Nasıl bir işse bu, sürekli can alıyor, yoksulların teriyle, ruhuyla, kanıyla besleniyor. Dur durak bilmiyor, halden anlamıyor. Resmen obur mu obur, doyumsuz bir canavar. İş kazası deyip geçmeyin ha, her birinin altında insana dair bir büyük dram yatıyor. Zaten iş kazası, vicdansız, insafsız bir patron söylemi, öyle ya parayı veren düdüğü çalıyor. Zengine kaza, fukarayı koy mezara, varsıla sefa, yoksula cefa… İş cinayeti de karşılamaz, böylesi vahim mevzuyu, iş katliamı bunun adı, ötesi berisi yok. “Babamın Kanatları”, emek cephesinin yanında saf tutmuş, gündelik hayat gerçeğini ve sistem eleştirisini, sinema sanatıyla bütünleştirmiş, doğru ve haklı yerde durabilmiş bir film. İyi bir film, güzel bir film, olmuş bir film, her ne kadar, mesele derin bir sızı, dinmeyen sancı, bitmeyen acı olsa da…

Hak denince, işçi gelir hatırıma der Orhan Veli… Haksızlığa pek çok uğrayan emekçilerin, hak ile anılması, yaşamın en acımasız ironilerinden değil midir? Bakınız Bertolt Brecht; “Okumuş Bir İşçi Soruyor” şiirinde şunları söyler; “Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim? Kitaplar yalnız kralların adını yazar. Yoksa kayaları taşıyan krallar mı? Bir de Babil varmış boyuna yıkılan, kim yapmış Babil’i her seferinde? Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar, altınlar içinde yüzen Lima’nın? Ne oldular dersin duvarcılar, Çin Seddi bitince? Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok! Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?” Evet, geçen sene (2015), ayda ortalama 133 işçi, tatlı canlarından oldular. 2015’te katledilen toplam 1730 emekçinin, yüzde 27’si, inşaat sektöründendi. Yani nasırlı elleriyle, insanlık tarihi boyunca, dünyaya harç katanlar. İşte onlar, adları, öyküleri, umutları bilinmeyen yapıcılar, bize yuva kuranlar, tepemize dam koyan, evimize pencere açanlar… Hiç oturamayacakları pahalı konutları diken, emeği sömürülen, örgütlenmelerine izin verilmeyen, asri zaman köleleri… Ücretli kölelik düzeninde, duvarlar onların kanlarıyla sıvanıyor, binaların temelinde, onların ölü bedenleri var, bilesiniz.

Film, güncel Rüzgar Çetin meselesine cuk oturuyor, kan parası, illet gibi, yakasını bırakmıyor insanlığın, kuşkusuz modern çağın da belası… Zengin olan her koşulda kazanıyor, fakir olan, önce ahlar vahlar, sonra unutulan ölü canlar. İşte o kadar! Yeryüzünün lanetlileri, en alttakiler, onlar hakkında ne yazsak, karşılık bulamayacak, bari filme geçelim. İşçi filmleri, memleketim yönetmenlerinin, nedense uzak durduğu bir mevzi, varsa yoksa bunalmış, sıkılmış, daralmış insanların, saçma sapan hezeyanları, tuhaf, oturmamış, yabancılaşmış halleri… Sabun köpüğü muadili, komedi, korku, romantik türlerindeki tırt ve ucuz projeleri hadi geçtim, bari sanat-festival filmleri kuşağında, emekten ve emekçiden yana yapımlar görelim, Tarkovski Abimizi biraz rahat bırakalım, Ken Loach Abimiz, bu sefer ne çekti diye beklemeyelim. Aslında bir kımıldama var, hakkını verelim, Toz Bezi, Kalandar Soğuğu ve şimdi de Babamın Kanatları… İşte gönlümüzden geçen, daha çok olsun, bol bol çekilsin, havada kalmış tiplerin değil de, gerçek insanların hikâyelerini görelim. Geçenlerde inat ettim, yerli işi dizilere bakayım dedim, lan arkadaş, herkes mi yalıda oturur, Boğaz’a nazır? Bu denli gerçeklikten ve hayattan kopuş mu olur? Özentilik, ergenlerin can simididir, kocaman adamlar ve kadınlar oldunuz, büyüyün gardaşım artık!

Helal olsun Kıvanç Sezer’e, gerçek bir haberden yola çıkarak Babamın Kanatları’nı hem yazmış, hem de çekmiş. Menderes Samancılar, Musab Ekici, Kübra Kip, Tansel Öngel de rollerinin hakkını ziyadesiyle vermiş, müzikler de filmin temposuna, inşaatın gürültüsüne eşlik etmeyi bilmiş. Örgütsüzlüğün, hukuksuzluğun, insani hasletlerden muaf tavırların, davranışların, yalakalığın, fakirliğin Özbek veya Kürt dinlememesinin, depremin, sigortanın, zor kazanılanın, hatta kolay paranın, iyinin, kötünün, lanet sistemin buruk ve düşündürten öyküsü bu… Araya aşk-meşk karışmasaymış, senaryo daha bütünlüklü olurmuş ya, neyse, o kadar kusur, bu filmi bozmaz, bozamaz. Üstelik bu bir ilk film, çokça yapıta imza atan yönetmenlerin bile dibi gördüğü ülkemizde, olsa olsa çıtayı yükseltmek denir buna. Babamın Kanatları, şimdiden ödülleri toplamaya başladı, ne diyelim, analarının ak sütü gibi, bir emekçinin alınteri gibi helal olsun.

Alper Turgut
Alper Turgut, Adana’da doğdu, üniversitede gazetecilik okudu. Uzun seneler, çeşitli gazetelerde çalıştı, farklı alanlarda görev yaptı, sendikacılıkla uğraştı. Sonra bir gün (Haziran 2006), şans eseri, çocukluk aşkı sinemaya bulaştı, işte o tarihten beridir, filmler üzerine düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.