Kimse kendisi için festival yapmıyor, herkesi memnun etmek imkansız ama festivallerin misyonlarından birinin de arabulucu olmak ve aynı zamanda özgürlüğü savunmak olduğunu bir kez daha hatırlatalım! Sanat ve sanatçı özgün ve özgür olmalı, tıpkı Tarık Akan gibi…
Banu Bozdemir
- Adana Film Festivali sona ermişken aklımda tüm festivallere ilişikin birikmiş düşünceleri de bu vesileyle ortaya koyayım dedim…
Adana’da hepimizin dikkatini çeken şeylerden biri de basından gelen arkadaşların sayısı idi. Şu an için yazan, yazmayan, festivallere ya da sinema yazarlığına ucundan bucağından bulaşmış herkesin festivalde olmasıydı ki bu Adana Film Festivalini bu anlamda bir kez daha takdir etmemi sağladı. Ülkemizin geçtiği süreç herkesi değişik eleştiri ve destek platformlarına yönlendirdi. Benim bakış açım tıpkı santçılar gibi gazetecilerin de eleştirme ve övme haklarının saklı olması yönünde. Yanlış gelen /giden bir şeyi yazdığımız için afaroz edildiğimiz şu süreçte ertesi yıl aynı ya da farkl bir olay üzerinden olumlu ve övgü dolu tepkilerde verebiliriz. Biz festivalleri eleştirebiliriz ama onlar bizi bu anlamda afaroz edemez. Çünkü gazeteci, yazar, sanatçı dediğin her daim bağımsız kalmayı hedeflerken festival yöneticileri o festivalleri yerel yönetimlerin var olma sürecine göre düzenleyen insanlardır. Oysa bizler hep varız, takipteyiz ve kendi kişisel arşivimizi oluşturuyoruz. Bunun hep dikkate alınması dileğiyle….
Adana bu yıl ağır toplarla ilk filmlerini çekenlerin çekişmesine sahne oldu yine. Derviş Zaim istediği etkiyi bulamazken Reha Erdem en iyi film ödülüyle Koca Dünyası’nı bize açtı. Önce Derviş Zaim’in Rüya’sından başlarsak ben kendi adıma en iyi senaryo ödülünün verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü araştırılıp emek verilmiş, hatta risk alınmış ve tekrarlı anlatımıyla seyirciyi sıkmayı göze almış bir senaryo var karşımızda. Modern dünyanın ilerleyişiyle yaşanan çarpıklıklar ve bunları geçmişten gelen bir efsaneyle bozma ihtimalinin tekrarlı bir şekilde sunumunu can kulağıyla dinlediğimi itiraf edebilirim. Ben de dört kadının birbirine geçen hikayesinde biraz ivme kaybettim ama bu filmi bu kadar geri plana atmamalıydı.
Reha Erdem’in denemeye ve ergen ruhunu doğanın ve hayatın çeşitli ve özellikle de katı katmanlarıyla buluşturma fikrine hayranım. Koca Dünya Jin, Hayat Var ve Kosmos’un referansları baz alınarak kurulmuş bir senaryo. İki kardeşin birbirine tutunma çabaları ve doğanın onların en yalın hallerine nüfuz edip, o ana kadar biriktirdikleri bütün dertlerini kusmaya olanak tanıması. Biraz antichrist etkisi, ayak bastığın anda seni etkileyen, öylece duran ama sana etki eden hayvanlar ve bitkiler… Garip, çıldırtıcı bir terapi duygusu… Bunu gayet iyi bir atmosfer duygusuyla yansıttığını düşünüyorum Erdem’in. Biraz delilik, bu dünyadan olmama hali… Koca Dünya’da kapladığımız alan vs…
Ama Kıvanç Sezer imzalı Babamın Kanatları bende başka bir gerçeklik duygusu yarattı. Tıkır tıkır işleyen hikayesiyle işçi sınıfının şartlarına, yerinden yurdundan uzak, hep özlem dolu, yaralı, düşünceli, hep kaygılı ve ileriyi düşünen hallerine iyi bir bakış olduğunu düşünüyorum. İşçi cinayetlerinin nasıl yoluna konduğu, laz müteahhit tiplemesinin nasıl işlediği vs… İlk film olmasına rağmen çok yetkin bir sinema dili, gerçeklikle o küçücük de olsa hayal dünyasını iyi bir buluşturma hali. Menderes Samancılar’ın bu role yakışan dokusu. Babamın Kanatları’nı kendi adıma en iyi film ilan etmiştim ama Yılmaz Guney ödülü kazandı. Reha Erdem’de bu durumda benim en iyi yönetmenimdi…
Albüm… Gerçekten de iyi bir yerden yakalanmış, toplumsal ikiyüzlülüğü bir bebeğin bedeni üzerinden gösterme heveslisi bir ailenin trajikomik hikayesi. Absürd, soğuk, ürpertili komedi… Gayet iyi bir ilk film denemesi olan Albüm Roy Andersson tarzıyla dikkat çekiyor. Hikayenin bizden olması, Kayseri’de geçmesi ve etkisini yitirmeyen anlatımıyla gayet mizahi katman barındıran hikaye en iyi senaryo ve yönetmeni Mehmet Can Mertoğlu’na en iyi yönetmen ödülü kazandırdı. Albüm’ü sevip ödül anlamında pek bir yere koyamamıştım açıkçası. Filmde anne babanın bebek üzerindeki sevgisizlikleri / proje bebek olması odasında sigara içme sahnesiyle bile çok güzel açıklanabilr!
Gelelim ödül kategorisi dışında kalan ama ses getirme potansiyeli yüksek filmlere. Hiner Saleem imzalı Dar Elbise filmi gerçekten de biz ne izledik böyle dediğim filmlerden oldu. Kendimi zamansız mekansız belki eski zamanlardaki daracık bir mekanda hissettim. Ama hikaye istanbulda geçiyor ve o kadınlar da Türk. Kadınlara destek, hatta kadın cinayetlerini eleştirmek için çekildiği söylenen filmin abartısı, karitatürize halleri anlaşılacak gibi değildi. Bir an yönetmenin ülkemizde ivme kaybeden kadın haklarına sahip çıkmaya çalıştığını düşünmek istedim ama maalesef olmadı, çünkü film bunu düşündürtmeyecek kadar amatör. Zaten yönetmen de bu filmi ortadoğuda çekemeceği burada çektiğini ve burada bulduğu güzel oyuncuların bu ilhamı kendisine taşıdığını belirtti. Kabul edilir gibi değil! Bu tarz filmlerden sonra her gün kötüye giden ülkemin haline sahip çıkarak milliyetçilik yapmış gibi hissediyorum am benim tepkim filmin geçmeyen ve karikatürize kalan gerçekliği; inandırıcısız olması. Yoksa ülkemizdeki değişim ve dönüşümün fazlasıyla farkında ve rahatsızlığındayız ama anlatımı böyle olmamalı. Yönetmenin fazlaca üzerine gitmiş olunabilir, bu tarz şeyler beni hep üzer ama bence o da yaptığı yanlışın epey farkındaydı! Tuba Büyüküstün ve diğer oyuncuların olaya olumlu tarafından bakmak istedikleri o kadar açık ki, filmin olumsuz ve karikatürize tarafını görmekten biraz uzaklaşmış olmalılar..
Adana Film Festivali Tarık Akan’a gösterdiği hürmet, saygı ve sevgiyle gerçekten de çok iyi uğurlama yaptı diye düşünüyorum ama sanki biraz daha politik / Yılmaz Güney etkisi taşıyan filmlerine yer verebilirlerdi büyük ustanın. Ama her yerli filmden sonra beş dakikalık Tarık Akan’ı anmak iyi bir uğurlamaydı yine de!
Festivalde yarışan ama ödül alamayan filmlere dair genel yorumumuz diğerleri kadar başarılı olamadıkları yönünde elbette. Ama bazen yarışmak, kendini, filmini duyurmak önemlidir diye düşünüyorum. Güven Beklen’in neredeyse üç yıldır Mehmet Salih filmi üzerinde çalıştığını biliyorum. İmkansızlıklarla ortaya çıkan filmin usta yönetmenlerin filmleriyle yarışması bence yönetmenin artı olarak kabul etmesi gereken bir durum olmalı. Ama sinema dilinin sonraki filmlerinde olgunlaşacağına dair izler barındırıyor diyebiliriz.
Genel olarak festivale ilişkin, festivallere ilişkin düşüncelerim bu minvalde. Kimse kendisi için festival yapmıyor, herkesi memnun etmek imkansız ama festivallerin misyonlarından birinin de arabulucu olmak ve aynı zamanda özgürlüğü savunmak olduğunu bir kez daha hatırlatalım! Sanat ve sanatçı özgün ve özgür olmalı, tıpkı Tarık Akan gibi…