En sevdiğim filmlerden biri var bu ay. Ayşe teyzenin de seveceğinden emin olmanın verdiği haklı gururla açtım filmi. Orijinal adı “Intouchables” olmasına rağmen nasıl olduğunu bir türlü anlayamadığım bir çeviri ile “Can Dostum” olarak Türkçeleştirilmiş film ile karşınızdayız.
A: Can Dostum hııı sevdim bak adını. İnsanın hayatında can dostları olmalı. Senin de var değil mi kızım?
B: Var tabi olmaz mı! Onlar olmasa zor bir hayatım olurdu.
Biraz duygusallık ve ardından filmimiz başladı. İşsizlik maaşını alabilmek için imzaya ihtiyacın olan siyahi kahramanımız Driss, boynundan aşağısı felçli olan Philippe için yardımcı aranan iş görüşmesine katılır. Tek derdi o görüşmeye gittiğine dair bir imza almaktır ama Philippe onun yaşam dolu enerjisinden, hayatla dalga geçen rahatlığından çok etkilenir.Yardımcısının o olmasını ister.Driss’in dünyası bir anda değişir. Kalabalık ve zor şartlarda dönen evinden çıkıp son derece lüks bir malikaneye taşınır.
A: Bak işte her şey aynı anda olmuyor hayatta, adam milyonların içinde bir tek boynunu oynatabiliyor. Kendi hayalindeki hayatı seyretmek için Driss’i seçti aslında. Beril sen bazen bir şeyleri yapamasanda başka birilerinin yapabiliyor olduğunu bilmek iyi gelmiyor mu?
B: Tabi iyi geliyor ama bazen çok kıskanadabilirim. Ben niye yapamıyorum diye.
A: yapma kızım öyle şeyler. Başkalarının başarılarını kıskanma, feyz al feyz!
Durduk yere yedik azarı. Dürüstlük bazen başa bela. Driss bu sırada Philippeyi engelli arabasına bindirmek istemiyor onun yerine bahçede duran ve kimsenin kullanamadığı son model arabaya taşıyor onu ve diyor ki “seni bir at gibi arabanın arkasına yükleyemem”.
A: Ne duygusal çocuk, bak sırtlandı adamı bindirdi arabaya. Ama çok iri bu adam Beril vallaha bazen korkutuyor beni.
Ayşe teyzenin milisaniyede değişen duygu durumları beni artık şaşırtmıyor. Siyahilerden hep bir çekinir.kendi ufak tefek diye eziverecekler falan zannediyor herhalde. Bu sırada harika ikilimiz resim sergisi geziyorlar. Driss bu resimlerin nasıl bu paralara satıldığını asla anlayamıyor tıpkı Ayşe teyze gibi…
A: Vallahi adam haklı Beril. Nedir yani bu şimdi kırmızı lekelere dünya para istemek. Resmen dolandırıcılık.
Hah bir laf etmediğimiz sanat dalı kalmasın zaten. Anlamıyoruz işte resimden, bu gerçeği kabul mu etsek!! Bu sırada tabi Driss de başlar resim yapmaya. İzlerken bir korktum Ayşe teyze de gaza gelir başlar mı diye ama pek öyle bir hali yok. Philippe 6 aydır bir kadınla mektuplaşıyormuş ve DSriss bunu öğrenince hemen onları buluşturmak ister ama Philippe tekerlekli sandalyede yaşayan bir zengin olduğu için cesaret edemez ve bir sürü oyunla kadınla buluşmayı erteler.
A:hadi bizim zamanımızda olsa neyse de bu devirde mektup mu kaldı yahu? Bir çay içseler ne biliyim bir yerlere gidip gezinseler?
B: adam sakat ya Ayşe teyze, çay içemez, yürüyemez.
A: Ne var canım sakatsa sakat, ömür boyu mektuplaşamazlar ya. Hiç değilse kadın bir görsün istemeyecekse zaten konuşmanın ne anlamı var.
Bence Driss ve Ayşe teyze baya iyi anlaşabilirler. İkisi de aynı kafada. Cesur ve dürüstler, her şey hemen belli olsun istiyorlar. Beraber çok tatlı olurlar bence sergi falan gezerlerJ Philippe’nin doğum günü partisinde Driss dayanamaz ve ipleri eline alır. Parti birden canlanır ve herkes dans etmeye başlar. Philippe mutludur, oda boş durmaz ve Driss’in çizdiği tabloyu arkadaşına 11.000 euroya satar daha doğrusu kakalar diyelim. Ayşe teyze bu duruma gül gül öldü.
A: aayy ilahi Filiz . Bak adama sattı o saçma sapan tabloyu. Al işte sanattan anlayanı da gördük nasıl yedi. En iyisi hiç bulaşmayacaksın Beril bak aman diyim birileri sana da satmaya çalışır sakın alayım deme.
Şimdi ben buna nasıl cevap vereyim bilemedim ki?? Philippe diyememesinden mi başlasam yoksa benim sanatsal alışverişler yapılan ailelere ne kadar uzak olduğumdan mı yoksa zaten bunları alacak bir param olmadığından mı? En iyisi hiç birine değinmeyeyim.
B: tabi tabi Ayşe teyze sen merak etme. Asla almam, o ortamdan hemen uzaklaşır bir daha da o insanlar ile konuşmam.
A: abartma canım sende korkak gibi.
Sağı solu belli olmuyor işte bizimkinin yapacak bir şey yok. Yine lafımı yiyip oturdum. Bu sırada Driss ve Philippe çok eğleniyorlardı. Yamaç paraşütü yaptılar daha yakın bir arkadaşlıkları olduğu her hallerinden belliydi. İkiliyi görünce insanın resmen yüzü gülüyor. Çok sıcak ve mutlu görünüyorlar. Bazen düşünüyorum kadınlar arasında niye böyle dostluklar olmuyor diye. Erkeklerin dostluğu daha samimi ve egodan uzak duruyor sanki. Bilemiyorum tabi içini. Belki Ayşe teyze bilir diyerek ona sordum.
A: olmaz olur mu hiç. Onlar da birbirlerini kıskanıyorlar tabi, hatta kadınlardan daha fazla kıskanıyor olabilirler ama onlar bir şeyi çok iyi yapıyorlar. Durumu hemen kabullenip saygı duyuyorlar. Yani karşılarındaki erkeğin üstün ve zayıf yönlerini fark ettikten sonra saygı duyuyorlar ve aralarındaki savaş başlamadan bitiyor. Kadınlar ise bu gerçekleri görüp asla durumu kabul etmek istemiyorlar, en yakınları bile olsa bir gün onun yapabildiklerini yapma hırsıyla ya da onun daha fazla yapamaması umuduyla sürdürüyorlar ilişkilerini. Kadın milleti kıskanır, kıskandığını belli eder bu da yetmez, rahatsız eder. Kendini seven kadınlar bunu yapmaz sadece.
B: haklısın galiba. Bu yüzden erkek hikayeleri daha samimi duruyor. Onlar başkalarının başarılarını kıskansalar da, başarıyı asla yalanlamıyorlar. Kadınlar biraz daha acımasız galiba!
A: Aynen öyle Beril hanım. Sen sen ol birini her kıskandığında kendini sevmeyi unuttuğunu hatırla.
İçime kapandım bir an. Ne ağır bir cümleydi o öyle. Bütün kıskançlıklarımın altında kendimi sevmeyişim mi vardı? Yani Philippe her şeye rağmen kendini seviyordu ve Driss’i kıskanmak yerine ondan feyz almaya bakıyordu ben ise bu sağlıklı halimle yer yer kendimi sevmeyi unutuyor ve insanları kıskanabiliyordum. Çok acı bir gerçek. Bu hikayenin kahramanı Driss değil Philippe benim için. Kendine olan sevgisi ve hayata olan bağı hep karşılık buluyordu önce Driss çıktı karşısına sonra da mektup aşkı Elenore gerçek aşkı oldu. Mutlu son!
A: kadınada helal olsun ama bak sakat falan dinlemedi geldi adama. Sen ne yapardın? Sakat bir adama aşık olabilir misin?
Bunu hiç beklemiyorum ve gerçekten zor bir soruydu. Dürüst olmak gerekirse aklıma ilk gelen “ne kadar sakat?” sorusu oldu. Ona göre aşkımın tahammül seviyesini ölçecektim herhalde. Ay bir an kendimi çok bencil ve aşka uzak hissettim. Yaşayacağım aşkın ne kadar koşullara bağlı olduğunu gördüm ve üzüldüm. Dürüst olmalıydım.
B: Kendimi yeteri kadar sevmeyi becerdiğim gün, bütün eksiklerim ve sakatlıklarımla, başkasını da koşullara bağlı olmadan sevebilmeyi dileyebilirim sadece.Diledim gitti…
A: Aferin kız!
Yüzünde gururlu bir ifade belirdi Ayşe teyzenin, gözleride doldu galibaJ Ayşe teyze, kendimi sevmeyi unuttuğum her an aklıma geleceksin ve ben de kaldığım yerden sevmeye devam edeceğim.
Ayşe teyzeee her filmimde varsın!!