Bu yıl Cannes Film Festivali’nde yer alan tek uzun metrajlı filmimiz, “Eleştirmenlerin Haftası” bölümünde yarışmaya hak kazandıktan sonra, “France 4 Yenilikçilik Ödülü”nü kazanan “Albüm”, “23. Uluslararası Adana Film Festivali”nde en çok merak ettiğim filmlerin başında geliyordu. Filme girerken beklentim yüksekti. Beklentimi yüksek tuttuğum filmlerden genellikle hayal kırıklığı ile çıktığım için içimde bir endişe de yok değildi. Neyseki Albüm, tüm endişelerimi kısa zamanda yok etti. Karşımda, Türk Sineması’nda uzun süredir hasretini çektiğimiz pırıl pırıl bir kara mizah örneği vardı. Filmi, henüz 28 yaşındaki genç bir yönetmenin çektiğine inanmak bir hayli zor… Usta diye tanımladığımız birçok yönetmenin hayal kırıklığı yaratan yapımlarının bir hayli fazla olduğu şu dönemde, ilk filmiyle böylesine güçlü bir yapıma imza atmak az şey değil. Albüm’ün senaristi ve yönetmeni Mehmet Can Mertoğlu’na En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerinin verilmesinin çok isabetli bir seçim olduğunu düşünüyorum. Adana’dan toplamda 3 ödül kazanan filmin yönetmeni ile söyleşi için buluştuğumuzda henüz sonuçlar açıklanmamıştı ancak film sevgimizi çoktan kazanmıştı. Gerçek bir sinefil olan Mertoğlu, ilk filminde onu büyüten, eğiten sinemaya bir saygı duruşunda bulunuyor adeta…
Filmi konuşmaya başlamadan önce biraz sizi tanımak isterim. Edebiyat okumuşsunuz,
sinemaya olan ilginiz nereden geliyor?
Sinemaya çok küçük yaşlarımdan beri meraklıydım. Artık iyice akilleşmeye başladığım
ortaokul ve lise yıllarımda daha fazla film izlemeye başladım. Lisede artık film yapmak
istediğimi biliyordum. Film okumak da istemiyordum çünkü Türkiye’deki okulları yeterli
bulmuyordum açıkçası… Sonra bir ara yurt dışında film okusam mı diye düşündüm. İstisnalar
olmakla birlikte, bizdeki sinemacıların da çoğu alaylıdır zaten… Sonunda Boğaziçi
Üniversitesi’nde Edebiyat okumaya karar verdim ancak Mithat Alam Film Merkezi’nden
çokça faydalandım.
Yani filmler sizi yetiştirdi…
Aynen öyle. Otodidakt olduğumu söyleyebilirim. Çok fazla sayıda film izledim ve bu şekilde kendimi eğittim denilebilir.
İlk filmini çeken genç bir yönetmen olarak bu süreci nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’de film yapmak zor, ilk filmini yapmak daha da zor
Albüm’ün hikayesi ne zaman başladı?
Aslında senaryoyu 2012’de yazdım. Finansman için uzun süre bekliyorsunuz. Ana akım, ticari öncelikli
bir film yapmıyorsanız kimse size para falan vermiyor.
Senaryoyu yazdıktan sonra süreç nasıl ilerledi?
- Senaryoyu yazdıktan sonra birçok yapım marketi ve atölyeye katıldık. Senaryonun evrensel bulunması işimize epey yaradı. Önce Nantes’a gittik. Fransa’da bir “3 Kıta Festivali” vardır, çok da iyi bir festivaldir.
Latin Amerika, Asya ve Afrika filmlerine adanmıştır. Bu festival aslında birçok önemli
yönetmenin Avrupa’da filmlerini ilk kez gösterdikleri yerdir. Burası bizim için güzel bir
başlangıç oldu. Akabinde İstanbul Film Festivali’nin ortak yapım atölyesi “Köprüde
Buluşmalar”da önemli ödüller kazandık. Filmi finanse etmek uzun zaman aldı açıkçası.
Bu zaman zarfında senaryoda önemli değişlikler oldu mu?
Hayır, bir kere değişti senaryo. Onun dışında yüzde doksan aynı kaldı. Prodüksiyonun tam manasıyla içimize sinmesini bekleyip yeterli şartlara erişebilmek için uzunca bir süre beklemek zorunda kaldık.
Kara-komedi Türkiye’de pek sık rastladığımız bir tür değil, bu yüzden anlaşılması
zaman almış olabilir mi?
Yaptığımız mizah dünya için çok özgün değil, Avrupa’da çok yaygın. Kuzey Avrupa’da,
İskandinav ülkelerinde mesela, çok da evrenseldir. Amerika’da, Fransa’da, Romanya’da da
bunu yapan yönetmenler çok var. Türkiye’de nedense, -benim de çok garipsediğim bir şey-
pek fazla örneği yok. 2000’lerin başında yapılan “Fasulye” filmini zikredebilirim mesela
örnek olarak. Birseysel çabalarla sınırlı kaldı.
Bir sinefil olmanızın da getirdiği referansla filminizde JacquesTati’den RoyAndersson’a
uzanan geniş bir yelpazeden yönetmenlerin sinemasından esintiler görüyoruz.
Evet çok fazla var. Bu isimlerin yanı sıra Corneliu Porumboiu, Cristi Puiu, Aki Kaurismaki, Pierre
Etaix bu film özelinde isimlerini anabileceğim diğer yönetmenlerden birkaçı.
Filminizin önemli bir parçasını oluşturan “bürokrasi meselesi” ve etrafında gelişen
diyaloglar çok sahici. Doğup büyüdüğünüz Akshisar’daki gözlemleriniz filme ne kadar
yansıdı?
Yansıdı elbette. Babamın doktor olmasından ötürü diğer devlet memurları ve kurumlarıyla
ilişkisi çok yoğundur. Zaten küçük yerlerde herkes bir aradadır. Bende küçük yaşlarımdan beri
bu mekanların hepsine aşinayım. Liseyi okumak için İzmir’e gittim daha sonra İstanbul’a
geldim. Taşrada daha fazla hissediliyor belki ama İstanbul’da da aynı şey var. Bir film
yapmak bile bürokratik bir iş maalesef Türkiye’de… Salt Akhisar’la sınırlı olmamak üzere diyaloglar
benim deneyimlere dayanır.
Peki evlat edinme meselesi?
Daha evvel evlat edinmiş arkadaşlarım vardı ve onların yaşadıkları trajedileri bilirim. Bu
konuyu araştırdığım zaman tahminimden daha büyük boyutları olduğunu da öğrendim. Birçok
hikaye dinledim. Hikaye, tüm bunlarla örüldü.
Tüm bu trajedinin içinde kahkahalar atılmasını neye bağlıyorsunuz?
İnsanların gülmesini sağlayan şey, etraflarında gördükleri insanlara çok benziyor olmaları.
Diyalogları da çok özenerek yazdım. Ben mesela kişisel olara büyük diyaloglar dinlemeyi
seven bir insan değilim. En kırılma anlarında büyük edebi kelamlar edilmesini –çok iyi
örnekleri olmakla birlikte- sevmem. Bu yüzden bu filmde boş, alelade hatta sıkça hiç
konuşulmayan anlar var. Bunlar üzerine bir şey yapmaya çalıştım. İnsanlara komik geliyorsa
ne mutlu bana.
- Gelelim oyuncu performanslarına… Başrollerden figürasyona herkesin rolünü çok
büyük bir ciddiyetle yaptığına şahit olduk. Bu durum elbette filme inanılmaz bir
inandırıcılık katıyor. Oyuncularla nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
Çok prova yaptık. En arkada ufacık görünen bir figürasyon bile çok kıymetli. Cast
direktörümüz Kutay Sandıkçı çok güzel bir ekibi bir araya getirdi. Birlikte seçtik
özellikle yan oyuncuları. Kutay aslında cast direktörü olmamasına rağmen –çocuk oyuncu koçluğu
yapıyor, Bal ve Sivas filmlerinde yapmıştı- bunu yapabileceğine inanıyordum. Gözü de çok
kuvvetlidir. Gerek amatör, gerek mahalli, gerekse İstanbul’da İstanbul’da tiyatrolarda
oynayan oyuncularımızla rolleri fark etmeksizin aylarca prova yaptık. Yüzlerce kez aynı sahneleri tekrarladık. Ben de çok deneyimli bir oyuncu yönetmeni olmadığım için –daha önce 2 kısa film yaptım ama diyalog dahi yoktu- çok provayla, sınırlı bir film stoğuyla üstesinden gelmeye çalıştık. Ne kadar mahir olduk bilmiyorum.
Filminizi 2012 yılında kaybettiğimiz yönetmen Seyfi Teoman’a adadınız. Kendisinin
sizin sinemacı kimliğiniz üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Seyfi benim için sinemacı kimliğinden öte bir dost olarak da çok kıymetliydi. Sıkça
tavsiyelerine başvurduğum, bir nevi abimdi. Tuhaf bir şekilde, Kayseri’de filmin çekimlerini
yaptığımız yerin hemen 150 m yanındaydı mezarı. Sette de ziyaret ettim tabiî ki. Seyfi, bu
filmin hikayesini anlattığım ilk insanlardan biriydi. O da Evliya filminin hazırlıklarını
yapıyordu o dönemde. O hafta çarşamba için sözleşmiştik, pazartesi kaza oldu. Hayatıma çok
temas etmiş birisiydi. Bu acı hiç dinmeyecek. İlk filmimi de o atfetmek, bu şekilde anmak
istedim.
Albüm bu yıl Cannes’da bizi temsil eden tek uzun uzun metrajlı filmimiz oldu.
Eleştirmenler tarafından ödüllendirildi. Neler hissetiniz?
Cannes’a gitmiş olmak kıvanç vericiydi. Dünyanın en büyük film festivalinde ilk filmimle
bulunmak daha da onur vericiydi benim için. Güzel yorumlar aldı. Çok farklı coğrafyalardan
–Latin Amerika, Asya, Japonya- sinema eleştirmenleri tarafından yorumlar aldık. Fransa
basınında çokça yer aldık. Daha önce yazılarını takip ettiğim sinema yazarlarının film
hakkındaki teveccühünü duymak çok kıymetliydi.
Albüm’ün yurt dışındaki festival yolculuğu devam edecek mi?
Evet, yakın zamanda Kudüs ve Saraybosna’dan ödüller aldık. Türkiye’deki ilk gösterimimizi
ise Adana’da yaptık. Sırada Varşova, Bogota, Stockholm, Sevilla, Selanik, AFI FEST Los
Angeles, Taipei ve Rio gibi festivaller var. Çok yoğun bir şekilde tüm coğrafyalarda
gösterimlerimiz sürüyor. (Not; Albüm 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde de
yarışıyor, röportajı yaptığımız sırada adaylar henüz açıklanmamıştı) Fransa’da vizyona
girecek. Muhtemelen Türkiye’den 3 kat fazla kopya sayısı ile. Böyle evrensel bir şey oluşmuş
olması benim için mutluluk verici.
Türkiye’de vizyona girmesine de az bir zaman kaldı…
Evet, 4 Kasım’da vizyondayız. Henüz net bir şey yok ama muhtemelen 20 kopya civarı
olacak. Büyük şehirler dışında filmin çekildiği Antalya ve Kayseri’de ve kendi memleketim
Akhisar’da vizyona sokmaya çalışacağım. Tekelleşeme çok malum. Umarım daha fazla yerde
vizyona girer ama böyle bir durum var maalesef.
- Tüm bu yoğunluk arasında yeni bir filmin hikayesini düşünmeye fırsatınız oldu mu?
Kafamda oluşan bir şey var. Ancak yazılmış bir şey yok henüz. Şu aralar takvim öyle yoğun
ki, oturup nefeslenmeye bile vaktimiz olmadı. 2017 yılının başlarında yazmayı 2018’in
güzünde de çekmeyi planlıyorum.