Uluslararası festivallerden ödülle dönen Albüm filmini, filmin başrol oyuncusu Murat Kılıç ile Cine Dergi için konuştuk. Albüm’ün başrolde olduğu röportajda oyunculuğa, gündeme, sinemaya ve festivallere dair sohbet ettik. Gülerek, kaş çatarak, eğlenerek ve eleştirerek değindiğimiz konulara sizler için de bir pencere açtık. Penceresinden Türkiye’yi göreceğiniz Albüm’ü Murat Kılıç’tan dinlemek isterseniz, söyleşimize kulak verebilirsiniz:
Albüm filmi, Cannes’dan France 4 Visionary Award, Kudüs Film Festivali’nden FIPRESCI Prize, Saraybosna Film Festivali’nden Cineuropa Award, Cicae Award ve Saraybosna’nın Kalbi olarak adlandırılan büyük ödüle sahip olarak döndü. Bu filmin başarısının sırrı nedir?
Tiyatroda, provada ilk günkü disiplin veya disiplinsizlik oyuna da yansır, filmde de aynen öyle oldu. Albüm filminin ilk gününden çekimin son gününe kadar setteki her şey olması gerektiği gibiydi ve bu filme yansıdı. Bağımsız film setinde yaşanabilecek sıkıntıların hiçbiri olmadı. Rahat saatlerde, iyi şartlarda çekim yaptık. Bu aslında iyi bir birlikteliğin, yönetmenin ve yapım ekibinin başarısı… Hikayemiz çok iyi, evrenseli yakalamış dertleri var. Bunu sahneleme biçemi, kendi tarzını yaratan bir biçem. Mehmet Can Mertoğlu çok donanımlı ve vizyoner bir yönetmen… Bizim başarımız hem söylediğimiz şey hem de nasıl söylediğimizle çok ilgili.
Genç bir yönetmenle çalışmak sizi korkutmadı mı?
Hayır, ben 4 sene önce tanıdım Mehmet Can Mertoğlu’nu ve 22 yaşındaydı. Bu endişeler yaşla değil donanımla ilgilidir, yaş sadece önyargı… Biz oyuncu olarak yönetmenimize çok güvendik ve teslim olduk. Bu teslimiyet de belki başarıyı getirdi. Hiçbir zaman ne Şebnem (Bozoklu) ne de ben, “bunu neden yapıyoruz” demedik. Onun fikirlerine nasıl iyi hizmet ederiz, bunu düşündük. Mehmet Can’dan sadece genç bir yönetmen olarak bahsedilmemeli, o genç ama yolunu seçmiş bir yönetmen.
ŞEBNEM BOZOKLU İLE GÜZEL BİR İKİLİ OLDUK
Şebnem Bozoklu ile başrolü paylaştınız ve film eleştirilerinde ikinizin uyumuna övgüler okudum. Oyunculuk kimyası denen şeye inanıyor musunuz?
Evet, oyunculuk kimyası diye bir şey var. İnanıyorum.
Oyunculuk kimyanız mı tuttu, çok çalışmanın sonucu mu bu yorumları nasıl karşılıyorsunuz?
Çekimden önce 1 ay prova süreci yaşadık. Sahneleri birebir prova yaptık. O süreçte yönetmenin neyi, nasıl istendiğini görüyor ve yapıyorduk, bu çalışma elbette çok şey getirdi. Kimya şurada devreye giriyor, ben çok depresif bir insanım Şebnem (Bozoklu) ise çok pozitif. Kimyamız çok uydu, güzel bir ikili olduğumuzu düşünüyorum. Şebnem’in filme ve bana katkısı çok büyük oldu.
Kimyanız tutmayan, sevmediğiniz bir oyuncuyla da oynayabilir misiniz?
Ben bunu bilmiyorum. Cevap tam veremiyorum. Sevmediğim, kimyam tutmayan bir insanla oynarım, oynarım da nasıl oynarım bilmiyorum.
Dört senedir bu filmin içinde olduğunuzu öğrendim. Bu kadar rötara sebep olan neydi?
Projenin ekonomik anlamda tamamlanması 4 yıl sürdü. Yapımcımı ve yönetmenimi çok sevmemin bir nedeni de bu. Biz daha önce de bu filmi çekebilirdik. İlk film olmasına rağmen Yoel Meranda (Yapımcı) ve Mehmet Can Mertoğlu (Yönetmen) bu filmin daha iyi olması için yabancı ortaklar buldular. Filmin her yerde gösterilmesi için bu bağlantılar gerekiyor ve öyle güzel networkler kuruldu ki… Ayrıca bağımsız filmlerin çekim şartlarını hepimiz biliyoruz, bu filmin o şartlarda çekilmemesinin nedeni bu bekleme süresi, yapımcımız ve yönetmenimiz herkese hak ettiğini vermek için bekledi. Film, ekonomik anlamda kendini çevirebilme gücünü elde ettiğinde film çekildi.
Filme sizin kattığınız çok şey var tartışmasız peki 4 sene içinde bu film size neler kattı, neler öğretti?
Daha önce pek çok usta ile çalıştım, çok şey öğrendim ama minimalizmin ne olduğunu Mehmet Can’dan öğrendim, daha doğrusu öğrenmeye adım attım çünkü hala öğreniyorum. Bundan bir önceki projem Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmiydi, o da bana çok şey kattı ama filmde başrol oynamak başka bir şey tabii… Başrolün sorumluluğu gereği yönetmenle ilişki başka bir şekilde gelişiyor. Nuri Bilge Ceylan da her oyuncusuyla birebir ilgilenen bir insan ama bu bambaşka bir deneyim oldu. Mehmet Can, oyunculuğuma, role nasıl yaklaşacağıma dair çok güzel ipuçları verdi. 19 yaşından bu yana çok şey biriktirdim ve bu işte elimden ne geldiyse dökmeye çalıştım. Ben şu an hala bu heyecandayım, böyle bir iş daha gelse ve ben bu biriktirdiklerimi yeniden döksem diyorum.
ZEKİ ALASYA’YA “SENİNLE OYNAMAZSAM YA SENİ YA KENDİMİ VURURUM” DEDİM
19 yaşından beri oyunculuk hayatınızda dedik… Oyunculuk doğuştan gelen bir şey midir?
Çok nadiren öyle. Oyunculuk doktorluk gibi bir iş, eğitimi, donanımı tamamlamadan doktorluk yapılır mı? Yapılmaz. Oyunculuk da yapılmamalı. Bu eğitim illa konservatuvar da değil, usta çırak ilişkisine de çok inanıyorum. Disiplin, eğitim gerek…
Siz doğuştan yetenekli olduğunuza inanıyor musunuz?
Hayır, ben çok çalıştım, çalışıyorum. Doğuştan yetenekli birini sorarsanız, mesela Tardu Flordun öyle bir adamdır.
Sizin oyuncu olma nedeniniz ne?
Benim oyuncu olma sebebim Zeki Alasya’dır. Zeki – Metin filmlerinde ben hep Zeki’ciydim. Onun çırağı olmak istediğim zaman Zeki Alasya’nın bir lokantası vardı. Kapısında o gelsin diye beklerdim. Yağmurlu bir günde geldi, çalışanlar tuttu beni falan. “Zeki Bey ile görüşeceğim” dedim, geldi yanıma. “Seni örnek aldım, seninle tiyatro yapmazsam ya seni ya kendimi vururum” dedim. Onunla dizi ve filmde oynadım, tiyatro yapamadık ama hayalim gerçekleşti.
BEREKETLİ TOPRAKLARDA HİKAYE KITLIĞI ÇEKİYORUZ
Filme dönersek, yabancı festivallerin yanında yerli festivallerde de yolculuğuna başlıyor. Ödül şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben filmi ilk kez Cannes’da izledim. Bu arada kendimi izlemeyi hiç sevmem, sesime yabancılaşıyorum, kendimi eleştiriyorum… Cannes’da da böyle oldu, övgüler aldık, sevindik. Saraybosna’da muhteşem bir jüri vardı, onlardan ödül almak çok heyecan vericiydi, çok mutlu olduk. Buradaki beklentim de öyle aslında, tırnak içinde söylüyorum, bir beklentim yok. Bunları duymak bize zaten emeğimizin karşılığını veriyor.
Bu filmi kimler izlemeli?
Kimse bu filmi izlemese de ben bu filme çok inanıyorum. Keşke herkes izlese… Bu film yalnız çocuk evlat edinen bir çiftin hikayesi değil, filmde bürokrasi içindeki toplumun bir yansıması, fotoğrafı var. Bu Türkiye’ye has bir durum da değil, Fransızlar da kendilerinden çok şey buldular. Keşke herkes bu fotoğrafı görse…
Sizce Türkiye sinemasının en büyük sorunu nedir?
Çok büyük bir soru, ben bu sorumluluğu alamam. (Gülüyor) Dağıtım sorunu var, bu tekelin kırılması gerekiyor. Bağımsız filmlerin gösterim alanları çok sınırlı… Gördüğüm kadarıyla en büyük sıkıntı bunlar. Hikayede de sorunlar yaşadığımızı söyleyebilirim. Bereketli topraklarda hikaye kıtlığı çekiyoruz.
BU FİLM, TOPLUMUN İZDÜŞÜMÜ
Toplumun aile ve birey üzerinde kurduğu baskılardan biri çocuk sahibi olmak. Film de bunu ele alıyor…
Evet, evlat edinen çiftlere yarım gözüyle bakılıyor. Kadına da erkeğe de yarım olarak bakılıyor. Erkekler zaten bu sorumluluğu almıyor. Evlat edinme durumunda her şey bu yüzden gizleniyor. O yüzden bizim çiftimiz de çocuğu evlat edinip, başka bir şehre taşınıp, kendi çocukları izlenimi veriyorlar.
Filmde ailenin evlat edindikleri çocuğun fotoğraf albümünü oluşturduğunu bir anlamda resmi tarihe not düştüğünü görüyoruz. Yönetmeniniz bir röportajında bu detayla toplumun gerçek tarih ve resmi tarih ikilemine dikkat çektiğini söylüyor. Yalan söylemeyi mi seviyoruz acaba?
Hümanist olduğumuzu düşünüyorum ama bu bize bir şey getirmiyor. Hümanizm toz pembe yalanlar oluşturup her şeyi kendine göre yorumlayıp, yaşama devam eden bir toplum oluşturuyor. Bize anlatılan şeylere sorgulamadan inanma eğilimimiz var. Sunulan haber doğru haber oluyor… Mehmet Can’ın tarih konusundaki bu çelişkiyi metaforik olarak bu hikayeye oturtması son derece anlamlı bence.
Filmde ırkçılık içeren diyaloglar var… Tüm o diyalogların büyük resimde bir anlamı olduğunu biliyorum..
Bu aslında filmin çok küçük bir kısmı. Evlat edinen bir çiftin bebek seçme aşamasındaki, bebeği beğenme veya beğenmeme durumda yaptıkları benzetmeler var. Büyük resimde filmin böyle bir ırkçı duruşu yok. Filmdeki bir tek sahneyi konuşuyoruz, filmin de böyle ayrımcı bir duruşu yok. Bunu filme yaymak haksızlık olur.
Bu filmi yaftalamak için sorulmuş bir soru değil, eleştirinin altını çizmek istiyorum.
Evet, o bir sahne, isteyen istediğini alabilir. Filmin sadece bu sahnesinin konuşulmasına üzülürüm, çünkü filmde asıl mesele bu değil. Bu film topluma bir bakış, toplumun bir izdüşümü… Aile olmaya, bürokrasiye bir bakış var filmde.
Günümüz Türkiye’sindeki ayrımcı söylemleri düşündüğümüzde büyük resimde ne görüyorsunuz?
Birbirimizi ötekileştirmememiz gerektiğini düşünüyorum. Sen şusun, sen busun demek ayrımcılığı getiriyor. Bir ayrım gözetmeksizin bir arada olmamız gerektiğini düşünüyorum. Biraz önceki yalan konusuna dönersek, bu ayrımcılıklar oluyor ama ırkçılık söylemini de kabul etmiyoruz bir yandan…
Yalan söylüyoruz aslında…
Soru işareti bırakıyorum. Büyük laflar etmeyi sevmiyorum, gönül bir bütün olmamızı istiyor.
“O SAHNE SONRASI HASTANELİK OLDUM”
Bir oyuncu olarak alt metni kuvvetli işler mi ararsınız?
Ben oynayacağım rolü sevmek istiyorum. İyi bir adam da olabilir, kötü bir adam da… Kötü adam oynamayı çok istiyorum. Alt metin oyuncuya da has bir şey. Senaryo size geliyor ve karakter analizlerini toplamak oyuncuya ait. Bu yönetmenle ilişkinize dair bir şey. Öyle bir rol mü ararım, hayır, o alt metni ben de doldurabilirim.
Bu rolü size sevdiren neydi?
Ben bu rolü sevmedim. (Gülüyor) Ben Cüneyt Bahtiyaroğlu ile normal hayatta arkadaş olmam. Rolle arama mesafe koyarak ve yönetmene teslim olarak oynamak daha doğru geldi. Çok sevseydim, objektif olamayabilirdim. Bu mesafe daha doğru gibi geliyor, rolün pek çok yönü görünür oluyor.
Nesi var Cüneyt Bahriyaroğlu’nun, neden arkadaş olamazdınız?
Ben hiperaktif bir insanım.Yerimde duramam… Canım sıkılıp 20 km yürürüm. Bu o kadar ağır bir adam ki, canından bezdirir insanı. Bunu baskıladım, günde 3,5 paket sigara içtim sette. Nasıl durağan olunur onu öğrendim. (Gülüyor) Hiperaktif moduma girmemek için sette herkesten kopuk durdum. Bir kenarda 20 bardak çay içiyordum.
20 bardak?
Tabii… Bir sahne yüzünden de hastanelik oldum. Aşırı bir yemek yeme sahnesi var. Negatif çekiyoruz, diyalogsuz sahne. Masaya oturup her şeyi deli gibi yiyeceğiz. Öğlen bir şey yemedik, yiyebilelim diye. Yedik ama daha çok yiyin dedi. İzledik, hakikaten daha çok yememiz lazım. Sonra öyle bir şey yaptık ki… 4-5 kere çektik, ben 4 günlük yemek yedim. Ertesi gün mide fesatından doktora gittim. Doktor, “sen hiç su içmemişsin ki” dedi. (Gülüyor) Ben çay içmekten su içmiyordum. O kadar sigara, çay… Hastanelik oldum.
Albüm’ün vizyon tarihi net değil sanırım…
Kasım gibi görünüyor şu an.
Yeni projeleriniz var mı?
Tayfun Pirselimoğlu’nun bir filminde oynadım vizyon tarihi net değil. Derviş Zaim’in Rüya filminde konuk oyuncu oldum, o vizyona girecek. Çevre Tiyatrosu, Semaver Kumpanya’da oynuyorum, orada oyunlarımız devam edecek.
Röportaj: Gizem Merve Kaboğlu