Aslı Özge, mükemmeliyetçi tutumuyla ve sinematografik kaliteye önem vermesiyle Türk sineması içerisinde farkını hissettiren bir yönetmen. Türkiye’nin popüler sorunlarına sırtına dayayarak meselesi üzerinden ödül avcılığı kovalayan birçok yönetmene kıyasla içerik kadar sinemanın görsel yapısı üzerine de kafa yorulmuş, yoğun bir ön çalışma yapılmış, detaycı, gözlemci ve kontrolün yönetmende olduğunu her anında hissettiren filmler yapan Özge, üç filminin de görüntü yönetmeni olan Emre Erkmen’le birlikte en az Nuri Bilge Ceylan – Gökhan Tiryaki ikilisi kadar karakteristik bir sinema diline sahip.

2009’da İstanbul, Adana ve Ankara film festivallerinden en iyi film ödülüyle dönen Köprüdekiler ile çıkış yapan, 2013’te İstanbul Film Festivali’nde en iyi yönetmen ve en iyi görüntü yönetmeni(Emre Erkmen) ödülü alarak başarısını devam ettiren yönetmenin yeni filmi Auf Einmal, 14 Ekim 2016’da Türkiye’de vizyona girecek. Festival izleyicisinin Nisan ayında İstanbul Film Festivali kapsamında izlediği Auf Einmal, festivalin “Uluslararası Yarışma” bölümünden FIPRESCI, Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünden ise yüksek artistik kalitesi gerekçesiyle “Label Europa Cinemas” ödülüne layık görülmüştü.

Uzun yıllardır hem İstanbul’da hem de Berlin’de yaşayan Özge’nin son filmi Auf Einmal, bu sefer Almanya’da geçiyor. Köprüdekiler’de alt sınıfı, Hayatboyu’nda ise üst sınıfı mercek altına alan Özge, Auf Einmal’da orta-üst sınıfı anlatıyor. Sinemamızda Deniz Gamze Ergüven’in Mustang’iyle başlayıp Hiner Saleem’in Dar Elbise’siyle devam eden ve ne yazık ki daha çok göreceğimize inandığım “film çektiği ülkeyi tanıyamama” sorunsalı ise elbette Özge’nin filmi için geçerli değil. Aksine Özge’nin bir röportajında söylediği şu cümlelerin “başka bir ülke hakkında film çekmek” isteyen her yönetmene defalarca altı çizilerek okutturulması şart: “Berlin ve İstanbul arasında uzun yıllardır sık gidip geliyorum. Ancak bir ülkede film çekebilmek için o ülkenin iç dinamiklerini, sistemini, kurumlarını, insanlarını iyi tanımak gerekiyor. Özellikle sistemi eleştiriyorsanız ve o toplum adına bir şeyler söylemek istiyorsanız oraya hakim olmak gerekiyor.”

 

Köprüdekiler (2009)

Köprüdekiler, İstanbul’un varoşlarında oturan ve her gün Boğaziçi Köprüsü’ndeki trafik sıkışıklığı arasında farkında olmadan hayatları kesişen çiçek satıcısı Fikret, dolmuş şoförü Umut ve trafik polisi Murat’ın hayallerine, umutlarına, isteklerine, maddi ve manevi çıkışsızlıklarına dair bir hikaye. Aslı Özge’nin filmin yapımına belgesel olarak başladığı ama daha sonra projeyi kurmacaya çevirdiği film, polis karakteri haricinde (Emniyet Müdürlüğü’nden izin çıkmaması sonucu) diğerlerinin kendi hayatlarını oynaması , Emre Erkmen’in hayatın sıradanlığı içerisinde tüm detaylara hakim el kamerası, Özge’nin hayatında ilk defa oyunculuk yapan kişilerden çıkardığı doğal ve gerçekçi oyuncu yönetimi gibi detaylarla benzerlerinden farklılaşan ve derinleşen bir yapıya sahip. Belgesel tavrıyla çekilen kurmaca bir film olan Köprüdekiler’de üç hikayenin Alejandro Gonzalez Inarritu filmleri gibi birbirine bağlanacak hissiyatı yaratıp bunu yapmaması karakterlerin şehirdeki yalnızlıklarının altını daha net çiziyor. Neticede başka bir yönetmen muhtemelen hikayenin finalini dolmuş şoförünün çiçekçiye çarpması ve trafik polisinin olay yerine gelmesi şeklinde bitiririrdi ama hikaye aynı zaman – mekanı paylaşan karakterlerin hayatın akışı içerisinde sistemin sınırlarına çarpmaları ve kendi sınırlarını tanımaları üzerine. Bu yüzden film bittiğinde çiçekçinin hayatının sonuna kadar çiçekçilik yapacağını ve gezmek istediği her mekanda hırsız damgası yiyeceğini, dolmuş şoförünün karısıyla hiçbir zaman arzu ettiği eve çıkamayacağını, polisin tatilde anca köyüne, özlediği annesinin yanına döneceğini biliyoruz. Çünkü karakterlerin olanakları ve sınırları ötesine imkan tanımayacaktır.

 

Hayatboyu (2013)

Aslı Özge, ilk filminde ele aldığı maddi sıkıntılar ve eğitimsizlik yüzünden hayatlarında bir çıkışsızlık yaşayan alt sınıftaki insanların hikayesini, Hayatboyu’nda steril ve mükemmeliyetçi hayatları içerisinde çoktan boğulmuş olmalarına rağmen birbirlerini terk etmemek için bahaneler üreten üst sınıftan modern bir çiftin çıkışsızlığına transfer ediyor. Hikaye farklı, sosyal sınıflar arasında uçurumlar var ama insanların içinde bulunduğu tıkanıklık ve ayakta kalma mücadelesi “hayatboyu” devam ediyor. Gri ve mavi tonların yoğunlukta olduğu bir renk skalası eşliğinde metalin ve camların her köşesini kapladığı, minimalist bir tasarımla döşenmiş dar odaları ve merdivenleriyle dolu bir evde yaşayan, 50’li yaşlardaki evli iki karakterin hikayesini anlatan Hayatboyu’nda tasarımı üzerine bu kadar düşünülmüş ve özenilmiş olan ev, bir nevi film içindeki üçüncü ana karakter konumuna yerleşiyor. Çiftin arasındaki klostrofobik ilişkiyi sonuna dek hissettiren evin mimari yapısı, ikilinin birbirinden daha kolay saklanmasına ve sorunlarını görmezden gelmesine olanak sağlıyor. Evin içerisinde yoğun şekilde bulunan camlar ise izleyinin içeriyi röntgenlemesi için tasarlanmış gibi gözüküyor. Zaten Erkmen’in oldukça detaylı ve hesaplı, sanatla doğrudan ilişki kuran sinematografik tercihleri, mimar ve ressam olan çiftimizin sanatsal algılarına, zevklerine, renklerine ve bakış açılarına göre şekilleniyor. Mükemmeliyetçi bir şekilde tasarlanmış evde mükemmel bir hayat süremeyen çiftin yaşadığı sıkışmışlık hissini yaratan dar açılı objektif kullanımı, ana karakterin deprem bölgesi Van’a gitmesiyle birlikte yerini çoğunlukla geniş açılı objektiflere bırakıyor. Kameranın pan ve tilt haricinde herhangi bir hareket yapmaması, her biri özenle seçilmiş sabit ve uzun planlardan oluşması, olayları sadece gözlemci olarak izlememize olanak sağlıyor. Karakterlerin kırılma anını simgeleyen deprem sahnesinde olduğu gibi onların yaşamadığı, görmediği, duymadığı, hissetmediği hiçbir şeyi izleyicinin deneyimlemesine izin vermiyor yönetmen. Köprüdekiler’in tam zıttı. Böylelikle Özge’nin Köprüdekiler’deki “Ömür boyu çiçekçilik mi yapacaksın?”dan Hayatboyu’nda “Avokado aldın mı?”ya varan yaşamların zıtlığından birbirini tamamlayan bir İstanbul portresi ortaya çıkıyor.

 

Auf Einmal (2016)

Üçüncü filmi Ansızın / Auf Einmal’ı Almanya’da, Almanca ve Alman oyuncularla çeken Özge, bir parti sonrasında son misafiri beklenmedik bir şekilde ölen ve polisin gözünde şüpheli şahıs durumuna düşen Karsten’ın giderek yalnız bırakılmasını ve buna bağlı olarak dönüşümünü orta-üst sınıfa dair eleştiriler getirerek anlatıyor. İlk yarısındaki pasifliği ve ikinci yarısındaki aktifliği aynı derecede sinir bozucu olan anti-karakter Karsten’in içsel yolcuğunu bir nevi Hamlet öyküsü olarak okumak mümkün. Tıpkı Hamlet gibi güçlü bir babanın oğlu olarak konformist bir hayat yaşayan Karsten’in başına gelen olaylarla birlikte çevresindeki insanların iki yüzlülüğüne şahit olmasına aktifle pasifin, güçlüyle güçsüzün yer değiştirdiği bir kurgu çerçevesinde tanık oluyoruz. Alman orta-üst sınıf bir aileyle işçi sınıfından gelen Rus bir ailenin karşı karşıya geldiği hikayede statükonun, egonun, sistemin insanları nasıl değiştirdiğini gözlemlerken Erkmen’in kırmızı, sarı ve kahverengi tonları arasında seyreden sinematografik çalışmasının zirvesine şahit oluyoruz. Öyle ki, filmin Berlin’de “yüksek artistik kalitesi” sebebiyle kazandığı “Label Europa Cinemas” ödülünün ne olduğunu bilmesek bile filmi izledikten sonra ödülün veriliş sebebini çok net anlıyoruz. Hayatboyu’nda ana karakterin kırılma anını simgeleyen deprem sahnesi ise burada yerini Karsten’in etrafı dağlarla çevrili alanda Alman bayrağının bulunduğu zirveye çıkması ve ardından kendini ormanlık alana kapatması olarak vuku buluyor. Hikayeyi başta Türkiye’de çekmeyi düşünen ama sonra Almanya’da çekmeye karar kılan Özge, böylelikle gücün, statükonun, baskıların, ötekileştirmenin evrenselliğine de dikkat çekmiş oluyor. Üstelik bunu öyle sinema dili yüksek bir anlatımla gerçekleştiriyor ki, teklif geldiği takdirde birinci sınıf Hollywood prodüksiyonu yönetebilecek kalibrede bir yönetmen olduğunu gözler önüne seriyor.

Halil İbrahim Sağlam

 

Halil İbrahim Sağlam
20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.