aynı eve girmeleri ve mutlu mesut yaşamalarını istiyorlar da ben engel oluyorum duruma hala… (Gülüyor)
No309 sezon projelerini bile geride bırakan reyting sonuçları alıyor. Bu başarının sırrı ne sizce?
Evini seven insanların bir arada iş yapıyor olması. Herkes evinde de sette olduğu kadar mutlu olduğu için, hazırlığını yapıp gelen bütün birimler birleşince Voltran oluşuyor. Bence tabii. Herkes kendi işini yapıyor sette. Çok basit bir cümle gibi duruyor, biliyorum ama herkesin aslında bir başkasının işini yapmaya çok alıştığı bir sektörde, bizim sette; herkes kendinden sorumlu. Ha, evet bak; sorumluluk çok güzel bir kelime. Herkes, elinden gelenin en iyisini yapıp sonra evine gidiyor. Kavga yok, hadi hadi çabuk olun biraz yok, acele etsenize yok, sohbet var; muhabbet var…
DOSTUMU DÜŞMANIMI GÖRDÜM
OHAL ilanı ile çıkarılan 667 No’lu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında görevden alındınız.
Görevden alınmadım bu arada. Açığa alındım, meslektaşlarımla birlikte. Açıkta bir yerimiz, cevabını vermeyeceğimiz bir soru yok, açıkçası açıkta bekliyoruz. Havadar havadar.
Süreç içinde çok değiştiğinize dair demeçlerinizi okudum. Bu süreç size neler öğretti?
Dostumu düşmanımı. Hakikaten sadece bu kadar. Çok değişmedim aslında, az değiştim ama iyi değiştim. Kendime daha iyi geliyorum şimdi. Çevremdekilere de. Bazı taşları yanlış yerleştirmişim, onları düzelttim. Taşların yeri kolay değişmiyor. Zaman aldı biraz tabii. Daha gerçekçi biri oldum galiba. Geceleri hala kızına masal okuyan gerçekçi bir anne oldum (Gülüyor)
Fox dışında bir kanalda yayınlanan, başka bir dizide oynasaydınız, politik gelişmeler sebebiyle işinize son verilebileceği endişesi taşır mıydınız? Zira Fox şu an diğer kanallardan biraz daha demokrat duruyor.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, gönlünü kaptırdığı mesleği yapabilecek kadar şanslı olan herkes, bir sabah uyandığında işsiz kalabilir. Ama bugünler geçecek. Dünya tarihine güvenmek gerek. Hep geçmiş, bazılarımızı delerek geçmiş; bazılarımıza değerek geçmiş ama sonunda geçmiş.
İlk kez anne rolünde izliyoruz dizi bir dizide. Yetişkin bir çocuk annesi olmak için çok gençsiniz. Ekranda bu kadar genç anne rollerini görmemiz estetik kaygılar mı, bilinçli politikalar mı dersiniz? Yani erken anneliğe dair bir mesaj olarak yorumlanabilir mi oyuncu seçimleri?
Erken anneliğe dair bir mesajımız olduğunu hissetseydim oynayamazdım bu kadar severek. E ben de 41 yaşıma geldim. Anne de oynayacağım artık elbette. Çok da keyif alıyorum bir yanıyla. Evin küçük kızı olmaktan da çok mutluydum ama böyle büyümek de iyi geldi. Yok bilinçli bir politika. Rolüm var. Onu sevdim ben ve oynamak istedim, hepsi bu.
KENDİMİ SIKLIKLA İÇERİDE HİSSEDİYORUM!
Son zamanlarda sıklıkla köşe yazıları, mektuplar ve iletilerinizle haber oluyorsunuz. Mesaj içerikleri politik elbette ancak kaleminizin gücünü de ortaya koyuyor. Sizin yazı denemeleriniz, çalışmalarınız olacak mı?
Mesela Aslı Erdoğan’a yazdığınız mektuptaki dil çok gerçek, samimi ve şiirsel gelmişti bana.
Yazıyorum ben. Kendime kaydediyorum belki de. Vurdumduymaz bir torunun elinde uzun yaşamayacak hiçbir yazım (Gülüyor) İyi ki de böyle olacak bu. Her şey kendi zamanında güzel. Onun için ben, şimdi yazıyorum. Kendi “şimdi” mi kendime notluyorum. Kelimeler insanı sarmalıyor bazen, kuştüyü montlar gibi. Seviyorum yazmayı. Hatırlamama vesile oluyor. Bir deneme kitabım var 2000 yılı basımlı. Belki onu yeniden basacağız. Ama çalışmam gerek üzerinde. Azıcık. Bir de yeni bir dosyam var. Ama yazalı çok oldu. Birbirinde benzemeyen öyküler…Onlara da bakmam gerek. İsmi bile belli. Ama yazmayayım şimdi, biri kitabına isim arıyordur beğenir filan (Gülüyor) Geçen gün kapağını bile gördüm. Bir resim. Ressam benim kitabım için çizmiş. Her şey hazır aslında böyle yazınca şimdi…
Mektuptan konu açılmışken kendinizi genelde dışarıda ama o gün içeride tarif etmişsiniz. Merak ediyorum içeride olmak nasıl bir şey? Siz nasıl tarif ediyorsunuz bunu?
Kendi içinde sıkıntıyla oturuyor, kalkıyor; bir türlü kendi etine sığmıyor olmak demek. Bunu son zamanlarda sıklıkla hissediyorum. Öyle tuhaf bir şekilde gelip beni buluyor bu his. Ben ona içeride olmak diyorum. Bana tam da böyle hissettirdiği için sanırım.
BENCE BİZ 10 SENE OYNARIZ BU OYUNU!
İzleyicilerin bir kısmı tasfiyelerin ardından Şehir Tiyatrolarını boykot ediyor, oyuna gitmeyeceklerini yazıyor. Bu tavrı nasıl karşılıyorsunuz?
Sanat uzun, hayat kısa. Olur mu öyle hiç? Gitsinler. Ben gitmiyorum şimdilik. Canım isteseydi giderdim ama canım hiç istemiyor. Hastalandı benim evim diyorum, iyileşmesini bekliyorum. Önce yaşadığım ülke bir iyi olsun da. Zor ama imkansız değil hani. 102 yıllık bir kurumu niye boykot ediyorlar anlamadım? Boykot edilmesi gereken şey bir tür zihniyet. O da ancak sandıkta boykot edilebilir.
Bugün yaşadıklarımız ileride oyun olacak diyorsunuz. Böyle bir oyun yazılsa sizce türü ne olurdu? Bugünü hangi türde sahnelemeyi tercih ederdiniz?
Fantastik komedi elbette. Absürd komedi. Kara komedi. Komedi hep var yani türün tanımında.
Yakında Ayrılık adlı oyunla tekrar seyirciyle buluşmaya hazırlanıyorsunuz. Semih Çelenk rejisini yapacak, Fırat Tanış ile beraber oynayacaksınız. Bildiklerimiz bunlar, peki bilmediğimiz neler olacak bu oyunda? Neler bekliyor bizi?
Fırat’ın şahane partnerliği… Onun, beni dinlerken aynı zamanda da duyabilen hassas oyunculuğu ve bir sürü komik an bekliyor bizi. Semih Çelenk’in nasıl olacağını anlattığı bir sürü hayal bekliyor üçümüzü de. Bir sürü anı bekliyor hepimizi. Geçen gün Başak’ın anlattığı harika dekor bekliyor sonra… Bence 10 sene oynarız biz bu oyunu. 40-50 yaşlarımız arası aynı oyunu, değişe dönüşe oynarız umarım. Çok istiyorum böyle olmasını. Çok seviyorum, masa başında oyundan konuşmaya başlayıp ucunu kaçırdığımız sohbetleri. Gözü kalanın gözü çıksın valla (Gülüyor)
(Gülüyor) Yeni başka projeler var mı? Sinema filmi vs?
Bilmem. Öğrencilerimle yapmak istediğim bir milyon tane şey var. Zaman yetmez hepsine. Masallardan, efsanelerden bir oyun var aklımda. Oynamak için sabırsızlandığım bir oyun var uzun zamandır, belki o olur. Ama var tabii daha ona zaman. Sinema filmi olsun lütfen. Şanslıyım o konuda ben. Çok fena seviyorum sinema filmlerimi. Olacaksa yine öyle olsun. Yoksa çok iyi bir seyirciyim. Çok iyi demeyelim iddialı oldu yahu (Gülüyor)
Röportaj: Gizem Merve Kaboğlu