Korku ve fantastik öğeleri iç içe yedirerek yapılan kara komedi türündeki Preacher bir çizgi roman uyarlaması olarak zaten yeterince hayran kitlesi hazır bir yapım ve kaldı ki ilk bölümleriyle şimdiden epeyi bir seyirci kazanmış ve kazanacak görünüyor. Çünkü sıra dışı karakterlerin ve anlatı türlerinin karışımından yeni ve farklı bir dizi yaratılmış, haliyle seyircinin ön göremediği ilginç bir iş ortalığı başlar başlamaz kasıp kavuruyor. Öyle ki dizi adeta UFO görmüş masum köylü gibi seyirciyi vuruyor, çarpıyor, şaşırtırken gülümsetiyor. Üstelik sadece sürprizli karakterlerinden dolayı değil metnin gerçekten önemli ve temel dertleri olduğu için. Dahası flaş isimler ve mükemmel bedenlerle salt gözlere hitap etmek yerine çocuk oyuncular dahil muhteşem oyunculuklarla mest ediyor.
Kahramanı Teksaslı rahip Jesse Custer, Tanrı’nın cenneti terk ettiğinden, sorumluluklarından kaçtığını düşünüyor dolayısıyla kendi doğa üstü güçleriyle Tanrı’nın peşine düşüp hesap sormayı hedefliyor. Tanrı’dan hesap sormayı planlayan, içki içen, vaaz verdiği kasabalıyı sözleriyle ikna edemediğinde döven söven, en iyi arkadaşları vampir, hırsız, katil olan bir dizi daha ne kadar farklı olabilir ki? Aslında son derece karışık, yoğun ve çok katmanlı bir metin ancak hızının kendi içinde bazen iyice süratlenmesi ya da durağanlaşmasıyla metne nefes aldırılıyor. Gayet türler ve metinler arası açılımlarla metin nerede soluk alacağını ve hangi damarlardan besleneceğini çok iyi biliyor. Çünkü konusu oldukça zor, iddialı, çarpıcı, çekici ve riskli olduğundan yaratıcıları türünü kara komedi yaparak ‘şakacıktan’ yapıyormuş, söylüyormuş, gösteriyormuş olmayı seçmiş görünüyorlar. Ne de olsa dini sorgularken aksiyon dolu sahneler ve fantastik vampir karakterin dahliyle iyice absürdleşip dokunulmaz ve varlığından sual edilemez meselelere dokunmakla kalmıyor; normlara saldırıyor, açıktan dini figürlere küfür ediyor, dalga geçiyor, kiliseyi sık sık suç ve günah merkezine çeviriyor ve sonuçta doğa üstü ya da değil saf ve pür iyi insan olamayacağını bir rahip aracılığıyla resmediyor. Nietzche gibi ‘tanrı öldü’ demekle yetinmeyip ‘tanrı işini yapmıyor, kaçtı’ iddiasıyla hak arayan, daha da fenası tanrının, tanrıyı ve inancı kullanarak insanoğluna ihanet ettiğini söylemeye cesaret ediyor.
Dizinin en ilginç farklılıklarından biri de sırlar yumağı şeklinde ip uçları vererek açılan metin de en azından başlarda bariz bir aşk hikayesinin odak oluşturmaması ki bu aslında risk üstüne risk anlamına geliyor. Pek çok farklı uzam kullanılsa da merkezini bir kasabanın oluşturduğu ve kasaba halkında pek çok arazlı beden ve ruh olması dikkat çekiyor. Tuhaf, engelli ya da çalışmayan beden ve uzuvların çokluğu göze batıyor, tabii aslında seyircinin gözüne usulünce sokularak iğreti ediliyor. Adeta her biri fiziksel ya da ruhsal hasta insanların huzur yüzü görmeyen beden ve ruhları üzerinden sistemin toplumu gütme biçimleri ve güç kavramları masaya yatırılıyor. Bir bakıma dizide anlatıyı yönlendiren bir aşk olmaması böylesi yanlış sistemlerin altında gerçekten sağlıklı ruh ve beden olamayacağı gibi aşk olma ihtimalinin de imkansızlığını ortaya koyuyor. Ağzı neredeyse olmayan bir genç, kolu kırık bir sapık, eli kanlı sempatik bir vampir, bitkisel hayattta yaşayan ölü bir ruh, sado-mazo ilişkiyle mutlu olan saf suratlı bir kadın vb karakterlerle geniş ölçekte pek çok toplumsal hastalığa gönderme yapılıyor. Bugünün eli kanlı sempatikleri, sahte din tüccarları, üniformasının gücünden beslenen ve iktidara sığınan yöneticileri ve Tanrı’sının bile bozulduğu toplumlarda aşkın imkansızlığını ispatlıyor neredeyse. Dolayısıyla bedene ve ruha tahakkümün din üzerinden nasıl işlendiğini hem de kara mizah üzerinden anlatıyor. Beden ve cinsellik din içerisinde gizlenen ve inkar edilen tarihi süreçlerin bir bölümünü oluşturmasına rağmen Foucault, dini uygulama ve inanç hakkındaki söylemler beden etrafında kurulu olduğu ve her zaman insanların bedenleriyle yaptıkları şeylerle ilgili olduğu için, dinin aslında her zaman cinsellik ve beden hakkında olduğunu savunur.[1] Uysallaşmak ve terbiye olmak için ruhunu, bedenini dolayısıyla hayatını bazen inanmasa da dine teslim etmeye hazır, kolaycı, korkak ve çaresiz insanların kaotik hayatında cinsellik belki de yok edilerek sistem var ediliyor. Kısacası çözümlemesi zor ve direkt soruların bir kısmını avaz avaz bağırarak diğer kısmını ise sonuna kadar susarak masaya koyuyor.
Preacher Netice de aşksız, dinsiz, Tanrı’sı kayıp, şiddeti bol bir dünyaya katlanmanın tek yolunu kara da olsa mizah olarak belirliyor. Aksi takdirde böylesi sert, dik ve köşeli bir söylemi izlemeye yürek yetmez ve seyirciyi itebilirdi. Gerçi çizgi roman hayranları diziyi fazlasıyla yumuşak bulsalar da Preacher sezonun en dik başlı, aykırı ve cesur yapımlarından biri olarak baş döndürüyor ve klasik seyirciye Tarantino’yu anımsatan orijinal karakterlerle şoke ediyor. Özellikle farklı bir anlatı isteyenler için tatmin edici bir öneri olarak seyircisini bekliyor.