Sadece festivallerde gördüğümüz ama ne zamandır bir yazısını okuyamadığımız sinema yazarları, festival başlamadan 15 gün önce yeniden çalışmaya başlayan uyurgezer sinema siteleri var ve hepsi bu yazıda Susmayan Köşe’nin diline dolanıyor!
Eylül’ün 19’unda Adana, Ekim’de Edirne, Antalya, hemen ardından Malatya… Ülkenin sürekli değişen gündemi zeval vermez ise yani yeni bir darbe olmaz, bir yerlerde yüzlerce kişiyi öldürecek bir bomba patlamaz, daha da absürdü, uzaylılar bizi istila etmez ise bir sürü şehirde birçok yeni film izleyeceğiz. Sinema yazarlarının kutsal kadeh arayışı başlıyor; bakalım o muhteşem filme hangi festivalde rastlayacağız?
Şimdi… Her şey iyi güzel hoş ama festival demek bazıları için film izlemekten ziyade, bedava uçak bileti-otel konaklaması-yeme içme ve gezmek demek. Görünen manzara şu; davet edilip katılan basın takipçilerinin neredeyse yarıdan fazlası o festival hakkında iki satır bile yazmıyor. Festivale katılmayı bir takipçi olma durumundan çok bir ayrıcalık ve kazanılmış bir hak gibi görüyorlar. Bu söylediklerim elbette geneli bağlamaz ama bu gerçekliği olan bir tespittir.
Bazı sinema yazarlarını sadece festivallerde görürsünüz, en son ne zaman ne yazdı, kimle röportaj yaptı, hangi filmi eleştirdi bilmezsiniz ama sizden önce oradadırlar. Bunlar kimler? İsim vermem ama yöntemlerini yazayım; SİYAD’lı iseler derneğin forsunu kullanırlar (ve dernek içindeki faal yazarlara çok ayıp ederler) ya da festivalden birilerini çoktan bağlamışlardır. Daha da olmazsa, arkadaşlar devreye girer, konuk ağırlamacıların ensesinde boza pişirilir, ikna edilmeye çalışılır. SiYAD’sızların arsızları ise “ısrarla bayilerinden isteyenler” grubuna girerler. PR’cılar onlara fazla bulaşmak istemez çünkü “hayır” cevabını asla kabul etmezler, kapıdan kovulduklarında bacadan girerler. Bu gözler, festivale gelip sektörden onca insan varken kaldığı otelin müdürüyle röportaj yapanları (Tabii ki daha iyi bir oda kapmak için) bile gördü!
Eskiden böyle bir kavga yoktu, yıllar içinde bağımsız sinema siteleri ve blogcular önem kazandıkça festivale çağırılacak sinema yazarlarının kimler olacağı bir soru işaretine dönüştü. Sinema blogculuğu halen yükseliyor. Blog yazarları hiç olmadığı kadar çok okunuyorlar ve ciddi bir tiraj yakalamış durumdalar… Buna rağmen, yazılı basının tekelleşmiş saygı duygusundan uzaklar ama bu durum da değişmek üzere…
Bu festivale davet edilme meselesini herkes kendine hak görüyor. Eski SİYAD başkanı Tunca Arslan, blogcuları “3 kap yemek peşindeki beleşçiler” olarak gördüğünü kaleme alacak kadar ileri gitmişti bir yazısında. Arkadaş, İğneyi kendine bir batır önce desem, yapamaz!
Olay sadece bireysel değil, bir de “festivalden festivale güncellenen” sinema siteleri var. İstanbul Film Festivali bitince uyuyan site Adana’dan 20 gün önce patlayacak yanardağ gibi homurdanmaya başlar ama festivaller bittikten hemen sonra dükkan kapanır!
Tüm bunlar böyleyken olan işini düzgün yapan yıl boyunca Türkiye’nin sinemasına kafa yoran, yazılar yazan insanlara olur, onlar da bu beleşçilerle aynı kefeye konur. Festivallere katılan sinema yazarlarının yıldan yıla azaldığını düşünüyorum çünkü festivalin verdiği önemi ona iade etmekten uzağız. Mesleği yapanların bu anlamda çok daha gayretli olmasına ihtiyacımız var. Evet, pek çok eleştirmen işsiz ama şu sosyal medya bolluğunda kimse yerim dar diyemez. Hiçbir şey yapamıyorsan tweet at, Facebook’ta not yayınla… Sonra koyarsın içtiğin orta kahvenin fotoğrafını.
Film çekeniyle, eleştirmeniyle, festivaliyle, jürisiyle… Biraz doğrulup düzelsek artık.
MURAT TOLGA ŞEN – murattolga@otekisinema.com