Antalya Film Festivali, ardında bir takım soru işaretleri bırakarak tamamlandı. Son festivalin konsepti Türk sineması açısından geleceğe dair kuşkuları da beraberinde getiriyor.

  1. Antalya Film Festivali sona erdi ama sinemamıza etkisi ne oldu, bunu biraz konuşmalıyız. Çünkü Antalya, Türk sinemasının genel durumunun en iyi analiz edilebileceği etkinliktir…

Antalya’yı değerlendirmeden önce festivallerin Türk sineması için ne kadar önemli olduğunu belirtmeliyiz. Hatta hiç bir ülke sineması için festivaller bizdeki kadar önem arz etmez. Çünkü bizim sinemamızın 2000 sonrasında yapılanması festival-sanat filmi üzerine yoğunlaşmıştır. Bu anlamda genel izleyicinin ilgisinin bu sinemaya yaklaşımı da ortadadır. Son dönemde bu tür sinemayla var olan ülke sinemasının tüketildiği asıl yer de festivaller olmakta. Kısacası sinemanın yeni damarı, festivaller olmasa kurur. Hiç bir ülke böyle bir darboğazda değil. Onun için festivalleri dikkatle değerlendirmeli ve nereye doğru evrildiğini belirlemeliyiz. Tarihi ve geleneği ile Uluslararası Antalya Film Festivali, İstanbul Film Festivali’nden sonra en önemli festivaldir. Antalya’nın attığı her geri adım sinemamıza yansıyacaktır. Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel’in ilk döneminde festival altın günlerini yaşamıştır. Dünyaca ünlü yıldızların gelmesi, Yeşilçam ünlülerinin festivalde konuk edilmesi, elit yönetmenlerimizin filmlerinin yurt içi prömiyerinin festivalde yapılması ve bu sacayağının hiç bir ayağının bir diğerinden kısa kalmaması festivalin dirilişinin sebebiydi. Daha sonra ise belediye seçimleri yüzünden yönetim değişti. CHP’li belediye başkanı Mustafa Akaydın ve komitesi festivali başka bir hale soktu. Antalya’nın sanki tek etkisi Antalyalı sinemaseverlere seslenmesiymiş gibi bir yanlış saptama yapıp festivali yerelleşme yoluna soktular. Ulusal sinemamızın merkezinde yer alan festival küçülüp ilk yönetmenlerin filmlerini sergilediği ikinci sınıf bir festivale dönüştü. Belediye seçimlerinde tekrar Menderes Türel seçilince vizyonuyla festivali tekrar ayağa kaldırmak için kolları sıvadı. Türel bir komiteyle yola çıktı. Ama ne olduysa bu komite ilk dönemin stratejisi yerine başka bir yol seçti. Bu sefer de festival Türkiye ile ilişkilerini zayıflatan bir strateji belirledi. Şimdi bu söylediğim cümle hem festival komitesi hem de bazı sinemacılar tarafından tepkiyle karşılanacak. Onun için bunu biraz açmalıyız. Öncelikle ulusal yarışmada verilen para ödülü azaltıldı, yıllar içinde de kaldırılması planlanıyor. Halbuki biliyoruz ki festival filmlerini üretenler için bu ödüller çok önemli. Adana Film Festivali, Malatya, Edirne ve daha birçok festival ellerinden geldiği kadar bu ödülleri artırma çabasında. Doğal olarak birçok yönetmen başka festivalleri tercih etme aşamasına geldi. Yönetim prömiyer şartını kaldırarak başka festivallere de giren ve En İyi Film Ödülünü almamış bütün filmlere kapısını açtı. Böylece Antalya’nın Türk sineması için ifade ettiği bazı değerler törpülendi. Mesela daha önceleri Antalya’ya gittiğimizde 10-15 adet hiç bir yerde görmediğimiz filmi seyredip sinemamızın geneli için bir çıkarımda bulunabiliyorduk. Bu yıl ise daha önce bir festivale katılmamış üç film vardı. Diğer filmlerin yarısını İstanbul Film Festivali’nde geri kalanları ise Adana’da seyretmiştik. Hatta bir tanesi vizyona bile girmişti. Peki niye bir festival böyle kendine zarar veren bir uygulama yapar? Festivalin bir diğer dikkat çeken yönüyse ulusal yarışmada yer alan Toz ve Tereddüt filmlerinin aynı zamanda uluslararası yarışmaya da katılmalarıydı. Üstelik ödüller açıklandığında uluslararası yarışmada Tereddüt’ün bütün ödülleri topladığını gördük. Uluslararası yarışmada deyim yerindeyse tulum çıkartan film ulusal yarışmada neredeyse sadece bir ödülle dönüyor. Yani Tereddüt’ün yarıştığı yabancı filmler kalitesizdi de yerli filmler mi çok kaliteliydi? Neyse bütün bunları üstüste koyduğumda festivalin aynı Cannes gibi tek bir yarışma bölümü yapma hedefinde olduğunu düşünüyorum. Yani o yıla ait elit bir iki filmi uluslararası bölümde yarıştırıp geri kalanını Rengahenk gibi bir özel bölümde gösterip olayı kapatacaklar. Zaten festivalin odağında Türk sinema geleneğinin artık çok da yer almadığını görüyoruz. Ne eskisi gibi Yeşilçam ünlüleri vardı festivalde ne de biz basın mensuplarının koklayacağı böyle bir hava. Festival özellikle yeni kurulan Film Forum üzerine odaklanlanmıştı. Ben de bu yapılanmayı önemsiyorum. Hatta daha fazla kaynak aktarımı yapılsın istiyorum. Ama bunu festivalin yapısını tamamıyla değiştirip Türk sinemasını önemsizleştirerek yapılmasına karşıyım. Bu yapı Fransa’da işler. Çünkü Fransız sinemasının dünya sinemasıyla entegrasyonu bu yapılanmayı olanaklı kılıyor. Ama sözkonusu Türkiye ise yapılan şey Türk sinemasına darbe vurmaktır.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.