(Paterson, sakin temposuyla yönetmenin ilk filmlerini anımsatıyor.) 2013 yılında Altın Palmiye için yarışan Sadece Aşıklar Hayatta Kalır (Only Lovers Left Alive) adlı muhteşem filmi yerinde, Cannes’da izlemiş, şanslı bir kişiyim. Bağımsız filmlerin karizmatik yönetmeni Jarmusch’un 97’de çektiği belgeseli saymazsak onbirinci uzun metraj filmiydi bu ve filmografisinin önemli yapıtaşlarından biri oldu bile şimdiden. Bu yıl ise son filmi Paterson’u bu kez de ülkemizin Cannes’ı olma yolunda ilerlemeye çalışan (?) festivalimizde, Antalya’da izleme fırsatı buldum. Sinematografik açıdan Sadece Aşıklar Hayatta Kalır’a hiç benzemeyen, onun kadar da şaşalı olmayan bir film olmakla birlikte, yine bir Jarmusch harikası şüphesiz. O zaman bu nev-i şahsına münhasır yönetmenin Amerikan bağımsız sinemasına kazandırdığı yapıtları şöyle bir gözden geçirelim.

Permanent Vacation (1980): Film, Jarmusch’un mezuniyet projesi olan ilk kısa filminin uzun versiyonu ve yönetmenin de zorluklarla çektiği ilk uzun metraj deneyimi, malum. Manhattan’da başlayan film, Charlie Parker hayranı, ailesinden kopuk, aidiyet duygusu olmayan Allie isimli bir gencin bir yolculuğa çıkışını, sinemasal iniş çıkışlar olmaksızın, hayatın gerçeği gibi yalın biçimde anlatıyor. Sinematografik anlamda bir ilk filmin bütün eksiklerini, bağımsız filmlerin bütün özelliklerini taşıyan, sıkılmadan izlemesi zor, anlatmak istediği konu derin olan, her halukarda kült sayılabilecek bir yapım. DVD arşivinize eklemek isteyebilirsiniz.

Stranger Than Paradise (1984): Deadpan komedi adı verilen türde bir film olduğunu söylemek mümkün. Birbirlerini pek de tanımayan iki kuzen New York’da biraraya geliyorlar ve aslında tanıştıkça ne kadar farklı tipler olduğunu farkedip iyice uzaklaşıyorlar. Yine durağanlık ve iniş çıkışsızlık var bu siyah beyaz yapımda da. Jarmusch’un anlatım dili yavaş yavaş kendini belli etmeye başlıyor. Durumun kendisi trajikomiktir ya bazen hayatta, işte bu da öyle bir film. Özgün bir Jarmusch imzası. Jarmusch yine bir kısa filmini uzun metraj haline getirmeyi başarıyor. Bu başarıda Wim Wenders’in payı büyük. Geleneksel Hollywood yapımı filmlerin yapısını bozan bir film. Stranger Than Paradise, 1984’te Cannes’da ilk filmini çeken yönetmenler ödülü, yani Camera D’or ödülüne layık görüldü. Kült filmler listelerinin vazgeçilmezi.

Down By Law (1986): Bir bağımsız siyah beyaz film daha! İlk iki filminde de yer alan John Lurie’nin yanısıra filmde Tom Waits ve Roberto Benigni’yi de görüyoruz. New Orleans hapishanesinde tanışan üç adam birlikte kaçış planı yapıyorlar. İtalyan asıllı Bob, diğer ikisini çileden çıkartıyor. Konu yine iletişim(sizlik). Film müzikleri şahane. Yönetmen her zamanki gibi yaşanan olayları sonuca bağlamak gibi bir derde düşmüyor.

Mystery Train (1989): İşte Jarmusch’un ilk renkli uzun metrajı! Amerika Japonya ortak yapımı olan bağımsız film, bir kara komedi. Tom Waits ve John Lurie yönetmene yine destek olmuşlar şüphesiz. Film Memphis, Tennessee’de geçiyor ve üç hikayeyi kesiştiriyor. Adını Elvis Presley’nin şarkısından alan film, Presley efsanesine bir saygı duruşu adeta. Amerika!yı yabancıların gözünden anlatan bu kara komedi, tek bir gün ve gecede sona eren bir hikayeyi merkezine alıyor aslında. Müziğin hakim olduğu filmde 50’li yılların müzikleri yerel bir radyo istasyonunun yayınından çalıyor. Film ilk gösterimini, büyük ödül için yarıştığı Cannes’da yaptı ve yönetmen bu filmiyle o sene festivalden En İyi Sanatsal Katkı ödülüyle ayrıldı.

Dünyada Bir Gece (Night on Earth , 1990): Filmde beş şehirde, beş farklı taksi şoförü, müşterileriyle ilginç bir yolculuğa çıkıyorlar. Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helskinki gibi birbirinden epey farklı şehirleri ortak noktalarda birleştiriyor yönetmen. Winona Ryder, Roberto Benigni, Gena Rowlands gibi ağır toplar var yine filmde. Müzikler elbette ki yine Tom Waits’ten. Jarmusch’un klasik anlatım dili, iyice oturan sinematografisi ile yaratıcı, özgün ve keyifli bir yapım.

Dead Man (1995): Yine bir siyah beyaz film yönetmenden. Filmografisinin en büyük prodüksiyon çalışmalarından ve diğerlerine benzemeyen bir yapım. Sanat yönetimi, mekanlar muhteşem! Bu kez müzikler Neil Young’dan. Fonda vahşi batı var. “Post western” de diyebiliriz. Kızılderililerin maruz kaldığı katliamlar, vahşi batının çirkin yüzü, ölümler esas konusu bu filminde yönetmenin. Başrolde Johnny Depp William Blake karakterini canlandırıyor. Blake, farklı bir deneyim yaşamak, hayatını değiştirmek için Cleveland’den kalkıp Amerika’nın batısına gidiyor, kovboyların arasına katılıyor ve medeniyetten çıkıp vahşileştiği bir ortamda buluyor kendini. Kendini sonuna kadar sıkmadan izleten, muhteşem bir kara komedi.

Coffee and Cigarettes : Tam 17 yıl içinde (1986-2003) yapımı tamamlanmış olan, enteresan bir yapım. 11 siyah beyaz kısa filmin biraraya gelişinden oluşuyor film. Kahve ve sigara: bağımlılık yapan, sağlığa zararlı ama çok sevilen tüketim maddeleri malum. Yine insan ilişkilerini mercek altına yatıran yönetmen, kahve ve sigaranın eşliğinde izletiyor bize olan biteni. Kısa filmlerde Roberto Benigni, Iggy Pop, Tom Waits, Cate Blanchett ve Bill Murray gibi oyuncular yer alıyor ve bu oyuncular genelde kendilerini canlandırıyorlar. Filmi izlerken kendinize bir kahve yapıp bir sigara yakmanız mümkün.

Ghost Dog: The Way of the Samurai (1999): Japon kültürüne hayranlığı malumdur yönetmenin. Bu da modern bir samuray hikayesi. Ghost Dog adlı tetikçiyi Forest Whitaker mükemmel bir ustalıkla canlandırırken yönetmen ise samuray felsefesini, mafya ve gangster dünyasına, kente, hatta müziğe ve çizgi filmlere öyle güzel harmanlıyor ki, ortaya nefis bir yapıt çıkıyor. Jarmusch filmografisinde bir klasik kabul edilen modern Amerika eleştirisi, yer yer sizi güldürecek.

Broken Flowers (2005): Filmografisindeki diğer filmlerinden epey farklı olan, net diyaloglarıyla biraz ana akım sinemaya yaklaşan film yine de bir Jarmusch klasiği şüphesiz. Bill Murray’ın canlandırdığı Don Johnston karakteri sevgilisi tarafından terkedilir ve o gün aldığı bir mektupla hayatı bambaşka bir yöne doğru gitmeye başlar. Varlığından haberdar olmadığı oğlunu aramak için yollara düşer Don ve geçmişiyle hesaplaşır. Kamera tercihleri, mekanlar, caz müziği ve rüya tasvirleriyle yine özgün ve leziz bir filmle karşımızda Jarmusch. Film, 2005 Cannes Büyük Ödül (Grand Prix) sahibi olmuştu.

Kontrol Limitleri (Limits of Control, 2009): Ana karakter yalnız bir adam. Görüntü yönetmeni Christopher Doyle’un kusursuz kadrajlarının İspanya’da gezindiği bir hikayenin içinde bu adamın gizemli bir amacı var ve yolunda karşısına çıkan insanların da sayesinde hedefine ulaşıyor adamımız. Sanata ve hayata dair bol bol diyaloga ve göndermelere sahip olan filmde Isaach de Bankolé, Tilda Swinton, John Hurt, Gael García Bernal gibi isimler var. İzleyiciyi zorlayıcı türden, farklı bir Jarmusch filmi.

Sadece Aşıklar Hayatta Kalır (Only Lovers Left Alive, 2013): Kişisel favori Jarmusch filmim. Bir post modern vampir aşkı hikayesi ama vampir filmi diye asla anlatılmamalı, kafalar karışmamalı. Müzik aşığı Adam ve edebiyat aşığı Eve yüzyıllardır birlikte olan iki vampir. Biri Detroit’te, biri Tanca’da. Adam yaşadıkları dönemden o kadar mutsuz ki, ölmek istiyor. İnsanlar artık zombileşmiştir ve dünyayı çekilmez bir hale getirmişlerdir. Böyle bir dünyada bu entelektüel birikimle daha fazla yaşayamaz Adam, tek mutluluğu ise Eve’in varlığıdır. Tilda Swinton ve Tom Hiddleston müthiş karizmatik bir çift olmuşlar. Filmin soundtrack’i ise fevkaladenin de fevkinde. Adam’ın evine gitmek ve o kadife kanepede oturup plak dinlemek isteyeceksiniz.

Paterson (2016): Veee yönetmenin son filmi. Başrolde Paterson karakteri ile Adam Driver. New Jersey’de otobüs şoförü olan Paterson dünyanın en monoton hayatını yaşayan adamı. Laura ile evli. Şiirler yazan, ama iddiasız biri Paterson. Laura ise iddialı, sanata karşı aşırı ilgili ve kocasının iddialı bir şair olmasını istiyor. Paterson aslında çok duyarlı biri, çevresinde olup biteni takip eden, algıları açık bir adam, ama bir o kadar da tepkisiz, beklentisiz, donuk. Günlük hayatın içinde hepimizin yaşadığı detayları görüyoruz aslında, film yönetmenin ilk filmlerinden daha çok aşina olduğumuz, başlangıcı ve sonu, inişi, çıkışı olmayan, hayatın yalın kendiliğindenliğine ayna tutmak dışında bir hırs gütmeyen, sade bir yapım. Değerli mi, çok!

Melis Zararsız

 

 

 

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.