Yorumu yapan bir sinema yazarı mıdır yoksa gerçekten bu işlerle haşır neşir bir sinema sevdalısı mı bilinmez ama bu kişi, memleketimizin ‘’sinema yazarı’’ mefhumuna nasıl baktığını gayet net bir şekilde özetlemiş.
Konuya girmeden önce, Ekşi Sözlük’te ‘’sinema yazarı’’ üzerine açılmış entry’ye gelen bir yorumu aynen aktarıyorum:
‘’İyi yapması zor olan bir meslek olduğu gibi, sağlam sinir, sabır, metanet isteyen de bir iştir bu. Çokbilmiş okurlar mı ararsınız, dağıtımcı firmaların kırk filmini övüp bir filmini övmediğinde kazana atılıp kaynatılan gariban sinema yazarları mı ararsınız… Ayrıca tüm bunlara katlandığı yetmezmiş gibi sinema yazarı bir de, bu mesleği galalarda içki içip kanepe tüketmek, basın gösterimlerinde poğaça yiyip kahve içmek zanneden deyyuslarla da mücadele etmek zorunda kalır. İşin en zor ve sinir bozucu kısmı da bu olsa gerek. Memleketteki üç beş isme, bu konuda Allahtan sabır niyaz ediyorum… ‘’
Yorumu yapan bir sinema yazarı mıdır yoksa gerçekten bu işlerle haşır neşir bir sinema sevdalısı mı bilinmez ama bu kişi, memleketimizin ‘’sinema yazarı’’ mefhumuna nasıl baktığını gayet net bir şekilde özetlemiş. Tek katılmadığım nokta bu işi üç beş ismin yaptığı. Ama bir yandan da haksız değil. Çünkü Türkiye’de bu mesleği yapanların 3-5 isimden ibaret olduğu sanılıyor. Medyanın bize yansıttığı şekliyle yani… E hadi biraz gazetelerin hafta sonu eklerinde ve kültür-sanat dergilerinde rastlamışsanız birkaç isim daha eklenir. Zaten seneler önce NTV’deki Oscar programına ve bazı sinema programlarına çıkarılan yazarlar da medyada ismi geçen sinema yazarları. Neyse bu başka bir tartışmanın konusudur. Yani baktığınız zaman bundan 9-10 sene öncesine kadar gerçekten de sinema yazarları biliniyordu sözüm ona sayıları az da olsa. Yazdıkları kritikler dikkate alınıyordu. Kıymetliydi. Ama şimdi sosyal medya ve teknolojinin gelişimiyle durum farklı bir hal almaya başladı. TV’deki sinema programlarının azlığı bir yana ulaşabileceğimiz her türlü alandaki tadımlık haberler akıllı telefonlarımızın birer aplikasyonları haline gelmiş durumda. Her gün ülke ve dünya gündeminden eskisine göre daha fazla haberdar oluyoruz. Hepsini de okumuyoruz zaten. Başlık ve birkaç cümlelik açıklama yetiyor. Hal böyleyken insanlar neden sinema yazarlarının değerlendirmelerine ihtiyaç duysun ki? Beyazperde.com üzerinden seanslara ve Sinemalar.com’daki yorumlara bakmaları yeterli oluyor. Ben bu duruma birkaç defa sinemadaki bilet kuyruklarında şahit oldum. Bunlar yetmezmiş gibi bir de ‘’Sinema yazarı beğenmediyse kesin iyi filmdir’’ (ya da tam tersi) gibi bir algı var. Zannediliyor ki tüm sinema yazarları eğlence sinemasından hiç hazzetmeyen, ne kadar sıkıcı olursa olsun ağır arthouse filmleri yere göğe sığdıramayan tipler olarak görülüyor. Ah bir de o ‘fularlı eleştirmen’ klişesi yok mudur? Her şeyden önce bu mesleği yapan insanların sinema sevgisinin oluşmasında 70 ve 80’li yılların eğlence sineması örneklerinin büyük payı vardır. O yüzden bu alaycı algıdan kurtulmak lazım.
Ve gelelim asıl konumuza. Takip edenler bilirler. Twitter’da ‘’Film Eleştirileri’’ adlı bir hesabı yönetiyorum dört seneye yakındır. Temel gayemde ülkede eli kalem tutabilen ve sinema üzerine nitelikli yazılar üretebilen tüm yazarları tanıtmak ve insanları her türlü eleştiriye ulaşabileceği bir platform yaratmak idi. Büyük ölçüde bunu başardığımı düşünüyorum ama bir yandan da başka bir dezavantajı doğurdu sanki bu durum: ‘’Sosyal medyada herkes eleştirmen oldu!’’ Gerek 140 karakterlik tweetlerle-keza floodlar gerek kritikten çok PR yapan blog yazıları (aralarında nitelikli olanlar da var) ‘’yazmak’’ eylemi herkesin yapabildiğini sandığı bir rutin haline geldi. Ekşi Sözlük’teki yorumları saymıyorum bile. Sosyal medyadan önce de herkesin eleştirmen olduğu platform orasıydı. Lakin bunu bu kadar basmakalıp anlatmak yerine daha detaylandırmak adına sosyal medyayı ve sinema yazarlarını takip eden farklı meslek gruplarındaki insanlara sordum. Onlar bu duruma nasıl bakıyor? Film eleştirilerini hangi kaynaklar üzerinden takip ediyorlar? Özel olarak takip ettikleri yazarlar var mı? Buyursunlar:
Polat Pınar (Yazılım Geliştiricisi) : Daha çok online mecradan takip ediyorum. Çünkü hem daha fazla eleştiriye erişebiliyorum hem de daha güncel olduğunu düşünmüyorum. Takip ettiğim bir yazar yok. Aslında online film sitelerindeki yazıları okuyorum daha çok.
Didem Öner (Campaign Türkiye-Editör): Online mecradan takip ediyorum. Özellikle takip ettiğim bir yazar yok. Aslında özellikle eleştiri okumuyorum çünkü etkilenmek istemiyorum: konusu, yazarı, yönetmeni, oyuncuları, aldığı ödüllerle ilgili bilgileri öğrenmem yeterli oluyor. İlgimi cezbederse bir film, önyargısız izlemeyi tercih ediyorum. Bununla birlikte, Twitter’da birileri röportaj veya eleştiri yazısı paylaştıysa ve ben de denk gelmişsem açıp bakıyorum. Bir filmi izledikten sonra da eğer insanların ne düşündüklerini, ne yorum yaptıklarını merak edersem genelde Ekşi Sözlük’e bakıyorum.
Günsu Yiğitcan (Reji Asistanı): Mümkün oldukça basılı mecradan takip etmeye çalışıyorum ama pek istikrarlı olmuyor. Online takip etmek daha mümkün hemen elimin altında ve hızlı temin ediyorum. İstediğim zaman takip etmek mümkün. Takip ettiğim yazarlar, Banu Bozdemir, Kerem Akça, Murat Tolga Şen ve Serdar Akbıyık.
Cemre Nur Meleke (Gazeteci): Gazetelerin online sitelerinden daha çok bakıyorum. Çünkü yeni medya araçları geleneksel medya araçlarına göre hem ulaşılması daha kolay hem de daha geniş seçenekler sunuyor size. Artık yazarlar da gazetelerden önce sitelerine veya online gazete sitesine koyuyor yazısını. Sabah gazeteler çıkmadan okumuş oluyoruz. Özel olarak takip ettiğim biri yok ama Uğur Vardan’ın dilini beğenirim bu sebeple onu takip ediyorum. Burak Göral ile de film zevklerimiz uyuştuğu için onun film önerilerini dikkate alıyorum. Ayrıca sinema dergileri de var. Sinecine dergisini takip ederim. Altyazı’da da sinemaya dair kaleme alınmış güzel yazılar oluyor. Cinedergi’ye de bakıyorum zaman zaman. Arka Pencere de var. Açıkçası takip ettiğim filmlerin yazılarına göre değişiyor.
Supiday Akkaya (Bankacı): Aslında son zamanlarda çoğunu internetten okuyorum ama bu insanların bir kısmı yazılı basında (Uğur Vardan, Mehmet Açar gibi) ama ben genelde tabletten okuyorum açıkçası. Ayrıca Twitter linklerinden de okuyorum. Bunun dışında rastladıklarıma okumaya çalışıyorum. Biraz filme göre de seçiyorum. Mesela Twitter’da sizlerin fikirlerini, yorumlarını da takip etmeye çalışıyorum. Senin, Onur (Kırşavoğlu), Halil İbrahim (Sağlam), Tanju (Baran) gibi. Aklıma gelenlerden Kerem Akça ve Alp Turgut da (Film Doktoru-Yazar) var. Cüneyt Cebenoyan ve Burak Göral’ı da okuyorum ama Mehmet Açar ve Uğur Vardan kadar değil.
Hakan Kırkavaç-Ketche (Yönetmen): Yerli mecra online. Çünkü hızlı ve aralarda beklerken falan takıldığım bir şey sosyal medya. Fragman seyrediyorum çok fazla orada da karar veriyorum çok. Amazon.com da çok fazla yardımcı oluyor açıkçası film seçerken. Yabancı dergileri zaman zaman alıyorum-yerli dergi daha az alıyorum. Cem Altınsaray’ı takip ederdim hep. Genç yazarları daha çok takip ediyorum sanki. Kerem Akça, Burak Göral ve Sevim Gözay gibi.
Ahmet Kamil Taşkın (Süper Fm-Radyo Programcısı): Eleştirileri çok takip etmiyorum aslında. Hele uzun uzun yazılanlara bakmıyorum. Ama genelde sanal ortamda gözüme çarpanlara bakıyorum. Bazen de yazılı oluyor tabi ama ağırlık internette. Film eleştirmenliği çok göreceli bu sebepten özellikle birini körü körüne takip etmiyorum. Bazen onların yüzüne bakmadığı filmi ben seviyorum ya da tam tersi. Ama Twitter takiplerinde takipte olduklarım da yön gösteriyor tabi. Ali Ulvi Uyanık, Mehmet Açar, Uygar Şirin, Kerem Akça vs.
Murat Dural (STV Öğrencisi): Güncel filmlere yönelik değerlendirme yazılarını online mecralardan takip ediyorum. Online mecralar son yıllarda hızla çoğalıyor ve sinemayla ilgilenen herkesin bilgi birikimlerini, yenilikçi fikirlerini sunabilmesini sağlıyor. Özellikle yayın hayatında oldukça genç olan ve genç sinefil yazarlara sahip sinema blogları ilgimi çekiyor. PeraSinema, FilmLoverss, Cineritüel gibi mecralar, ilgi-uzmanlık alanları farklı kişilerin yorum çeşitliliğiyle okuyucuyu buluşturuyor -ki PeraSinema’ya vakit buldukça ben de yazmaya çalışıyorum. Bunun dışında, Kerem Akça, Ali Ulvi Uyanık, Mehmet Açar, Kaya Özkaracalar gibi deneyimli isimlerin yazılarını yayına girdikleri gibi okumaya çalışıyorum. Toparlarsak, online mecralar, güncel sinema yazılarına hızlı bir şekilde ulaşabilmemizi, genç sinefillere ve deneyimli yazarlara aynı anda erişebilmemizi sağladıkları için tercihim. Basılı mecralar ise güncellik kaygısı olmayan, daha spesifik ve derinlikli yazılar için tercihim oluyor. Yeni Film, PsikeSinema ve Sinecine gibi dergiler de toplumsal, psikolojik bir bakış açısı sunduğu, sosyal bilimlerle sinemayı birleştirdiği için geniş bir perspektifle sinemaya bakmama yardımcı oluyor…
Mesude Marif (Mali İşler Danışmanı): Online takip ederim. Basılıya ulaşmam sıkıntılı. Kerem Akça’ya bakıyorum şimdilik en makul gideni o. Basılı kaynak almıyorum bu arada online’a ulaşmam daha pratik. Kaynak çeşitliliği de cabası.
Görüşlerini aktaranların yorumlarından da anlaşılacağı üzere sosyal medyadan film eleştirilerini takip etmek daha pratik ve çeşitli kaynak sunuyor. Daha çabuk ulaşılır ve özellikle takip edilen birkaç yazar da var. Kerem Akça ve Burak Göral bu konuda başı çekenlerden. Peki, sinema yazarları, sosyal medyanın bu kadar kolay ulaşılır olmasını, herkesin görüşlerini rahatça aktarabilmesini, kısacası ‘Sosyal Medyadaki Sinema Yazarlığı’ hakkında ne düşünüyorlar? Buyurun bir de onlardan dinleyelim:
Burak Göral (Sözcü): Bir konuda uzmanlaşmış olan kişinin sosyal medya paylaşımlarının o konu üzerine yoğunlaşması kadar doğal bir şey yok. Ama konu sinema olunca herkesin söyleyecek çok fazla şeyi oluyor. Çünkü herkes film izliyor. Ben özellikle paylaşım konusunda eskiden beri daha romantik bir tasarım ve imkanlar fırsatı veren Facebook’u Twitter’dan daha çok kullandım. Twitter, bir süre sonra önüne gelenin önüne geldiğine laf söylediği gürültülü bir yere dönüştü. Ciddi faydaları olduğuna inanıyorum Twitter’ın ama her konuda olduğu gibi sinema konusunda da kimi kullanıcıların yegâne dikkat çekme, beğeni toplama aracı haline dönüştü. Bir sinema yazarının canhıraş bir şekilde bu yarışa girmek için birtakım sataşmalar içine girmesinin, onun ağırlığını zedeleyici bir durum olduğunu düşünüyorum. “Fav” ya da “RT” almak için atılan alaycı, aşağılayıcı yorumlar, ya da filmler hakkında altı bir yazıyla doldurulmamış aşırı övgü ya da aşırı nefret cümleleri, filmler üzerinden o filmleri beğenenlere laf sokmalar, filmleri birbirleriyle çarpıştırmalar, takım tutar gibi film tezahüratları yapmalar… Açıkçası bunlar bana çekici gelmiyor. Sinemaya dair her paylaşımımın gerçek sinemaseverin hoşuna gideceği ya da o filmle ilgili farklı bir görüş ve pencere açabileceği, üzerinde biraz düşünebileceği bir detay barındırsın isterim. Benim film eleştirmeni olarak sosyal medya kullanımım biraz bu yönde. Tabi ki yazılarımın, hazırladığım dosyaların, videoların, zaman zaman başka toplumsal meselelere karşı yorumlarım da olmakta. Ama mesleğimle ilgili olarak yaptığım tüm paylaşımlar mesleğimi yapma sebebimle doğru orantılıdır.
Amacım gazetede film eleştirisi yazarken yapmak istediğim şeyle aynı, çünkü bu mesleğin sadece bir filme dair ‘sevdim/sevmedim’ diye yazmanın ötesinde bir iş olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden sinema konusundaki paylaşımlarımın çoğu fikirdir, yorumdur, tavsiyedir, bilgilendirmedir.. Yazılarımın içindeki duygu birliğinin ve tutarlılığının sosyal medyadaki paylaşımlarımda da sürmesine özen gösteririm. Ama şimdi özellikle twitter sadece sinema için değil her konunun bazı yazarlarını tembelliğe doğru da itebiliyor. 140 karakterli, 3 ‘twit’lik bir ‘flood’ atınca oturup bir filmle ilgili blogunda ya da başka bir mecrada yazası gelmeyebiliyor insanın. Çünkü fikirlerinin özünü zaten açığa çıkartmış oluyorsun. Buna kapılıp çok daha lezzetli ve kalıcı bir yazıya başlayamadan vazgeçebiliyorsunuz o zaman. Gazeteyse gazete, siteyse site ya da blogunda yazılmaya değer bir yazı varsa eğer, üşenmeyip o yazı yazılmalı bence, sabırsızlık gösterip üç cümlelik ‘twitter yayını’yla kesmemeli o yazının önünü. Öyle yapınca zaten ülkemizin yazın dünyası bu haldeyken pek de matah bir durum olmuyor. Zaten ‘internette uzun yazı okunmuyor’ diye diye ‘bilmemne listesi’ adı altında resimaltı cümleleri okutturuluyor insanlara giderek.
Şenay Aydemir (Altyazı, ArkaPencere.com): ‘Sosyal medyada sinema yazarlığı’ diye bir kavram olduğuna/olabileceğine inanmıyorum. Olsa olsa, sosyal medyada sinema üzerine sohbetler olabilir. Kaldı ki, insanların yıllarını vererek ortaya çıkardıkları bir ürün – çok kötü de olsa- en azında aklı başında üç beş cümlenin yan yana konulduğu eleştirileri hak eder. Sosyal medya -özellikle de twitter- bir takım ‘sinemaseverler’ tarafından kendi kamuoyunu oluşturma ve hitap etme alanı olarak da kullanılıyor. Bu arkadaşlar, sosyal medyada yazdıkları vasıtasıyla ilişki kurdukları bir düzine sosyal medya takipçisi ile gönüllerini hoş edebilirler ama bu yazdıklarının ve söylediklerinin rasyonel bir karşılığı olduğu anlamına gelmiyor. Sosyal medya uçucu bir alan ve yazdığınızın ömrü bir sonraki ‘entry’ düşünceye kadar. Kimilerinin çok sevdiği gibi haftalık ‘top 3’ listeleri yapmak, festivallerde ‘top 5’ listeleri yayınlamak eleştiriye değil, sinemanın oyuncaklı tarafına girer. Neticede yıllar sonra sinemaseverler geriye dönüp baktıklarında o filmler/yönetmenler hakkında sosyal medya sayıklamalarını değil, gerçek yazıları dikkate alacaklar. Öte yandan sosyal medyanın yazıların sinemaseverlere ulaşması için önemli bir araç olduğu gerçeğini de yadsımamak gerekiyor. Ama sosyal medyanın bir araca dönüşebilmesi için önce ortada nitelikli yazılar olması gerek.
İş internete gelince, kaçınılmaz olarak ‘blog’ları da dikkate almamız gerek. Sinemaya dair söz söylemek ve bu sözlerini insanlara ulaştırabilmek için önemli bir olanak hiç kuşku yok ki. Sonuçta sinema üzerine yazmak, öyle birilerinin sürekli propagandasını yaptığı gibi, kimsenin tekelinde değil. Burada belirleyici olan iyi yazı/ kötü yazı. Kaldı ki zaman, iyi ile kötü olanı, bu işe gerçekten mesai harcayan ile harcamayanı acımasızca ayırıyor birbirinden. Ayrıca, sinemayı sevmek ve üzerine kalem oynatıyor olmak herkesi ‘sinema eleştirmeni’ yapmıyor. Blogların şöyle bir handikapı var. Düzenli ve süreli yayınlardan farklı olarak, yazıların editoryal bir gözden geçmemesi. Dolayısıyla, yazıların içine sızan kişisel hezeyanların, beğenilerin ve hatta kişisel husumetlerin bir editör gözüyle kontrol edilmemesi giderek saldırganlaşan, gelen tepkiler üzerine buna anlam yükleyip saldırganlığını artıran bir dilin ortaya çıkmasına da neden oluyor ki, sinema yazarlığı bu değil.
Fırat Sayıcı (Popüler Sinema, Cinedergi): Sosyal medya sinema yazarları için bulunmaz nimet!
“Sosyal medyanın ne denli önemli olduğuna artık tüm dünya inandı. Her konuda hızlıca hayatımıza giren sosyal medya sinema dünyası için de güçlü bir silah kanımca. Sinema yazarları ise bu silahı doğru kullanmak zorundalar. Zira artık eskisi gibi düzenli basılı yayın alımı yok. Belki 5 yıl sonra hiç olmayacak. Özellikle de genç kuşak hayatlarını sosyal medyada yaşıyorlar. Bu bağlamda sinema yazarları da yazılarını, fikirlerini ve düşüncelerini sosyal medyada daha geniş bir kitleye ulaştırmanın haklı çabası içine düştüler. Bu işi layıkıyla yapanlar olduğu gibi, işin özünü yakalamadan şuursuzca hareket edenler de var. Öncelikle takipçilerinin tarzını ve isteklerini anlamalılar. Yazdıkları eleştirilerin eleştirildiğine katlanamayan ego bağımlısı sinema yazarlarının suratına yüzlerce tokat patladı sosyal medyada. Bu, daha da artarak devam edecek. Burada işin sırrı şu, sosyal medya sayesinde (nasıl ki toplum olarak futbol yorumcusuysak) artık her birey kendini sinema yazarı olarak görebiliyor. Ve emin olun yapımcıların çoğu için sıradan seyircinin görüşleri daha önemli. Hal böyle olunca yazarların sosyal medyada ahkam kesmekten çok dinleyen ve yön veren bir tutuma gitmeleri gerekiyor. Hele bir de sinema yazarlarının sosyal medya üzerinde birbirlerine ve yazdıkları şeyleri üzerine laf çakmaları yok mu? Bu konuya hiç girmek bile istemiyorum. Dünyanın en ahmakça şeyi!”
Selin Gürel (Milliyet Sanat): Film eleştirisi yazılacaksa, nerede yazıldığının bir önemi yok. Kültür sanat dergileri ve sinema yazılarına yer ayıran gazetelerin sayısının bir elin parmaklarını geçmediği bir ülkede, web yazarlığının çıkışta olması çok doğal. Twitter’daki 140 karakterlik düzeyli yorumların da, blog ve sitelerdeki eleştiri yazılarının da değerli olduğunu düşünüyorum. Hepsi bu işin bir parçası. Sadece, tanıtım ya da izlenim yazılarına, sırf film izlendikten sonra yazılıyor diye, film eleştirisi demesek çok iyi olur.
Kerem Akça (Habertürk): Günümüzde basılı yayınların azalmasıyla birlikte sinema yazarlığı mesleğini icra edecek yerler çok sınırlı hale geldi. Doğal olarak da internet/blog yazarlığı bu işin önemli bir parçasına dönüştü. Bu gerçeği kimse reddedemez. Bu çağda bilgiye ulaşmak kolaylaştığı için bloglarda yazan kimi yazarların mesleğe yıllarını vermiş kişilerden farkı yok. Kaliteli ve yönlendirici bloglar da var. Ama kendini geliştirmek de önemli. Eskiden basılı bir yayın organında, genç yazarları uyaracak, yönlendirecek bilirkişiler, meslek büyükleri olurdu. Bu devirde bu konuda bir eksiklik var. Öte yandan ‘tek bir twit’ elbette bir filmi gerçek anlamda değerlendirmek için doğru bir çözüm yolu değil. Sosyal medyaya göre başka anlatım şekilleri bulmak gerekli, bu konuda herkes özgür.