Her yıl daha fazla sinemacı çocuk gözünden politik hikâyeler anlatıyor. Peki, Türkiye’nin meseleleri çocuk gözünden bakılınca neye benziyor? Murat Tolga Şen yine susmuyor!
Babam ve Oğlum yüzünden canımız sıkıldıkça Çağan Irmak dövmeye devam ediyoruz ancak aynı festival sinemacılarının da garantili reçeteye tav olduğu ortada. Sivas, Kuzu, Rauf, Mavi Bisiklet derken sanki festivallerde daha çok çocuk göreceğiz gibi geliyor. Genç Pehlivan’ları konusu itibariyle çocuksuz olamayacağı için bu eleştiriden muaf tutuyorum.
İnsanlığın en can acıklı resimlerine bir çocuğun gözünden bakmak her zaman etkileyici bir izlek yaratma şansı verir. “Sinemayla ilgili yapılmış filmlerden en çok hangisini seviyorsun” diye sorduklarında benim de ilk cevabım Cinema Paradiso olur yani Cennet Sineması… Bir çocuğun cennetinde aslında neler olup bittiğini göstermeye çalışır sinemacı, masumiyetin kavrayamadığı acıyı süzüp seyircinin önüne koyar, hikâye iyice buruklaşır.
Öte yandan bu onun bir yetişkin olarak meselenin kendisiyle yüzleşemediğinin işaretçisidir. Politik sinemada çocuk hikâyeleri artıyorsa orada ifadenin iyice yoksullaştığından, sinemacının cesaretini hepten yitirmek üzere olduğundan bahsedilebilir. Ya da apaçık bir güdümleme vardır. Çocuğun gözleri masum bakar ama tıpkı masallardaki gibi iyi kötü ayrımı nettir. Oysa yaşadığımız şu yetişkin dünyada kimin ne zaman iyi ve neden kötü sorusuna verilecek cevap sürekli değişir.
Ben açık bir eleştiriden çekiniyorum ancak festival sinemacılarımızın artan hızda çocuk kahramanlı filmler çekmesini bir tür kolaycılık olarak görüyorum. İran sinemasının bir tür karikatürü gibi… Ya batıya ya doğuya giden ama bir türlü kimliğini bulup kendi tarifini üretemeyen bir sinema yapma hali bizimkisi…
Çocukları merkeze alarak çok güçlü bir politik mesaj da verilebilir pekâlâ, tıpkı Pan’ın Labirenti filminde olduğu gibi… Fakat bizim önümüze henüz öyle keskin bir eser sunulmuş değil, “çocuğun” sinemamızdaki kullanılma hali eserin kusurlarını örtüp o büyük gözler ve masum suratlarla festival izleyicisinden ve jüriden sempati toplamak.
Antalya’nın skandalları bitmiyor!
Antalya bu yıl neresinden tutsak elimizde kalacak bir festivale imza attı. Festivalin cilası yerindeydi ancak “itibar kazanmak istiyoruz” diye yırtınıp ulusal yarışmanın jüri başkanlığını Semih Kaplanoğlu’na teslim edince bir çuvaldan da fazla incir berbat edilmiş oldu. Festivalde filmleri izleyen tüm eleştirmenler Semih Kaplanoğlu başkanlığındaki jüriden Yeşim Ustaoğlu’nun cinsel yönden cesur filmine ödül çıkmayacağının farkındaydı ve beklenen oldu. Uluslararası yarışmada tulum çıkaran Tereddüt, ulusal yarışmadan sadece bir oyuncu ödülü ile ayrıldı ve başka iyi filmler de takdir edilmedi. Bir TRT ortak yapımı ve önemsiz bir film olan Mavi Bisiklet ise en büyük ödülleri (film-yönetmen-senaryo) topladı. Bu, ancak Semih Kaplanoğlu’nun jüri başkanlığında mümkün olabilecek bir ihtimal o yüzden filmin yönetmeni bile aldıkları ödüllere şaşırdı!
Bir diğer skandal ise gösterim programından son anda çıkarılan bir Emir Kusturica filmi… Altın Portakal bu yetenekli sinemacıya ayıp etmek için özellikle fırsat arıyor gibi. Dünyanın en saçma şakasıydı bana göre… “Semih abi görmeden çıkarın şu filmi” falan dediler herhalde.
İtibar kazanmak ışıkla lazerle ya da eskimiş B klasmanındaki Hollywood ünlülerini Antalya’ya doluşturmakla olsaydı keşke…
MURAT TOLGA ŞEN – murattolga@gmail.com