Sabah uyandım ve Woddy amca ile Ayşe teyzeyi aynı evde hayal ettim, yüzüme bir gülümseme yerleşti.
B: Ta ta işte filmimiz, Paris’te Gece Yarısı!!
A: Korku falansa izlemeyelim başka film bul.
Korku filmi adı da olabilirmiş hakkaten, haklı kadın:) Paris’in hayran olunası görüntüleri eşliğinde başladı filmimiz. Zaten güzel olan şehir bir de film pürüzsüzlüğü ile birleşince tam bir rüya gibi görünüyor. Bu manzaraya rüya çiftimiz eşlik ediyor. Gil ve Inez, herkesin hayal edebileceği güzellikte bir çift ve bir o kadar güzel bir tatilin tam ortasındalar. Harika kıyafetler, entel sohbetler, şık restoranlar, kalbur üstü bir aile, lüks oteller ve bir Paris kaçamağı. Daha ne olsun dedirtiyor insana, işte tam o anda Ayşe teyze daha ne olması gerektiğini söylüyor,
A: Bu ilişki bitmiş cık cık cık…
Hayda nereden çıkarıyor Ayşe teyze bu Yorumları hiç anlayamıyorum ama yine de bir bildiği vardır diye dinliyorum.
B: Nasıl anladın peki? Herşey gayet yolunda görünüyor.
A: Nasıl nereden anladım. Sizin gözünüzü boyamaya yetiyor tabi şık giysiler Pahalı yemekler! Peki Anlayış nerede anlayış? Adam hayallerini, yapacaklarını anlatıyor kimsenin umrunda değil, bak Karısı bile anca gezsin tozsun. Beril kulağına küpe olsun, insan sevdiğini başkalarına beğendirmeye çalışmaz, işine gelenleri duyup işine gelmeyenleri duymamazlıktan gelmez. Saygı duyar, insan en çok sevdiğini kabul eder. Birini kabul edemiyorsan bilki sevmiyorsun. Sevemiyorsun.
Karşınızdakinin haklı olması canınızı sıkar mı bazen? Evet benim de sıkar.
Artık bu ilişkinin çatırdadığını kabul ederek izlemeye devam ettim. Her fırsatta Kocasını susturmaya çalışan Inez iyice sinirime dokunmaya başladı. Gil’in gece onların yanından ayrılıp Şehirde dolaşmak istemesi beni bile rahatlattı. Oh be dedim içimden biraz yalnız kal, tadını çıkar. Çıkardıda! Gil kendini en sevdiği dönemde buldu 1920’lerin Paris’i!! Bir Büyü gibi her gece zamanda yolculuk edebiliyor aynı şehirde farklı zamanda yaşayabiliyordu. Hayran olduğu herkes Arkadaşı olmaya başlamıştı. Scott ve Zelda Fitzgerald, Hemingway, yakışıklılığına diyecek yok. Allah’ım diyorum bazen bir insan bu kadar yetenekli, bu kadar çekici nasıl olabiliyor sonra alıyorum cevabımı
A: Yetenek ile delilik hep yanyana gider zannedilir bak o zamanlar bile öyle, sanki akıllanırlarsa yetenekleri ellerinden Alınacak gibi geliyor, ama tam tersidir, içindeki deliliği sadece sanatında ortaya çıkaranlar hep bir adım öndedir.
B: Kolay şeylerde yaşamamışlar ama, bak Hemingway savaş görmüş neler çekmiş.
A: travma herkesi delirtebilir, dediğim o değil. Sen deliliği bahane olarak kullanıp hayatı öyle yaşarsan, Sanatın sana kırılır hep bir Tarafın eksik, Yaptığın her iş yarım gibi gelir. Yok ben hayatı sıradan bir insan gibi yaşarım ve yaratıcılığımı basitlikleri keşfederek taçlandırırım dersen gerçek tatmin burnunun ucundadır.
Neler oluyor şu an! Ben komik Şeyler yazayım derken bir sanat felsefesi Konferansına mı düştüm? Gözlerimi kapatsam kendimi bir otelin konferans salonunda bulacağım, benim zaman yolculuğum böyle olmamalı hayır buna dayanamam!!
B: Ayşe teyze sen bunları nereden biliyorsun? Yani tabi bilebilirsinde çalıştın mı acaba, korkutuyorsun beni!
A: Ben sanat eserlerini eleştiremem ki, hepsi de birbirinden değerlidir. Sanatçının eserini değerli kılan o eseri beğenenler, para verenler değil midir? Peki ya sanatçı, içine sinmeyen eksik olduğunu düşündüğü bir eserine övgüler Alınca içi parçalanmaz mı? Ben bile bir Börek yapıyorum pek iyi pişiremediysem insanlar çok güzel deyince utanıyorum, onları kandırmışım gibi hissediyorum. Bunlar da aslında bu Yüzden deli taklidi yapar. Mahcup olmamak için! Eserlerinden önce kendilerini yaratırlar.
B: Lütfen devam et
A: bak o yakışıklı(Hemingway) ne dedi Pablo’ya (Picasso) “yetenekli ama bir Miró olamaz!” Miró sıradan hayatıyla bilinir, normal bir ailesi vardır, travmaları, delilikleri, enteresan alışkanlıkları yoktur, kaygısız koşulsuz koyar sanatını ortaya. Mutludur mutlu! Sanatçı Dediğin mutlu olacak, yaratıcı dediğin güzel gülecek, ha tabi adamın bir derdi yoksa, Özenti olmayacak yani, hani siz ne diyorsunuz böyle bunalımlı gençlere
B: Bohem??
A: Hah
O kadar şey anlat gel Bohem i bilme, bu işte bir acayiplik var, kesin zaman falan büküldü birşeyler oldu kesin.
A: Sanatçı kaçmak için bohemmiş gibi yaşamamalı. Bir eli yağda bir eli balda gençlersiniz sizin neyinize üzülmek, şikayet etmeden yaşamayı ve yaratmayı öğrenemezseniz hep bir tarafınız eksik kalacak!
Dondum kaldım! Gık diyemedim. Gil de diyemedi. Paris kaçamaklarına devam ederken kendi romanını sevmeye başladı, aşık olmaya korkmamaya başladı ve tabi ki beklenen son, karısının onu aldattığını öğrendi ve zaten bitmiş olan ilişkiyi bir an bile tereddüt etmeden bıraktı.peki Ayşe teyzeye ne olmuştu? Korkumdan birşey soramaz oldum, sanki o konuşmaya başlayınca biz de bir zaman makinasına giriyorduk. Filmi izlemeye devam ettik. Gil aradığı Herşeyin kendi içinde olduğunu farketti, başka zamanlara olan arzunun hiç bitmediğini, bunları da kendini kabul edememekten geçtiğini anlayarak yeni hayatına yeni bir şehirde devam etme kararı Aldı. O artık mutlu bir sanatçıydı! Hayat bütün güzelliklerini ona sunmaya hazırdı. Aşk, yağmur, Paris…
B: sevdin mi filmi?
A: sevdim sevdim, iyi oldu Bıraktı o şımarık kızı hiç sevememiştim zaten.
Allah’ım Ayşe teyze geri geldi!!!
B: evet ya ben de ama diğer kızda çok güzeldi şu Pablo’nun eski sevgilisi olan Adrianna ben onu beğendim.
A: aman boşver onu, güzel kız ama o bir sanatçı değil, bir sanat eseri. Nasıl mutsuz sanatçılar deliliğe sığınırsa, mutsuz kadınlarda güzelliklerine sığınır ve yaratıcılıklarından uzaklaşırlar.
Hayır Ayşe teyze geri gelmemiş!! Woddy amcayı mı arasam, belki bu filmin belli yaştaki kadınlarda böyle bir etkisi vardır belki o geri getirir Ayşe teyzeyi, ya da belki Ayşe teyze Woddy Amcanın ruh eşidir??? Umarım ruh eşidir ve delirmemiştir. Ay ne de güzel olur! Sizi seviyorum Ayşe teyzem Woddy amcam oturunda bir rakı için karşılıklı:)) Filozofum, ev kadınım, Çay tiryakim, ruh eşim Ayşe teyzem her filmimde varsın…