Yüksel Aksu, 2000 sonrası Türk Sineması’nda iyiki var diyeceğimiz nadide yönetmenlerden bir tanesi. Nev-i şahsına münhasır sözcüğünü onun için çekinmeden kullanabilirsiniz çünkü yalnızca filmlerinde değil özünde de orijinal bir kişilik. Zeki, doğal, hazırcevap ve komik. Haliyle bu hali filmlerinde de yansıyor. Filmlerine memleketi Muğla ve Ege yöresinin insanını ve dertlerini konu etmeyi seviyor, biz de filmlerini.
2006 yılında yapımcı, yönetmen ve senarist olarak imza attığı “Dondurmam Gaymak” uzun süredir karşımıza çıkmayan naiflikte bir filmdi. Filmde, büyük sermaye karşısında küçük esnafın yokuluşunu konu ediniyor; aynı zamanda kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi ve mahalle kültürünün güzelliğini yeniden hatırlatıyordu. Yöre halkının büyük bir samimeyetle perdeye yansıdığı içten bir ilk filmdi. Ayrıca bu film aynı yıl ülkemizden “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday adayı seçilmişti.
2011 yılında gelen ikinci filmi “Entelköy Efeköy”e karşı yine Ege yöresinden son yıllarda da haberlere sıkça konu olan Termik Santral mevzunu dert edinmişti. Filmde komün hayat, doğa, çevre, idealizm kavramlarını bolca kullanarak yine kendine has bir komedi ortaya çıkardı. Her iki filminde de Türk Sineması’na iki yeni komedi yıldızı kazandırdı “Turan Özdemir” ve “Şahin Irmak”…
2016 başlarında gelen üçüncü uzun metrajlı filmi “İftarlık Gazoz” da ise bana kalırsa mizahi olarak da çok uyduklarını düşündüğüm Cem Yılmaz ile ortaklık yaparak star yaratmaktan, starla çalışmaya geçiş yaptı. “Cem Yılmaz”ın “Hokkabaz”dan bu yana en lezzetli performanslarından birini izleme fırsatı bulduğumuz bu yapım çocuk oyuncu Berat Efe Parlar’ı da komedyenin yanında ezilmeyecek hatta yer yer öne çıkmasını sağlayacak dengeli ve muazzam bir uyum içinde perdeye yansıtmıştı.
Geçtiğimiz ay jüri üyesi olarak bulunduğu Hollanda’nın Amsterdam şehrindeki 4. Kırmızı Lale Film Festivali sırasında Yüksel Aksu bir araya geldik ve ödül töreni öncesi yaptığımız bot turunda bir yandan şehri gezerken diğer yandan da şehre, festivale, filmlerine ve Türk Sineması’nda dair konuştuk…
Amsterdam’a ilk gelişiniz olduğunu duydum. Şehre dair ilk gözlemleriniz neler?
Şehre bayıldım. Hayal ettiğim gibi çıktı. Çok demokratik, medeni, barışçıl ve de çok estetik her şeyden önce. Van Gogh’un ( Hollandalı Ressam, 1853-18890) kemikleri sızlamıyor. Sanatçılarına layık bir kent kurmuşlar ve kenti de korumuşlar. İnanılmaz bir tarih bilinci var.
İnsan imreniyor değil mi?
Ben Türkiye tadını da aldım aslında burada! (Kahkahalar) Türkiye’deki huzur, lezzet, hoşgörü ortamı Lale Devri’nden bu yana o geleneksel ortaklık devam etmiş. J
Jüri üyesi olarak bulunduğunuz festivali nasıl değerlendirirsiniz?
Bizim buraya kendi filmlerimiz ile gelip Hollandalılara göstermemiz kültürel anlamda çok iyi bir etkinlik. İyi de bir organizasyon yapılmış. Film seçkisini de çok beğendim.
Bir filmin gösterimi sırasında komik bir olay yaşamışsınız…
Evet, uçaktan yeni inip geldiğimiz için yarışma filmleriden birinin gösterimi başlamıştı. Kaldığı yerden devam etseniz olmaz mı dediler, olmaz biz jüriyiz baştan izlemeliyiz dedik. En nihayetinde filmi vimeo’dan izledikJ
Hangi filmdi?
Mavi Bisiklet’ti. Mavi Bisiklet deyince benim aklıma Bisiklet Hırsızları geldi. Sonra Hollanda da olunca –Hollanda’da bisiklet şehri- acaba burada mı geçiyor diye düşündüm. Ben bunları düşünürken Konya’dan bir film çıktı karşımaJ Birlikte izlediğim yönetmen arkadaşım da daha önceden Akşehir’de film çekmiş. O tabii fesatlıkla izliyorJ Benden iyi mi acaba diye merak etmekten bırakamadı filmiJ Ben de sürükleyiciliğine kapıldım. En sevdiğim filmlerden bir tanesi oldu.
Yeni bir senaryo yazıyor musunuz?
Yeni birkaç film hazırlığım var ama hazırlık aşamasında değil. Öykü-senaryo aşamasında. Şimdi ara verdim. 3-4 ay çobanlık yapacağım. Salon sporlarını yapamıyorum. Motive olamıyorum. Keçi güderek spor yapacağımJ
Yine alışık olduğumuz türden bir film mi olacak?
Antik Yunan şairleri gibi bakacağım biraz. Tefekkürle karışık refleksiyon J
Gişe kaygısı yaşıyor musunuz?
İlk filmimde yaşadım. Bir dağıtım sorunu krizi yaşadım fakat dağıtmadım. Bir kamyon tutup dağlarda bedava göstermeye başladım. Sonra popüler olunca dağıtım sorununu aştık. Türkiye’de tekelleşme sorunu yok dünyada tekelleşme sorunu var. Paranın ve kapitalizmin olduğu yerde zaten tekel ve tekeleşşeme vardır. Yeni keşfediliyorsa ben onu bilemem. Türkiye de de yeni değil bu. Daha önce de vardı. Bi tekel gider öbür tekel gelir. Bu kapitalizmin rekabeti.
Sizin öneriniz nedir bu konuda?
Kültür ve sanatın bir kamu politasıyla örügtlenmesi ve organize edilmesi gerekir. Çünkü vergilerimizle yol, köprü, müze yapılabiliyorsa; sinema salonu da yapılabilir, dağıtım ağı kurulabilir. Karınca kararınca yapılıyor ama yeterli değil. Bu tartışmaya metodolojik olarak doğru yaklaşılmadığı kanaatindeyim. Tersten de sorabilirim ama bu tartışmaya girmek istemiyorum. Bazı filmler 3 ay 1000 kopya ile bedave gösterilse seyirci yapar mı? Bir de böyle sormak lazım.
Yani iğneyi kendimize de batırmalıyız diyorsunuz…
Biraz seyirci dostu film düşünmemiz lazım. Seyirci dostu derken avami, (basit, bayağı) değil. Seyircinin de empati kurabileceği metinlere bizim de biraz dirsek çürütmemiz lazım diye düşünüyorum. Ama tekelleşme var mı var. Dünyaya bakış açımı herkes biliyor. Tekel Hong Kong’ta da var Amerika’da da var. Türkiye deki ise Türkiye gibi ayarsız tekel.